37.Bölüm/Ok ve yay

158 19 1
                                    

"Ve sonsuza kadar mutlu yaşamışlar" diyerek bitirirdi annem hep masalları.
"Peki kötü olanlara ne oldu?" Diye sorduğumda
"Hakettiklerini buldular" derdi. Hiç bir zaman anlayamadım, buna kim karar veriyordu? Bir insanın kötü olduğunu nasıl anlardık? Pamuk prenses masalı mesela hiç gerçekçi değildi. Bir insanın sadece ondan güzeli var diye birini öldürmek isteyeceğine inanmıyordum. Fakat tecavüzcülerin, katillerin, insanlara işkence yapanların öldürülmesine de kötü bakmıyordum. Çocuklara işkence ederek öldüren insanların ölümüne vicdanım sessiz kalıyor diye üzgün değildim. Aslında istesekte istemesekte hepimizin içinde karanlık bir taraf vardı. Gerçek kötülüğü ortaya çıkmış insanlara sırf insan diye öldürülemez diyenler iki yüzlüydüler. Kabul edelim, o kişi bizi öldürmeye kalksa aynı 'iyilik meleği' duruşu koruyamayız. İçimizdeki hayvani dürtü yani hayatta kalma iç güdüsü ortaya çıktığında ben öleceğime o ölsün diyeceğiz. Tarihin en kanlı savaşları benliğimizde yaşanır. Kimileri meleği kimileri şeytanı öldürür. Kim bilir belkide yoldan çıkmış insanlar, düşmüş melekler, karanlığa hizmet edenler kendilerince iyilikten nasibini almış kişilerdir. Ben mi? Ben yaydan çıkmış bir oktum. Ben, namluya sürülmüş bir kurşundum. Ve sonumu herzaman ki gibi bilmiyordum.

Gözlerimi kırpıştırarak araladım. Yataktan doğrulmadan önce bacaklarımı ve kollarımı olabildiğince iki yana açıp gerdirebildiğim kadar gerdirdim. Esnemem son bulunca yavaşça doğruldum. Çıplak ayaklarım zeminle buluşunca soğuk ürpertmişti. Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım, saçlarımı toplayıp odaya geri döndüm. En rahat olduğunu düşündüğüm kıyafetlerimi üzerime geçirip aşağıya indim. Çağdaş koltuğa yayılmış, hangi ara çıkıp aldığını bilmediğim gazetesini okuyordu.
"Günaydın" dedim melodik bir ses ve en neşeli halimle. Gazeteden başını kaldırıp gülümseyerek
"Günaydın" dedi. Karnımın guruldamaya başlamasıyla
"Ben kahvaltıyı hazırlayayım" dedim ve arkamı döndüm. Henüz bir iki adım atmıştım ki mutfaktan çıkan kırmızı yanaklı, yılların vefasızlığıyla teni kırış kırış olmuş, tombul bir teyze ile göz göze geldim. Kaşlarımı çatıp arkamda kalan Çağdaş'a baktım.
"Biz gidince burada kalıp eve bakacak biri lazımdı. Mürvet teyzeninde kalacak yeri yokmuş" dedi ve omuz silkti. Kısa açıklamasını tamamlayan Çağdaş gazetesine döndü bende adının Mürvet olduğunu öğrendiğim teyzeye.
"Hoş geldiniz" dedim içten gülümsememle.
"Hoş bulduk, kızım" dedi aynı şekilde gülümseyerek. Bazen yüzyıllar geçsede bazı insanlara alışamayız, mutlaka bir şeyleri itici, içten değil gibi gelir. Ama bazı insanlarda bunun tam tersidir. Görür görmez sarılası gelinen bu insanlar genelde fazla iyi olan insanlardır.
"Size yardım edeyim" dedim elindeki tabakları almak için hamle yaparken.
"Hayatta olmaz" dedi tabakları kendine çekerek.
"Israr ediyorum" dedim bir kez daha uzanıp
"Bende olmaz diyorum" dedi gülümseyerek. Yinede pes etmeyip mutfakta masaya gelecek olan şeyleri almak için yöneldim.
"Bu kız hiç laf dinlemez mi?" Diye sordu şen bir kahkaha atan Mürvet teyze, Çağdaş'a hitaben.
"Biraz cadıdır" dedi Çağdaş. Tezgahın üzerindeki tabakları alıp salona yöneldiğim sıra dik dik Çağdaş'ın gözlerine bakıp
"Seni duydum" dedim. Muzipçe gülümseyen Çağdaş'a Mürvet teyzede katıldı. Eğlenceli diyebileceğim bir kahvaltı sonrasında kahve yapıp koltuklara kurulduk.
"Çocuğunuz var mı mürvet teyze?" Diye bir soru attım ortaya. Bu kadını gerçekten sevmiştim. Bakışları bana annemi hatırlatıyordu.
" Var, iki tane. Biri kız biri erkek" diye cevapladı fakat yüzü düşmüştü.
"Kocanız yok mu?" Diye sordu Çağdaş.
"Malesef, 10 yıl oluyor kaybedeli." Derin bir iç çekişle cevaplamıştı mürvet teyze. Ruhumun derinlerindeki merhamet köşesine dokundu her bir harfi. Kahvemi yudumlayıp sessiz kaldım.
"Çocukların nerede?" Çağdaş bunu konuyu dağıtmak için sormuştu.
"Kızım yurt dışında. Evlenip oraya yerleşti. Oğlumda orada burada. Bilmiyorum." Çağdaş ile bakışlarımız birleştiğinde onunda benim gibi üzüldüğünü anladım. Belliki oğlumdan yana dertliydi. Kahvemin son yudumunu alıp masaya bırakıyordum ki
"Kapatta sana fal bakayım" dedi mürvet teyze. Şaşkın şaşkın bakıp
"Fal bakabiliyor musun?" Dedim heyecanla. Başını aşağı yukarı sallayıp onayladı. Çağdaş ayaklanıp
"Bu konu beni aşar" dedi. Dışarı doğru yürümeye başladığında bende altlığı bardağın üzerine kapatıp ters çevirdim. Bir süre daha sohbet ettik. Çağdaş'ın nereye kaybolduğu konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Sohbet ederken 10 saniyede bir bardağın soğuyup soğumadığını kontrol etmem Mürvet teyzenin canına tak etmişti.
"Soğudu o artık, ver. Çatladın kızım, bardağı da çatlatacaksın şimdi." Kapalı fincanı mürvet teyzeye uzatıp kulaklarımı sonuna kadar açtım. Fala inanıyor musun, diye sormayın. Çünkü cevabım kocaman bir 'evet'.
"Burada uzun boylu bir erkek görüyorum." Mürvet teyzenin cümlesiyle bakışlarımı yerden kaldırıp baktım.
"Böyle ağaç gibi bir çocuk bu" demesiyle kahkahamı tutamadım.
"Mürvet teyze, odun gibi böyle hıyar gibi bir şey manasında mı söyledin?"
"Yok yavrum, sağlam, dik bir çocuk bu."
"Çınar ağacı gibi mi?" Dedim muzipçe.
"Hay aklınla bin yaşa! Tamda öyle" dedi. Kıkırtı mı tutamayıp salıverdiğimde Çağdaş ortalarda mı diye göz ucuyla bahçeyi kontrol ediyordum.
"Seviyor bu çocuk seni." Yüzümde oluşan aptal sırıtışa mani olamadan atladım.
"Ne kadar seviyor mesela? Aşık mı?"
"O kadarını görmüyorum. Bir yol var, hiç gitmek istemiyorsun." Bir an duraksayıp
"Çağdaş ile yurtdışı yolculuğu bu, değil mi?" Diye sordu ciddiyetle. Başımı sallayıp iç çektim.
"Önü kapalı zaten." Dedi Mürvet teyze içimi rahatlatmaya çabaladığı belliydi. Bir süre fincanı inceledikten sonra
