Zombi deyince hemen aklınıza korku filmlerindeki gerilim dolu dakikalar gelecektir. George A. Romero'nun 1968 yılında çektiği Yaşayan Ölülerin Gecesi filmi bu anlamda çığır açmış, o yıldan sonra zombiler sıklıkla gerilim/korku kurgulu filmlerde boy göstermeye başlamıştır.
Her ne kadar çoğumuz filmlerde izlediklerimizin kurgu olduğunu bilsek de geçmiş yıllarda yaşananlar, kitaplara konu olan bir takım hadiseler, zombi diyebileceğimiz bazı bireylerin varlığına işaret ediyor.
》Batı Afrika'daki voodoo inancına göre ölü bir insan, büyücü tarafından diriltilebilir ve sonrasında kendi bilinci yerinde olmayacağından o büyücü tarafından kontrol edilebilir: Zombiler hareket edebilir, normal insanlar gibi yemek yiyebilir, duyup konuşabilirler ancak hafızaları yoktur ve içlerinde bulundukları şartları idrak edemezler.
Asırlardan günümüze gelen sayısız zombi efsanesinin yanında iki tanesi var ki gerçekten şaşırtıcı. Çünkü onlar gerçek yaşam öyküleri!
>İlk öykümüz 1937 yılında Zora Neale Hurston adlı bir araştırmacının Haiti'deki gelenek ve âdetler üzerinde yaptığı bir araştırma sırasında açığa çıkıyor. Hurston, 1907 yılında 29 yaşındayken ölmüş ve gömülmüş Felicia Felix-Mentor ile ilgili bir söylentiyle karşılaştı ve olayı soruşturmaya başladı. Köylüler ölümünden 30 yıl sonra Felicia'yı yollarda sersem bir şekilde ve yanında birkaç kişi ile birlikte yürürken gördüklerini söylüyorlardı. Hurtson, bu bahsedilen insanlara çok güçlü ilâçlar verilmiş olduğu söylentilerinin peşine düştüyse de daha fazla bilgi vermeye istekli kimse bulamadı. Hurtson sonraki yıllarda kaleme aldığı bir yazısında bu konuya da değinerek şöyle demiştir:
"Eğer bilim kabile törenlerindeki figürler yerine Haiti ve Afrika'daki Voodoo'nun altını kurcalarsa, bugüne kadar tıp ilmi tarafından bilinmeyen bir takım tıbbi gizemlerin gücüne ulaşacaktır."
>Haiti'deki diğer bir hikâye 1962 yılına uzanıyor. Clairvius Narcisse, 2 Mayıs 1962 tarihinde öldü diye kayıtlara geçmiş ancak 1980 yılında Haiti'deki L'Estère köyüne canlı olarak geri dönmüştü. Olayın açığa çıkmasından sonra yapılan araştırmalar sonucunda Clairvius'un kendi toprak payını satmayı reddettiği için kardeşlerince bir büyücüye satıldığı ortaya çıktı. "Resmi" olarak ölümünün ardından gömülen Clairvius, kısa süre sonra gizlice toprak altından çıkarılmış ve diğer zombi kölelerle birlikte şeker kamışı tarlasında çalıştırılmıştı. 1964 yılında büyücünün ölmesinin ardından psikoz halinin verdiği sersemlikle ada içerisinde 16 yıl amaçsızca yaşadı, 16 yıl boyunca vücudundaki kimyasalların etkisinin yavaş yavaş ortadan kalkmasıyla birlikte şans eseri pazar yerinde kız kardeşiyle karşılaştı ve onu tanıyabildi. Kardeşi ilk başta onu tanıyamadı ancak Clairvius kardeşine çocukluklarına ait birtakım hikâyelerinden bahsederek onu inandırmayı başardı.
Peki Clairvius Narcisse'yi bu kadar etkisi altına alan kimyasallar nelerdi? Kimyasallar, bir insanın aklını bu derece bilinçsiz hale getirebilir miydi?
Kanadalı etnobotanist Wade Davis, 80'li yıllarda hikâyenin gerçeklerini araştırmak ve bu sorulara cevap bulmak üzere Haiti'ye gitti ve bir insanın nasıl zombiye dönüştürülebileceğinin kimyasını inceledi. Genel anlamda zombi köleler üzerinde yapılan, ilk olarak onları öldürüp gömmek, sonrasında toprak altından çıkarıp onları çıldırtmak yani beyinlerindekileri baştan yaratmaktı. Bu da ancak onlara gizlice ilâç vermekle mümkün olabilirdi.
Büyücü kurbanına öncelikle kurbağa zehiri ile kirpi balığı zehirinden oluşan bir karışım veriyordu. Bunu ya yemeklerine katıyor ya da derisinin yumuşak, az hasar görmüş yerlerine (özellikle kol altlarının dirseğe yakın kısımlarına) sürüyordu.
Kısa zaman içinde kurbanlar ölüye yakın bir duruma geçiyorlardı: Solumaları fark edilmeyecek kadar yavaş, kalp atışları belli-belirsiz ve son derece ağır olduğundan görünüşte ölü gibiydiler. Şimdi bunu hemen gömmek gerekiyordu. Ama Haiti'de -gerçekten- ölenler havanın çok sıcak olması ve cesedin soğutulamaması nedeniyle zaten çok çabuk gömülmek zorunda olduğundan, zombileştirme açısından bir sorun olmuyordu. Yalnız kurbanların gömüldükten en geç sekiz saat sonrasına kadar topraktan çıkarılması gerekiyordu, aksi halde havasızlıktan boğulup ölürlerdi.
Davis, 80'li yıllarda yayınladığı The Serpent and the Rainbow (Yılan ve Gökkuşağı) (1985) ve Passage of Darkness: The Ethnobiology of the Haitian Zombie (Karanlık Pasajı: Haitili Zombilerin Etnobiyolojisi) (1988) kitaplarında, Haiti'de yaptığı araştırmalar sonucuna göre bir insanın iki özel tür tozu almasıyla bir zombiye dönüştürülebileceğini iddia etmişti:
Bunlardan ilki bir tür kara kurbağasının (Bufo bufo bufo) korku ânında derisinden salgıladığı zehir ile Japonya'da fugo balığı olarak bilinen kirpi balığının zehir karışımıdır.
Kurbağa zehri üç önemli madde içerir: biyojenik aminler, bufogenin ve bufotoksin. Bu maddelerin en etkili özelliklerinden birisi acıları önlemesi, insanı uyuşturmasıdır; bu yönleri kokaininkinden dahi güçlüdür.
Kirpi balığının zehrinde ise "tetrodotoksin" adında, insanı öldürebilen bir nörotoksin bulunur. Bu maddenin uyuşturucu özelliği kokainden 160,000 kat daha etkilidir. Bu balığı yedikten sonra tetrodotoksin yüzünden vücudunuzda karıncalanma ile başlayan bir uyuşma hissi baş gösterecektir. (Bu özelliğinden ötürü ancak Japon hükümetinden sertifika alan aşçılar bu balığı pişirebilir) Toksin, vücut ısısı ile kan basıncını düşürüp sizi derin bir koma haline sokabilir. Öldürücü etkisi olan bu karışımın 1 miligramı bile insanı günlerce bilinci açık ama yarı-ölü bir durumda bırakabilir. Bu vakalara Japonya'da rastlanmış, "ölü" olarak kayıtlara geçen bazı kurbanların birkaç gün sonra iyileştiği gözlenmiştir.
İkinci tür özel toz ise datura (Brugmanisa candida) adı verilen bitkiden elde edilir. Bu bitki içerdiği atropin, hyosiamin ve skopolamin maddeleri ile güçlü bir sanrı yaratır. Ayrıca bu kimyasallar daimi hafıza kaybına, felce, hattâ ölüme bile sebep olabilir. Haiti'de yaşanan olayda büyücü, kölelerine düzenli aralıklarla datura verdiği için onları bilinçsiz ve kendi istemi dışında hareket eden zombi benzeri bir yaşam formuna sokmuştu. Bilinçlerinin, hislerinin düzelmeye başladığını fark ettiğinde kölelere yeniden datura vererek onları kontrolünde tutmuştur.
Bu bahsettiğim kimyasalları kurbanlar üzerinde deneyen insanlar bu uygulamalar hakkında deneyim sahibi kimseler olduklarından, kurbanlarını sürekli ölüye yakın halde tutmayı başarabilmişlerdir. Bu kimyasalların bilinçsiz kullanımı ölüye yakın olmak ile ölü olmak arasındaki ince çizgiyi yok edecektir
Diğer taraftan, psikolog Terence Hines'e göre, bilim dünyasında tetrodotoksinin bu tür bir davranış şekline yol açtığı iddiası kabul görmedi. Ayrıca Hines, Davis'in yaptığı bu açıklamaları ve Haitili zombilerin doğası hakkındaki raporlarını da kendisinin son derece safdilliği olarak yorumlamıştır.
Günümüzdeki birçok hastalığın tedavisinde kullanılan kimyasalların geçmişte bu amaçlar doğrultusunda kullanıldığını görmek insanın tüylerini ürpertiyor. Dilerim ki bu tür hikâyeler geçmişteki halleriyle, tarih olarak kalsın.