Evet, beni okula Burak yazdıracak, şu sıralar bana karşı, ani, yüksek çıkışları yapan Burak. Nedensizce huzursuz oldum bu durumdan, Burak yazdıracaksa, beni okula, velim de o olacak o zaman, yok olmaz, yani o Amerika'ya gidecek, üf neyse amcam bir hal çaresine bakar artık.
-Hadi Esmer, hadi Burak bitirdiyseniz kahvaltınızı çıkın artık, fazla gecikmeden gerekli ne varsa yapın. Burak sonrada şirkete geçersin.
-Tamam da baba şirkette benim ne işim var, finansal hiç bir işle ilgilenemem, dikiş mi dikeceğim ütü mü yapacağım?
-Hayır katologları düzenleyeceksin işe bir yerden başla.
-Baba ben bugün yada yarın gideceğim, başkasının bu işi yapması daha mantıklı olur.
-Immm evet haklısın, o zamana kadar yinede şirkette olacaksın, o atmosferde bulunmanı istiyorum, tamam konu kapanmıştır. Görüşürüz.
Amcam güzel karısının yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra hızlıca çıktı. Buğra gayet uyku sersemliğini üstünden atamamışcasına kahvaltısıyla oynuyordu. Yengem gazeteyle ilgilenirken.Burak bana bakıyordu. Herkese sevecen, çapkın bakışlar atarken, gözlerini bana çevirince, sık, karanlık, ışık almayan ürkütücü ormanlar gibi oluyordu. Kendimi sorgulamama neden olurken, tavırlarıyla benden nefret ediyormuş gibi davranıyordu. Bunu benden saklama gereği duymadan,
-Ştt cüce, duymadın mı baba mı neyi bekliyorsun? Ben altta mı kalacağım,
-Senin keyfinin yetmesini bekliyorum, söyle de yettiyse gidelim.
-Hazırlanmayacak mısın, böyle mi geliyorsun? Kaşlarımı çattım ve üstüme baktım, evet siyah pantolon, kırmızı siyah kareli gömlek, beyaz spor ayakkabı, saçlarımı hiç sormayın zaten, eksikliği her geçen gün biraz daha oturuyor içime, o günden sonra aynı veya benzeri şekiller.
-Evet, ben böyle geliyorum, ne o bir sakıncası mı var?
-Sen nasıl bir kız çocuğusun, kızsın sen kız, daha cıvıl cıvıl şeyler giyinmen lazım, elbise etek, sıfır kol badi, atlet falan hani, bundan bilmem kaç yüzyıl önce icat edilmiş görsele hitap eden şeyler ve renklerde var tabi, pembe, sarı, yeşil, turuncu gibi devam eder, fırfırlı ve dantelli şeyleri unutmayalım tabii...
-Ben böyle iyiyim ve kimsenin görseline hitap etmek istemiyorum, ha ayrıca, fırfırlı ve pembe şeyler bende duracağından daha güzel durur sende nokta net.
-Senin dilin çok uzadı baş belası. Derken sinirini biraz daha çıkarıyordu benden, bunu beğenmediğimi yüzümü buruşturarak aktardım.
-Ne "baş belası mı" biraz daha orjinal olmanı beklerdim, özenti olduğunu bu kadar belli etme.
-Sana baş belası diyenin ben ta nokta nokta nokta, noktalı yerleri sen doldur artık, vazgeçtim resmen "kara belasın".
-Aaa çocuklar, ne zaman susacaksınız diye bekliyorum ama yok, biri el atmazsa, yaşlanana kadar bu atışmayı sürdüreceksiniz. Burak Esmer'le konuşurken laflarını dikkat et, o senden altı yaş küçük, bunu göz önünde bulundur, ve istediğini giyinmekte özgür karışamazsın.
-Sen de dedin anne, o benden altı yaş küçük, ben on dört yaşındayım büyüğüme biraz saygılı olayım da biracık susayım demiyor, Burak ve Buğra diye isimlerimizle hitap ediyor "KEÇİ KAFALI".
-Esmer,bir yaşından beri size Burak ve Buğra diyor bunca seneden sonra dert etmen biraz garip abi ve Esmer'in bana Buğra demesi benim hoşuma gidiyor.
Dedi ışıklı göz, derin bir nefes almama neden oldu aynı zamanda, kendisi ıssız bir adaya düşsem yanıma alacağım üç şey olurdu sualsiz. Ama Burak'ın bana baş belası, kara bela kısacası bela demesi de suratıma tokat gibi çarpmadı değil hani. Bela mıydım ben Burak'ın gözünde, ama ben ayak altında dolaşmam, her lafa karışmam, gittikleri hiç bir yere bende geleyim diye peşlerinden koşturmam, bela, dört harf bir kelime. O sırada ayaklandım odama çıkıp kimliğimi aldım, merdivenlerden inerken,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Koyu Kahvemm #wattys2015
Teen Fiction-Biliyor musun? İyi ki, gitmişsin, beni bırakma diye yalvardığımda, iyi ki gitmişsin..... Ne dediğimi idrak etmek istercesine, ışıklı kahve gözlerini, mezarlığı andıran gözlerime sabitledi, -Çünkü ben, sana yaşadıklarını, altına yatarak unutturamazd...