"Sen çok kötü bir şey yapacaksın kızım. Hemde çok kötü. Dikkat et, bu şeyi yaparsan ruhunun bir kısmı kararacak. Çok üzüleceksin" Dedi. Ne olabilirdi ki bu kadar kötü? İçime sıkıntı girmeye başladığında
"Mürvet teyze, hiç iyi bir şey yok mu yahu?!" Diye sitem ettim.
"Çok sevineceğin bir şey olacak. Sarışın bir çocuk daha var burada. Böyle biraz deli gibi." Kıkırdayıp
"Can o. En yakınım, tek ailem" dedim.
"Cancağzım o benim."
"Yakında bir iyiliğini göreceksin bu çocuğun." Görmesem şaşardım zaten. Hep dağıtırdım ortalığı, kendimi, hayatımı. Toplayan hep Can olurdu. Sırtımı bir tek ona yaslayabilirdim. Koşulsuz bir tek ona güvenebilirdim. Herkes bir yana, o bir yanaydı.
"Ayh!" Diyerek bağıran Mürvet teyzeye döndü bakışlarım anında. Bir şeyler mırıldanarak hızla kapattı fincanı, masaya koydu.
"Ne oldu Mürvet teyze?" Diye sordum. Tansiyonu falan düştü diye beklerken dudaklarından dökülen cümle donup kalmamı sağladı.
"Ocakta tencere var, unuttum. Hay Allah! Sonra bakarız kızım."
Yerimden kalkıp
"Fal işte Mürvet teyze, sonrada bakarız" dedim kendimi gülmeye zorlayıp.
"Ben bir Çağdaş'a bakayım, kayboldu yine." Adımlarımı bahçe kapısına yönlendirip soğuk rüzgarın ciğerlerime dolmasını sağladım. Çardakta oturan Çağdaş'ı fark edince ona doğru yürüdüm. Telefonunu isteyip Çınar'la konuşmalıydım.
"Çağdaş?" Diye seslendim bir kaç adım kala, arkasını dönüp baktı.
"Fal nasıldı? Kısmet var mı?" Dedi alayla gülümseyerek. Gülümseyip
"Şey, ben telefonunu almak için gelmiştim" dedim.
"Tabi, al" dedi hemen cebinden çıkartıp.
"Teşekkürler" diye mırıldanıp hemen elinden kaptım. Eve hızlı adımlarla girip odama ulaştım. Mürvet teyze ortalarda gözükmüyordu. Kapıyı kapatıp kitledikten sonra bu kez Can'ın değil, Çınar'ın çoktan ezberlediğim numarasını tuşladım. Bir kaç çalıştan sonra sesi duyuldu.
"Ne?"
Kıkırdayıp
"Ne zaman efendim diyerek açacaksın şu telefonu?" Dedim.
"Yaprak?" Diye mırıldandı emin olmak ister gibi.
"O benim" dedim melodik bir sesle.
"Nasılsın, iyi misin?"
"İyiyim, sana bilgi vermek için aradım" dedim. Yatağa uzanırken iç çektim.
"Beni özlediğin için aramadın yani?"
Bakışlarımı pencereden süzülen güneşe çevirdim. Birbirine paralel, dik çizgiler halinde demir parmaklık gibi kirpiklerimin arasından gözlerime ulaşıyordu.
"En çok onun için aradım" diyebildikten sonra sırtımı pencereye çevirdim.
"Tamam, neyse. Anlat bakalım neler dönüyor?"
" Çağdaş, Can'ı kitapçının önünden aldırcak yarın akşam. Yani, aslında seni aldıracak. Savaş diye bir adamı varmış. O alacakmış."
"Merak etme Patuli, orada olacağım. Söz veriyorum, yarın akşam birlikte uyuyacağız." Gülümsemem dudaklarımda peyda olurken
"O dediğin olmaz. Sen değil miydin, öpemeyiz, uyuyamayız falan diyen?" Dedim oyuncu bir tavırla.
"O mafya Çınar'dı." Kaşlarımı kaldırıp
"Peki bu kim? Aşık Çınar mı?" Dedim.
"Kapatalım bu konuyu. Yarın akşam olabildiğince dikkatli olmanı istiyorum. Geldiğimde Çağdaş'a yakın durma ve kendini koru."
"Neden?" Diyebildim telaşdan aklıma başka bir şey gelmemişti.
"Çatışma çıkabilir, seni aldığı gün yaptığı şerefsizliği bir kez daha yapabilir. Daha sayayım mı?"
"Yok" dedim hararetle paniğe yenik düşüp.
"Gerek yok. Anladım" diye devam ettim. Tam o anda kapının açılmaya çalışılmasıyla yerimde sıçrayıp sessiz bir küfür savurdum.
"Yaprak?" Çağdaş kapının önünde adımı sesleniyordu.
"Çınar, kapatmam lazım. Görüşürüz" dedim. Hızlıca telefon kaydını ellerim titreyerek silerken bir yandanda Çağdaş'a cevap verdim.
"Bir dakika üzerimi değiştiriyorum."
" Bekliyorum" dedi. Hızla gardolaba ilerleyip yavaşça kapağı açtım. Üzerimdekileri son hız çıkarıp yatağa fırlattım. Bir eşofman altı ve t-shirt alıp üzerime geçirdim. Bunu o kadar hızlı yapmıştım ki kollarım ağrımıştı. Kanıt olsun diye dolap kapağını kapatmadan kapıyı açtım. Çağdaş şüpheli bakışlarla içeriye girdiğinde gülümsedim. Amacım rahatlatmaktı. Yatağın üzerinden telefonu alıp Çağdaş'a uzattım.
"Üstümü giyip getirecektim. Kusura bakma, lazım mıydı?"
"Kiminle konuştun?" Diye sordu. Duymuş olabilme olasılığı kanımı dondururken boğazım kurudu. Ne söyleyeceğimi düşünürken öylece kalakaldım.

Arkadaşlar, umarım hikayeyi takip edenler 2.kitabı kütüphanesine eklemiştir. Son 3 bölüme girdik. Patuli bitince serinin devamı 2.kitap yani Loresima'da devam edeceğiz. Sonra vay efendim ben duymadım, görmedim demeyin :)
Sevgiyle, hoşça kalın..

Patuli (Kahve Kokusu 1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin