"cüce?"

177 16 57
                                    

Buğra'nın açtığı kollarına doğru yürüdüm. Bu sefer sol kolumu doladım boynuna. Yüzümü göğsüne yaslayıp, sağ elimi koydum kalbinin üstüne. Bu kalbin benim için atacağı bir gün olacak mıydı? Benim Buğra'yı gördüğümde çarpan kalbim gibi, onun ki de benim için çarpacak mıydı? Elimin altında hissettiğim ritim, gayet normaldi. Aklımın başımdan uçup gitmesini sağlayan o koku, olağan üstüydü. Bana olan bakışlarını da bir çözsem keşke artık. Çünkü o bakışlarda her şey saklıydı. Şevkat, merhamet, güven, saygı, sevgi hatta acıma bile oluyordu bazen. Karmaşıklıkları  vardı.Ama benim istediğim bunlar değildi. Dünyadaki çoğu duyguya bedeldi, aşk. Kalbim alev alev yanarken, tenimin buz kesmesiydi, aşk.Benim istediğim, bir bakışıyla tenimdeki buzları eritip, kalbimdeki ateşi söndürmesiydi.

Benim ona bakarken eridiğim gibi, ona bana bakarken erimiyordu işte. Gülümsüyordu, fakat aşktan değildi. Bana kendimi iyi hissettirmek içindi, çoğu zaman. Biliyorum seviyor, ama benim gibi değil. Ben de bakıyordum ama onun ki gibi ışıklı değil. Karanlık ve cansız. Işığa ihtiyacım vardı, benim. Ruhumun, karanlık sokaklarının yansıdığı bu gözlerimin, ışığa ihtiyacı vardı. Kimsenin girmek istemediği, zihnimin uğursuz, karanlık sokaklarının aydınlanmaya ihtiyacı vardı. Işığa ihtiyacım vardı. Buğra, ışığına ihtiyacım var benim.

-Yerin rahat mı?

-Hı, nere?

-Diyorum ki, sarıldın kaldın cüce. İçeri geçelim, ha, ne dersin.

Sarmış olduğum kolumu boynundan çektim. Bir adım geriledim. Ancak kendimi toparlayabildim, bilmiyorum belki de toparlayamadım. Çok acayip bir duygu. Bir saniye görmeyecek olsan öleceğini zannediyorsun, yüz yüze geldiğim zaman da, hemen saldırı ve savunma hallerindeyiz. İnsana bu ufak tefek çatışmaların bile tatlı geldiği an. Sende hayat durmuşken, çevrende olup biten her şey hızla akıyor işte. Kendi kalp atışlarımın sesini duyuyorum. Kulak uğuldaması zaten fon müziği gibi. Hoşlanmasam da hep oluyor. Suratımın renginden ne düşündüğümü anlayacaklar endişesi peşimi bırakmıyor zaten. Neyse ki ben "esmerim" renk göstermem fazla. En fazla sararırım neyse ki.

Yukarı çıktık, salonda ailecek yarım saat kadar oturduk. Buğra bize tatilinin nasıl geçtiğini anlattı. Komik anılar biriktirmiş mesela, bazılarımızın aksine. Benim, Eda kızın yanında Buğra'nın arabasına ayran döktüğüm konusunda Semih alay etmiş. Ferman abi konuyu fazla uzattın, sıkıyorsun artık diye uyarmış. Semih hala gırgıra devam edince, Ferman abi de, kafasından aşağı ayran bardağını boşaltmış. Semih acayip bozulmuş ki iyi olmuş, o "Nuri Alço" kılıklıya. Ve bunun gibi bir çok şey. Arkadaşlarla tatile çıkmanın, ailesiyle çıkmaktan daha eğlenceli olduğunu söyledi. Gece hayatını keşfettiğini söyledi. Bar, disko, karaokeye gitmişler. Bence anlatmadığı daha bir sürü tecrübe edinmiştir eminim. Tamam, özel hayat diye bir şey var sonuçta. Mecburiyetten saygı duymak zorundayım. Ama o bilmediğim, Buğra'nın bize, bana anlatmadığı kısımlar can yakıcı olmasın ne olur.

 Buğra yorgun olduğunu söyleyip, izin istedi ve odasına çıktı. Bende burada oturmaktan sıkıldım, Buğra'nın peşi sıra kalkmakta istemedim. Onun peşinden koşmak benim için güzel olsa da, Buğra'nın gözünde, yapışkan fukara sümüğü gibi görünmek istemem. Benim her zaman yanında olacağımı bilmeli, her istediğinde elinin altında olacağımı değil. Böyle düşününce bile, kendi kendimi değersiz hissetmeme yetti. Bunun gibi olası bir durumu, Buğra düşünüp bana hissettirseydi halim ne olurdu kim bilir? Hastalıklı, yalnızlığın altında ezilen bu ruhum kaldıramazdı herhalde... Birilerinin yanında olmak başka, elinin altında olmak başka, benim kavramımda.

-Esmer,

-Efendim amca.

-Daldın gittin, kaç keredir sesleniyorum kızım.

Koyu Kahvemm #wattys2015Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin