34.Bölüm/Ateş ve buz

180 19 5
                                    


Beynimde saatin çıkardığı tik tak sesleri dönüp duruyordu. Akrep yelkovanı, yelkovanda akrebi kovalayıp duruyordu. Sonucu hiç bir zaman belli olmayacak bir savaşta gibiydiler. Savaşlarını durdurabilecek tek şey belkide sonun gelmesiydi. Aslında, son yoktur. Her son bir başlangıçtır. Sadece yarım kalmamaya bakın. Yarım kalmak, başlangıçlarda dahi bir kiralık katil gibi, bir virüs gibi peşimizden gelir. Temiz sayfa açmak istiyorsanız kirlileri koparın. Ölenlere veda edin, gidenlere hoşça kal deyin. Ancak bu şekilde ruhlarımız huzur bulur. Buradan kurtulur kurtulmaz yeni bir başlangıç yapacaktım. Ve buna her saniye her dakika bir adım daha yaklaşıyordum. Damarlarımdaki kaynayan ateşi hissediyordum. Herşeyi yakıp kül edebilirdi. Kafese kapatılmış bir kaplan misali yırtıcı ve yakıcıydı. Özgür olmak istiyordum ama artık bir kelebek gibi değil. Bir ölü gibi özgür. Sahi, benim hikayemde kim daha ölüydü? Kim daha buzdu? Kim üşüyordu? Şimdi anlıyorum ki bu melek ve şeytanın savaşı değildi sadece. Bu siyah ve beyazın savaşıydı, ateş ve buzun, güneş ve ayın hatta iyi ve kötünün savaşıydı.

"Şimdi ne yapacağız?" Diye sordu Çağdaş. Pastanın üzerine çikolata sosunu beceriksizce boca ederken.
"Süsleme için birşeyler kullanmalıyız" dedim buz dolabına ilerleyerek. Rafları kurcaladığımda damla çikolata görünce sevinçten çığlık atasım gelmişti. Pakedi elime alıp geri döndüm. Çağdaş'ın pastayla girdiği savaşı kazanabileceğini düşünmüyordum. Bu yüzden sinirli bakışlarımla müdahale edip Çağdaş'ın kenara çıkmasını sağladım. Pakedi açıp çikolataları gelişi güzel üstüne döktükten sonra gülümseyerek bir adım geri çekildim. Kendimi bir sanatçı gibi hissediyordum.
"Tamam, anladık. Mütiş oldu, harikasın. Evet" dedi Çağdaş şaka yaparak.
"Evet, harikayım" diyerek onu onayladım.
"Egoya bak" dedi alayla bu kez.
"Harika olmasam beni sevmezdin" dedim zayıf noktasına ateşten bir ok atmışım gibi zarafetle dönüipseyircilerime selam verdim. Kendi tabelama 1 puan eklerken kirpiklerimin altından Çağdaş'a baktım. Geniş ve içten gülümsemesiyle bakıyordu.
"Evet" dedi başıyla onaylayarak. Sahte boğaz temizlemesinin ardından devam etti.
"Muhtemelen öyle olurdu." Dönüp mutfağa göz attıktan sonra savaşın ortasında kalan asker gibi hissetmiştim.
"Burayı ne zaman bu hale getirdik biz?" Diye sordu Çağdaş, o da benim gibi şaşkındı.
"Hiçbir fikrim yok" dedim. Sanki eve yeni gelmişim, olayla yakından uzaktan alakam yokmuş veya uzaylı görmüş gibi kenara çıkarak. Bu temizlemeyi kesinlikle yapmam anlamına geliyordu. Çağdaş kaşlarını kaldırıp
"Hiçbir yere kaçamazsın, burayı toplayacağız" dedi mesajı almış gibi.
"Bari önce pastanın tadına baksaydık" dedim dudaklarımı büzerek. Bu halimi gördügünde bir an kararsızlıkla duraksadı. Pastaya, bana ve mutfağa baktıktan sonra pes etmiş gibi nefesini üfleyip
"Meyve sularını ben doldururum. Pasta kesmekle aram yok." Dedi ve devam etti. "Daha doğrusu pastayı başka tabağa almakta zorlanıyorum." Ani gelen itirafa tebessüm ettim. Temizlikten kurtulmanın verdiği sevinç ile başımla onayladım ve pastayı dilimlemeye başladım. Çağdaş meyve suyu ve çatalları alıp
"İçeride bekliyorum" dedi ve kapıdan çıktı. Arkasından
"Umarım, bir yerlere takılıp düşer, kafanı vurup ölürsün" diyerek iyi dileklerimi ilettim. Duymamasını bekliyordum fakat Çağdaş
"Birşey mi dedin?" Diyerek içeriden seslendi. Kıvırmanın hakkını vererek
"Hayır, sadece pasta harika görünüyor ve ona asılıyorum" dedim göz devirip. Çağdaş kahkaha koparırken tabakları alıp içeriye ilerledim. Masaya yerleştiğimde Çağdaş'a sormak istediklerim aklıma geldi ve bu mükemmel bir zamandı. Meyve suyumdan bir yudum alıp boğazımdaki kuruluğu giderdim ve konuşmaya başladım.
" Okulun otoparkında neler oldu?"
"Bunu neden merak ediyorsun?" Diyerek soruma soruyla karşılık veren Çağdaş'a kaşlarımı çattım.
"Çınar'dan korktuğumu biliyorsun. Sadece herşeyi bilmeliyim."
" Seni öldürmekle tehtit ettim ve gitmemize izin verdi" dedi beni bir şok dalgasına atarak.
"Ne yaptın? Ne yaptın?" Dedim hayret ve sinirle.
"Mecburdum. Bunu asla yapmam ama o an için buna mecburdum" dedi suratına yumruk atma isteği boğazıma kadar ulaşırken. İlk kaçırılmamda da ölümle tehtit edilmiştim fakat, bunu umursamamıştı Çınar. Şimdi umursamasının sebebi neydi? Belkide "senden hoşlanıyorum" derken ciddiydi. Peki benden hoşlanması yeterli miydi? Hayır. Neden yapmıştı peki bunu? Belkide, bana aşı- hayır, hayır. Tabikide olmadı. O Çınar Yıkılmaz. Aşk ve Çınar yanyana gelince dahi komik duruyor.
"Özür dilerim. Lütfen, susma" dedi Çağdaş beni daldığım saçma düşüncelerimden sıyırarak.
"Anlıyorum, mecburdun" dedim yalan söyleyerek. Hayır! Hiçbir şeyi anlamıyordum! Hayatım Yeşilçam'a konu olurdu!
"Ee pastanın tadına bakmayacak mısın?" Dedi tüm şirinliğiyle. Gülümseyip kusmak üzere olmamı es geçerek pastadan bir parça ağzıma attım. O kadar keyfim kaçmıştı ki çamur yiyormuşum gibi hissediyordum. Zorlukla yutkunup sorularıma devam etmem gerektiğine karar verdim.
"Peki, Koğuşta Çınar'ın sana verdiği dosyada ne vardı?"
"Bir çok şey" diyerek karşılık verdi Çağdaş. Kaşlarımı çatıp devam etmesini bekledim.
"Aslında bu utanç verici ama söyleyeyim. Babamın bir otelinde şey çalıştırdığı" dedi ve yerinde rahatsızca kıpırdanıp boğazını temizledi, devam etti.
"Kadın, aslında, yani fahişe çalıştırdığının kanıtları vardı."
"Peki Çınar'dan ne istiyormuş?" Diye sordum söylediklerini tamamen es geçerek.
"Söylediği gibi ortak olmasını. Çınar'ın geniş bir çevresi var ve herhangi bir sorunda rahatça paçayı kurtarabiliyor. Sanırım bundan yararlanmak istedi" Dedi.
"Senin ihparında bir gece bile nezarette kalmadı" dedim başımı aşağı yukarı sallayarak. Taşlar yerine oturuyordu.
"Peki annen?" dedim sorar gibi.
"Görüşmüyoruz, haklı olsada öldürmek ağır birşey" diyerek cevapladı.
"Anlıyorum" dedim meyve suyumdan bir yudum alıp devam ettim.
"Çınar'ın geçmişi hakkında neler biliyorsun? Nasıl bu kadar güç sahibi olmuş?" Çağdaş tuhaf tuhaf suratıma bakıp
"Bunu bilmiyor musun?" Diye sordu. Omuz silkip cevap vermesini bekledim.
" Çınar henüz 16-17 yaşlarındayken bir mafyanın kuryeliğini yapıyormuş. 19 yaşına geldiğinde adamı bir gece balyozla kafasını ezerek öldürmüş. Sorunun ne olduğunu kimse bilmiyor. O günden sonra herkes Çınar'dan korkar oldu. Yükseldikçe yükseldi sonunda anlaşmazlıktan doğan bir çatışmada ablası öldürüldü. Ailesi irtibatı kesti ve-"
"Evet, o kısmı biliyorum. Peki öldürdüğü adam kimmiş?" Diye bir soru yönelttim lafını keserek.
"Kemal Koroğlu" diyerek yanıtladı. Bu isim tanıdık geliyordu.
"Koroğlu mu?" Diye sordum anlamsızca bakarak. Beynimdeki çarklar çalışmaya başlamış, bu ismi nerden hatırladığımı arıyordu.
"Evet, oğlunu tanıyorsun. Eren Koroğlu." Eren mi?!
"Şaka mı yapıyorsun?" Dedim hararetle ve devam ettim.
"Çınar ve Eren ne kadar yakınlar haberin var mı?!"
"Benim de anlamadığım bu. Nasıl bir aptal babasını ödüren biriyle can arkadaşı olur ki?" Dedi suratını midesi bulanmış gibi buruşturarak. Şuan tamamiyle bir şok geçiriyordum. Çınar, Eren'in babasını mı öldürmüştü yani?! Şok geçirme eylemimi sonraya saklayarak sorularıma bir yenisini ekledim.
"Beni kaçıran adam. Bana yıllar sonra Çınar'ın hayatına girmeyi başaran kadın diyerek hitap etmişti. Neden?"
"Çok basit. Çınar'ın kadınlarla işi olmaz. Tek istediği güç ve bu yolda onu oyalayacak şeyler istemiyordu. Hatta bazıları onun gay olduğunu bile düşünmüş. Çınar'ın önceden iş yaptığı adamlardan biri kendisine bunu sorunca adamın derisini yüzüp ailesine kargoyla göndermiş. Bir dahada kimse cesaret edememiş söylemeye."
"Oha!" Dedim kendime hakim olamayarak. Elimle ağzımı kapatıp utançla baktım. Çağdaş gülümseyip
"Sorun değil. Ben de ilk duyduğumda aynı tepkiyi verdim" dedi.
"Şimdi bende sana birşey sorabilir miyim?" Dedi çatalını kenara bırakıp. Başımı evet anlamında salladım ve bir parça pastayı ağzıma attım.
"Çınar'la ne kadar yakındınız? Yani siz-" derken pastanın boğazımda kalmasıyla öksürerek
"Hayır, asla" dedim savunmaya geçerek. Çağdaş meyve suyumu dudaklarıma uzatırken
"Özür dilerim" dedi telaşla.
"Ben sadece, yani bu ilginç, kız arkadaşı hatta yattığı kız bile bilinmeyen bir adamın seni böyle sahiplenmesi." Meyve suyunu yudumlarken kendime gelebilmiştim. İyi olduğuma kanaat getirip tekrar sorularıma döndüm.
"Peki Çınar'ın yaptığı işler hakkında ne biliyorsun?"
"Legal işleri mi yoksa illegal işleri mi?" Diye sordu hınzırca sırıtarak.
"İllegal" diyerek yanıtladım.
" Uluslar arası uyuşturucu, tarihi eser, silah kaçakçılığı yapıyor. Bazıları sadece bunlar olmadığını düşünüyor tabi."
"Nasıl yani?" Diye sordum anlamayarak.
" İki yıl önce Selim isminde bir mafya vardı. Çınar'ın başka işlerde yaptığını savunmuş ve grubundakiler inanmayınca polisle iş birliği yaparak kanıtlamak istemiş. Adamdan son alınan mesajda "Sanırım buldum, sabah olmadan kanıtlayacağım'' yazıyormuş. Yanında götürdüğü polis memuruyla birlikte ertesi gün istanbul çıkışında iç organları kayıp halde bulunmuş" dedi imalı imalı bakarak. Yutkunup
"Yani organ mafyacılığı da mı yapıyor?" Diye sordum dilim varmayarak.
"Evet, bu arada sorguda gibi hissettim" dedi dalgaya alarak. Zorla gülümseyip etrafa bakındım boş boş. Öğrendiklerim çok fazlaydı. Huzursuzluk bedenimi sararken Çağdaş neşesinden kaybetmemiş bir şekilde müzik çalardan Murat Dalkılıç- neyleyim istanbulu parçasını açtı. Yanıma yaklaşıp elini uzattıktan sonra
"Dans etmek ister misin?" Diye sordu. Dehşet içindeydim. Çınar'ın kötü hatta kaba tabirle boktan biri olduğunu biliyordum. Ama bu kadarını beklemiyordum. Korku hücrelerimi ele geçirirken neredeyse Çağdaş ile Yunanistan'a gitme fikri cazip bile gelmeye başlamıştı. Fakat, kaçmanın bir faydası yoktu, bulurdu. Çağdaş'a baktım. Özellikle onun için hiçbir umut yoktu. Yinede Çınar ölmemi istememişti. Beni umursamış, şuana kadar korumuştu. Bu içime umut tohumları ekerken öldürdüğü insanları düşündüm. Belkide yalandı. Sadece bir söylentiydi. Bunu öğrenmenin tek yolu burdan kurtulup en güvenilir kaynağa, yani Çınar'a sormaktı. Belki sinirlenip beni bile öldürürdü. Fakat tek çaremde buydu. Ondan kaçamaz, kurtulamazdım. Mantıklı yanım en azından kaçmayı denememi fısıldıyor, kalbim ise kalıp doğruysa bile onun için savaşmamı ve bu işleri bırakması için yalvarmamı haykırıyordu. Bir kez daha aptallık ettim. Bir kez daha Yaprak'lık ederek kalbimi dinledim. Buna değerdi. Biz ateş ve buzduk. Ya o beni eritip bitirecek yada ben onu söndürecektim. Elimi Çağdaş'ın sıcak avucuna bırakırken tam bir sahtekarlıkla gülümsedim. Çınar gibi biri için bunu yapmam yanlıştı hatta iğrenç. Kalbimi susturamazken başka yol göremiyordum. Aptalın tekiydim. Yerimden kalkıp Çağdaş'la ortaya geldiğimde belkide hayatındaki son dansını etmesini burukça bekledim.

Patuli (Kahve Kokusu 1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin