12.BÖLÜM

227 11 2
                                    

Kulaklarımı dolduran motor sesiyle yatağımdan kalkıp penceremin önüne geldim. Perdeyi kenara çekip aşağıya baktım. Apartmanın önü sisliydi ya da bu duman mıydı? Gözlerimi kısıp daha dikkatli bakınca ne motor vardı ne de sis. Pencereyi açıp serinliğin yüzüme vurmasını sağladım. Rüzgar titrememe neden olurken bir kaç saniye içerisinde pencere rüzgarla kapandı. Aniden bir ses duyarken ellerim kulaklarıma gitti. Bu ses çok tanıdıktı ama uzaktan gelen sesi nedense duymak, dinlemek istemiyordum.

"Eylül, yağmuru dinle. Bak bu günler geçmeyecek sen yağmuru dinle. Özleyeceksin ama sen sadece dinle.Eylül." Ses git gide kısılırken odam kapkara hale gelmişti. Önümü göremezken elimi cama yaslayarak bu anın geçmesi bekledim, gözlerimi sıkıca yumdum, kulaklarımı hapseden o cılız sesten kurtulamıyordum ama.

"Benim adım Eylül değil ki." Sesim çok kısık çıksa bile bağırıyordum. Gözlerimi açıp elimi camdan çektim, buğulanmış cam elimde ıslaklık bırakmıştı, buz gibi olan ellerim soğuktan kızarırken camı tekrar açtım. Ortalık birden aydınlığa kavuşmuştu, gözlerimi irice açıp arkası dönük bir şekilde ilerleyen adamı dikkatle incelemeye koyuldum. Bir kaç saniye sonra aniden kaybolurken etraf ıssızlığını koruyordu, yalnız kulaklarımı dolduran, tanıdık ama çok uzaktan duyulan ses adımı tekrarlıyordu. Ellerimi kulaklarımda olduğu halde duyuyordum. Hayır, duymak istemiyorum.

"Eylül... Eylül... Eylül..." Benim adım Eylül değil ki...

"Helen, Helen kızım uyan yatağına yat."

Gözlerim yavaşça açılırken rüyanın etkisindeydim.Rüya mı? Çok kötü bir rüya... Ellerime bakıp kulaklarımda olmadığını anlayınca bir daha anladım rüya olduğunu. Rüya fazla korkutucu olmasa da ürkmüştüm. Ellerimle yüzümü sıvazlayıp tepemde dikilen Sema ablaya baktım. Uyandığımı fark edince açık olan pencereye yönelip kapattı.

Odamda ki saat on ikiyi geçerken daha yarım saattir uyduğumu fark ettim. Bartu beni dedemlere bıraktıktan sonra tüm akşamımı orada geçirmiştim. Yemek yemiş, bugünkü olanları konuşmuştuk. Babam yine yanımda değildi, bana kızgın mı ya da kızacak mı? Hiçbir şey anlamamıştım. Eve geç geleceğini dahi Sema abladan öğrenirken bu kadar geç kalacağını tahmin etmemiştim. Dedemlerin bir basın açıklaması yaptığını da yemekte öğrenmiştim, üstü kapalı bir konuşma olmuştu. Sert çıkıp hiçbir şey demeden konuyu değiştirmiştim. Babam kesin bir dille yapılacağını zaten söylemişti, üstelemenin, tatsızlık çıkarmanın bir anlamı yoktu. Zaten istediğim bir şeylerin olduğu da yoktu şu günlerde. Her şey sanki beni alt etmeye çalışır gibi gerçekleşiyordu, bana öyle gelmesini diledim içimden. Lütfen her şey güzel olsun...

Yemekte bu konun haricinde annemi konuşmuştuk; küçüklüğü, okul hayatı... Bir kaç görmediğim resimlere bakmıştım. Özlem gidermiş sayılabilirdim. Hatta bir tane fotoğrafı yanımda getirmiş, babam ile benim resmimin kenarına iliştirmiştim. Masanın üzerinde duran annemin en fazla on dokuz yaşında olduğu fotoğraf artık bendeydi. Esir aldığım o fotoğraf bana o kadar çok benziyordu ki babamın bu kadar üzerime titremesine bir cevap bulmuştum. Ben annemin bir kopyasıydım. On dokuz yaşında ki Irmak, on sekizine yeni basmış Helen'i andırıyordu, gözlerimizin rengi, saçlarımızın kahve tonunda ki koyuluğu, kaşlarımızın inceliği, burnumuzun minikçe oluşu ve daha nice şey... Anlattıklarına göre karakterimizde benziyordu, çoğu zaman konuşmamak gibi, haksızlığa gelememek gibi, küçük çocuklara karşı zaaf beslemek gibi, gibi... Bunlar beni sevindirirken aynı zamanda üzüyordu da, beni anneme benzetirken öyle hüzünlü bakıyorlardı ki içim parçalanmıştı belki bu yüzden apar topar eve gelme kararı almıştım, bilemiyorum. Kaçıyordum bazı şeylerden belki de, bunca yaşıma kadar onları bir kez bile aramayıp , merak etmezken kaçıyordum. Şimdi ise açığa kavuşan bazı meraklarımın başkalarını üzmesinden kaçıyordum, bilemiyorum.

EYLÜL YAĞMURLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin