Öncelikle bu bölüm bir tanecik arkadaşlarım için, Nur, Ekin ve de Sinem. Seviliyorsunuz.
Hayalden artık çıkabildiğim de gözümden bir yaş geldi. Devamını bekliyordum fakat buna izin vermeden banyoya attım kendimi. Yüzümü ellerimi yıkayıp aynaya baktım, şimdi daha iyiydim. En azından gözüm kızarmamıştı. Aynada ki gözlerim üstümde gezindiğin de kirli olduklarını hatırladım. Babam her an gelebilirdi, banyoya hemen girip çıkmalıydım. Babam titiz bir insandı. Ben de titizdim fakat onun gibi hastalık derecesinde değildim. Beni böyle görse azarı yerdim, kesinlikle!
Hızlıca odama girdiğimde direk dolabıma yöneldim, bir kaç kıyafeti elime aldım. Siyah salaş bir t-shirt ve aynı renkte eşofman. Aynı hızla banyoya attım kendimi. Düşünememe vakit vermiyordum, vermemeliydim. Düşününce başka dünyalara dalıyordum, çıkmam o kadar zor oluyordu ki. Düşünemeden nasıl yapacağımı bilmeden böyle kendime kızıyordum işte.
Yarım saatlik bir duş maratonundan sonra kendimi mutfağa atmıştım. Mutfağa girmem uzun sürmüştü, saçımı toplamak zahmetli bir işti. Bu sorunu tek ben yaşıyordum herhalde, şu doğru dürüst -açılmayan- topuzdan bahsediyorum. Bu topuza çok vakit harcıyordum, fazlasıyla yorucuydu. Saçımı sonunda topuz yapabildiğimde kendimi mutfağa yönlendirmiştim. Kızlar gelmeden bir kaç bir şey hazırlamak istemiştim bundan pek emin değildim ama. Mutfakla aramın çok kötü olduğu söylenemezdi fakat o kadar da iyi değildi. Küçüklükten bu yana bir kaç bir şey elbet öğrenmiştim. Halamdan, babaannemden. Babamdan bile öğrendiklerim vardı, cahil değildim yani. İnternetten araştırıp yaptığım kekeler, tatlılar... Bu konuda cahil olmadığımın göstergeleriydi. Özellikle babama yaptığım kekler, doğrusu facia sonunda oluşan kekler. Hem de büyük bir facia. Babam her ne kadar uğraşmamamı istese de her zaman yapmaktan çekinmezdim, yakmamayı beceremesem de.
Kaç dakikadır çırptığımı bilmediğim hamurun kıvamına ulaşmış olmasıyla fırın tepsisine döktüm. Siyah mermer olan tezgahın tam karşında bulunan fırına yönelip tepsiyi içine ittim. Derecesini ayarlayıp ortada bulunan masanın etrafında ki sandalyenin birine oturdum, yorulmuştum.Kekin hamurunu karıştırmak çok yorucuydu. İnce bileklerim iki dakikada yorulmuştu. Bileklerimi ovuşturup sandalyeden kalktım tezgahın köşesinde bulunan telefonumu saate baktım, beş buçuk. Vakit hızlı geçmişti. Babam az sonra gelirdi, fazla mı acele etmiştim? Telefonu geri yerine bırakıp dolaplarda makarna aramaya başladım. Şu an yapabileceğim en iyi şey buydu, değil mi? Hemen olurdu yani. Sonunda açtığım çekmecenin birinde bulduğum makarnayı tezgaha bırakıp, üst dolaplardan tencere indirdim ve içine su koydum. Suyu kaynaması için ocağa bıraktıktan sonra kapı zili duyuldu. Babam gelmişti işte, tahmin ettiğim gibi. 'Umarım açtır.' diyerek kapıya koştum.
"Babacığım hoş geldin!" gülerek açtığım kapının ardında babamı görmemle kollarımı ona doladım. Moralinin düzelmesini istemiştim bugün ondan, bakalım düzelmiş mi? Vereceği cevaptan her şeyi anlayabilirdim. Ne olduğunu da anlasam her şey olurdu belki de.
"Hoş buldum meleğim, seni evimizde görmek ne güzel!" kollarını bana dolayarak başıma bir öpücük kondurdu.
"Ya baba öyle deme, hem sen gönderdin beni oraya." diyerek hem sitemimi belli ettim hem de kollarımı boynundan çekip yanığa bir öpücük kondurdum.
"Tamam bir şey demedim, Helen mutfaktan kokular geliyor!"
"Ay ne kokusu!" aceleyle mutfağa doğru koştum. Hemen fırının kapağını açtım. Fırının üstünde duran eldivenleri giyip , tepsiyi çıkardım. Bir kısmı yanmaya başlamıştı. Allah' tan hemen yetişmiştim.
"Yanmış mı? Niye uğraşırsın anlamıyorum, Sema ablayı çağırsaydın ya." babam sitemle söylenirken bu fikrin hiç aklıma gelmemesi şaşırmıştı beni. Sema abla küçüklükten beri yardımcımızdı, şu sıralar onu görmez olmuştum. Ev işlerimizi ben bildiğimden beri o yapardı, tabi para karşılığında. Abla diyordum fakat yaşlı bir kadındı. Yaşlı olmasına rağmen dinçti de. Tek bizim evimize de gelmez haftada kaç eve giderdi, çok hamarattı. En sevdiğim şeyi ise yemekleriydi, aşırı lezzetli yemekleri.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EYLÜL YAĞMURLARI
ChickLitAşk işte bu dediler, bizi gösterdiler. Yaşanılanlar; belki nazardı, belki kader ya da her ikisi... Ben yağmur koydum adını, sen EYLÜL YAĞMURLARI. Sahi neydik biz, eylül yağmurları mı? Sen yağmurdan önceki kara bulut , ben yağmurdan sonraki to...