On Dört

481 45 5
                                    

Gitar solosu.
"I give her all my love. (Ona sevgimin hepsini verdim.)
That's all I do. (Evet tek yaptığım bu.)
And if you saw my love. (Eğer sevgimi gördüysen.)
You'd love her too. (Onu sende seveceksin.)"
 
Ben 20. Yüzyıla mıyım? Ne oluyor ya? Bu şarkı ne? Bu adam kim? Gözlerimi açamıyorum çünkü göreceklerime hazırlıklı değilim. Adama kimi seviyorsun demek istiyorum ama yine de gözlerimi açınca uyandığımı anlayabilir. Gözlerimi açmaya bile cesaretim yok. Uzaylılar bu kadar ileri gitmiş olamaz. Dün ne oldu? Allah'ım ben gene ne yaptım da beni bu hallere düşürdün? Yaptığım tüm kötülükleri affet, bilerek yapmamışımdır. Kalbim temiz ya benim! Kendi çağıma dönmek istiyorum. Aslında istemiyorum ortaçağ da olur. Ya beni ortaçağa gönder ya da kendi çağıma. 20. Yüzyılı hiç sevmem! 20. Yüzyıl olduğunu nereden biliyorum? Gözlerimi açmam lazım. Bu şarkı tanıdık.

"Uyansana artık." dedi bir ses şarkının arasından. Demek iki kişiler! Biri de Türkçe konuşuyor. Saçlarımda hafif bir kıpırdanma hissediyorum. Biri saçlarıma dokunuyor! Kimse benim saçlarıma dokunamaz. Şaka yaptım. Canımdan kıymetli mi? İsterse peruk yapsın lanet adam. Gözümü açmayacağım. Zaten normal şartlar altında dokunamaz, şu an umursayamam. Saçlarımı okşayan sıcacık ellerin şefkatli dokunuşu altında eriyorum. Bu saatten sonra açacağım varsa da açmam zaten. Bir süre kendimi şımartıyorum. Ama adam elini çekiyor. Yanıma uzandı. Kaçmam lazım buradan. Saçlar neyse de başka bir yerime dokunursa kıyameti koparırım. O kadar da değil.

Gözlerimi hafifçe aralıyorum. Gerçeklik beni buluyor. Tabi ki rüyaların her sabah uyandığımda bana hükmetmediği bir gerçeklikten bahsediyorum. Göktuğ. Durduk yere milletin, ultra yakışıklı pizzacısını uçarak nakavt eden Türk. Tarihe böyle geçsin. Yüzünde iz yok. Yazıklar olsun pizzacıya. Ezik. Bir tane yumruk bile sallayamamış. Ben kimin tarafındayım ya? Bir şey olmamış Göktuğ'a daha ne?

Yine de biraz kırgın hissediyorum nedenini bilmediğim bir şekilde. Çünkü neşemi kaybettim bu sabah. Neden vurdu anlamıyorum. Ben öyle bir insan mıyım? Numarasını verdi diye arayacak mıyım? Göktuğ beni ne kadar az tanıyor. Böyle zamanlarda mutsuzluğun verdiği olgunlukla baş başa kalıyorum. Göktuğ hiçbir şey söylemiyor. Ben de söylemiyorum. Anlaştığımız bir suskunluk var ikimizde de. Ama neden susuyoruz? O neden susuyor? Çünkü eğer adamı niye dövdüğünü sorarsam verecek bir cevabı yok. Sevmem ben böyle şeyleri. Sormayacağım bu yüzden. İsterse söyler. Söylemezse de bir daha hiçbir söz hakkı olmaz.

Yataktan doğrulacak gibi oluyorum ama Göktuğ sanki hep yapıyormuş gibi bir doğallıkla beni kendine çekiyor. Omzunda yatıyorum. Çıplak omzunda. İçimde kıkırdayan iç seslerimi işitiyorum sebebini anlamam çok uzun sürmedi elbet. Düşünün bir, omzu çıplaksa... Bingo! Six pack! Karın kasları şu an o kadar yakınımda ki mutsuzluğumu unuttum. Doğal davranıyor gibi görünmeye çalışarak sağ elimi UNESCO tarafından koruma altına alınmasa da gözlerim tarafından korunan karın kaslarına yerleştirdim.

Harika bir his. Sanki mermerden oyulmuş bir işlemenin üstüne dokunuyor gibiyim. Ama bu aynı zamanda sıcak ve canlı. Sert olduğu kadar yumuşak. Parmaklarımı hareket ettirmem lazım. Dokunmak istiyorum. Şu an hemcinslerimin hayal edemeyeceği kadar seksi bir erkek ellerimin altında. Okşasam mı karnını, okşamasam mı? Ne tepki verir? Keşkelerle yaşamak istemiyorum. Bu arada kesin sapığım! Çünkü başka hiçbir tanım mantıklı gelmiyor.

Az önce çalan tanıdık şarkı tekrar ediyor. Yine sapıklığıma bir kılıf uydurabileceğim. Bilin bakalım kim şarkıya ritim tutmak için Göktuğ'un six packlerini seçti.
Müthiş bir zeka! Acaba bana ödül falan verirler mi? Parmaklarımla ritim tutma görüntüsünün altında taciz var. Tacizciymişim meğer! Anın keyfini çıkarırken birden o sıkıntılı ruh halim bütün hevesimi alıp götürüyor. Bilirsiniz, şartlar ne kadar teşvik edici olursa olsun kırgınlıklar daima kazanır. Kırgın hisseden insan da hep kaybeder. Ellerimi çekiyorum. Göktuğ'dan kurtuluyorum.

Aklımda her zaman kınadığım insanların yaptığı o klişe plan belirdi. Madem Göktuğ beni bu denli basit bir kadın olarak kabul ediyor, madem ben yanımda o varken o adamı arayacak ve onunla vakit geçirecek kadar basit bir insanım Göktuğ'un gözünde. Eh, o zaman eğlence başlasın. Arkama bakmadan banyoya giriyorum. Göktuğ da çıkar herhalde. Kendime bu tatlı hatırayı acı bir anı olarak bırakıyorum.

Şarkı tekrar başa sarıyor.

The Beatles. Nasıl anımsayamam? Uyku sersemi olduğumdandır belki. Belki de bu güzel sözleri yok saymak istedim. İkinci belki'm beni ürkütüyor. Sıcak su bedenime işliyor. Abartılı bir his var. Çok kırıldım. Şarkı da etkiliyor. Bugün yapacaklarımı zihnimde sıralıyorum. Giyineceğim. Kahve içip birkaç sigara yakacağım. İşe gideceğim. Sonra da o adamı arayacağım. Çünkü benim böyle biri olmam gerekiyormuş. Göktuğ'u hayalkırıklığına uğratmak istemem. Şarkı öylesine tatlı bir şekilde zihnimi işgal ediyor ki ilk kez duşta bu kadar uzun kalıyorum.

And I love her. (Ve onu seviyorum.)
A love like ours. (Bizimki gibi bir aşk.)
Could never die. (asla ölemez.)

Ağır hareketlerle suyu kapatıp bornozumu giyiniyorum
Şarkı hala çalıyor. Kapatmak istemediğimden giysi dolabıma ilerliyorum. Bizimki gibi bir aşk, asla ölemez. Ben ne anlarım ki sevmekten. Ben hiç sevmedim. O yüzden umurumda değil. Bütün kırgınlıklar tatlı bir intikamlar geçer. Akşamki randevuyu da göz önünde bulundurarak beyaz kalın askılı bir bluz seçiyorum. Altına koyu kahve uzun ve salaş sayılabilecek eski moda bir etek seçiyorum. Ayağıma beyaz dolgu topuk bir sandalet seçiyorum. Bugün saçlarımı açık bırakacağım. Kurulanıyorum. Ve seçtiğim kıyafetleri giyiyorum. Hafif bir makyaj yapıyorum. Kirpiklerimi belirginleştiren bir rimel, dudağım için dudak kalemi. Eyeliner çekme cesaretini bile gösteriyorum. Saçlarıma sprey sıkıp aynaya son bir kez bakıyorum. Karşımda olgun ve hoş bir kadın var. Bu yeterli. Kahverengi güneş gözlüğümü alıp aynı tonlarda bir cüzdan alıyorum. Bir de laptopu da aldım. Aşağıda beni bekleyen Göktuğ'u görmek istiyorum yine de eskisi kadar istemiyorum. Göktuğ sanki sözleşmişiz gibi aynı tonlarda giyinmiş. Beyaz bir gömlek, kahverengi kumaş pantolon. Hey, ne oluyor bana! Çok yakışıklı görünüyor, kusursuz. Benim basit biri olduğumu düşünen kusursuz bir adam. İnsanın canını yakıyor.

Zoraki gülümsememle arabaya doğru ilerliyorum. Ben kullanıyorum. Kimse konuşmuyor. Ne bekliyordum ki? En yakın Starbucksa sürüyorum ikimiz için de birer duble espresso alıyorum, bu kadar sessiz bir gün için yeterince sert bir kahve. Sürücü koltuğuna Göktuğ geçerken marlboromdan derin bir nefes çekiyorum. Bugün çok işim var.


Aslında Kumral SeverimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin