Yirmi Bir

403 48 17
                                    

Yorum göremeyince veya beklediğim oya sahip olmayınca son derece aksi bir insana dönüşüyorum demiş miydim? Arkadaşlar ben günde bir iki bölüm yazarken bir iki dakikanızı istiyorum, çok mu? Yoo. Neyse neyse, iyi eğlenceler!


----

Ben niye işe gitmiyorum? Ben niye işe gitmiyorum? Bir insan işe gitmeyi nasıl unutur? Gözlerimi açamıyorum. O son kadehi içmeyecektin diye bir iç ses konuşuyor. Kökü topu kaç kadeh içtim ya zaten? Yeşil peride son kadeh ilk kadehtir fark etmez. Gözlerimi niye açamıyorum oha orijinal değildi! Kör oldum! Anasını sattığımın çocukları! Sahte miydi bu? Sonra tavanı görüyorum. Kör olmamışım. Başım ağrıyor demek isterdim ama ağrıması için bir başım olması lazım ve benim kafam koptu. Acı içindeyim. Göktuğ'un kolları beni sarmış. Kıl yok kolunda, epilasyona mı gidiyor bu çocuk? Bir metro seksüel erkeğimiz eksikti. Sonra Göktuğ'un aslında Elvan olduğunu fark ediyorum. Dün gece Elvan'la mı yattım ben? Gerçi çok sarhoştum herkesle yatmış olabilirim. Umarım hayatımı etkilemez. Umarım sadece uyumuşuzdur. Tabi kız beni öpemeyince yatağıma girmiş. Bu yatak benim yatağım değil. Bu ev benim evim değil! Neredeyiz biz?

Yavaşça yataktan doğruluyorum yerde Göktuğ bir adama sarılmış yatıyor. Yuh! Elliott elini Göktuğ'un beline atmış. Biraz dibinde Sezgi Elliott'un bacağına sarılmış uyuyor. Ya keşke en son ben ayılsaydım. Bu ne biçim bir manzara. Telefonum nerede benim? Şunların fotoğrafını çekip utandırayım bari. Telefonumu bulmak için cebime baktığımda göğsüme sıkıştırılmış olduğunu görüyorum. Hay ben böyle işe! Telefonu göğsümden çıkarıp fotoğraflarını çekiyorum. O sırada yatağın altından bir şey çıkıyor.

"Ebeni sikeyim!" diye bağırıyorum. Kendimi geri iterken hareket eden şey yüzünden aklım çıktı! Kalbim öyle hızlı çarpıyor ki herkes uyanabilir. Elvan hafifçe gözlerini aralayıp bana bakıyor sonra örtünün altındaki kız açığa çıkıyor. Elvan öyle bir çığlık atıyor ki korkudan Elliott ve Göktuğ'un üstüne düşüyorum. Elliott korkudan sıçrayınca Sezgi'ye tekme atıyor. Sezgi bağırıyor. Bu nasıl bir uyandırma şekli Allah kimseye vermesin. Göktuğ bana bakıp gülümsüyor. Elliott'a bakıp kaşlarını çatıyor. Elliott ise Sezgi'ye vurduğunu fark edip özür dilemeye çalışıyor, çünkü Sezgi'nin burnu kanıyor. Yataktan çıkan kızın Zeynep olduğunu fark ediyorum. Ama onun burada ne işi var diye sormama gerek yok çünkü görüldüğü üzere mantık aramıyoruz.

Herkes afallamış bakışlarını etrafta gezdiriyor bense Göktuğ'un yanında yatmanın tadını çıkarıyorum.

"Akşam fena geçmiş desene," diyor Göktuğ başıyla Elliott'u işaret ederek.

"Hiç sorma," diyorum aynı hareketle Zeynep'i gösterip.

Biz modern olmaktan çok gevşeklik yapıyoruz şu an. Göktuğ ve Elliott ben ve Zeynep, her ne kadar gurur yapılması gereken bir meseleye sebep olsak da hiçbirimizin sarhoşken gururu yok. Yani yeşil peri bütün herkesi barıştırmış. Elliott Sezgi'yi temizlemek için aşağıya götürmeye çalışınca dikkatimi çekiyorlar. Sezgi ağlıyor burnunu tutuyor. Elliott özür dileyip duruyor. Aramızda doktor yok mu? Yok.

Tekrar yatağa baktığımda Elvan ve Zeynep derin bir uykuda. Göktuğ ayağa kalktı, elini uzattı.

"Saat kaç?" diye soruyorum kalkarken. Her yerimden çatırtılar çıkıyor.

"3 olmuş," diyor Göktuğ kolundaki saate bakıp.

İşe geç kalmışız. Ya da bir işimiz yok. Biraz sonra öğreneceğiz sanırım. Göktuğ'a tutuna tutuna merdivenlerden iniyorum. Elvan ve Sezgi de gebersin burada. Belasını bulma sırası Elliott'ta. Kimseye haber vermeden bulunduğumuz yerden çıkıyoruz ki sanırım Elliott'un evi burası. Dışarıda Impala var. Nasıl geldik hiç hatırlamıyorum bile. Göktuğ direksiyona geçiyor. Ben de etrafta sigara arıyorum. Marlboro almayı akıl etmişiz ya da hatırlamadığım başka bir şey. Çalmış bile olabiliriz. Bir tane yakıyorum bir tane de Göktuğ'a uzatıyorum.

"Konu hakkında konuşmak istemiyorum," dedi gülerek.

"Konuşacağız ama önce eve gidip duş alalım ve hala işimiz var mı bir bakalım," deyip gülüyorum. Fotoğrafları görünce gülecek misiniz Göktuğ Bey? Çünkü ben o sırada gülmekten öleceğim! Gözüne güneş gözlüğünü taktı ve tabi ki büyüleyici görünmüyor. Akşamdan kalmış ağzı yüzü yamulmuş biraz. Sadece yakışıklı görünüyor. Ki ben nasıl göründüğüme bakmaktan korkuyorum. Eve gelince hızlı bir biçimde odalarımıza çıkıyoruz. Konuşmuyorum çünkü iki işe birden odaklanacak kadar kafam yerinde değil. Sanırım Göktuğ da düşünemiyor. Hızlıca duş alıp lacivert polo yaka bir elbise giyiyorum. Altıma beyaz spor ayakkabılar geçirip saçımı topluyorum güneş gözlüğü takıp hızlıca merdivenlerden iniyorum. Sonra laptopu almak için tekrar çıkıyorum ve burnuma Göktuğ'un parfümünün kokusu doluyor. Şişeyi mi boca etti üstüne? Üç ay çıkmaz bu koku! Omuz silkiyorum,  çıkmasını isteyen kim?


Birkaç dakika sonra Göktuğ da iniyor. Beyaz bir tişört ve gri bir kot giymiş, siyah spor ayakkabılar, hafif jöleli hafif ıslak bir saç, güneş gözlükleri. Al bunu müzeye götür, sanat eseri niyetine sakla!

"Güzel olmuşsun," dedi başını hafifçe eğip.

"Temennimiz bu yönde efendim," deyip dizlerimi kırıyorum biraz da gülümsüyorum.

"Buyurun lütfen," deyip reverans yapıyor. Eşek sıpası. Ya eşek sıpası kadar sevimli bir sevgi sözcüğü yok. En azından benim için.

"Rubicon mu Impala mı?" diye soruyorum, Göktuğ da kapısı nadiren kapanan evimizin kapısını kilitliyor. Evet, evimiz dedim çünkü ben cömert bir insanım.

"Jeep'e atla bebek!" dedi.

Direksiyona geçiyorum. Gogol Bordello'nun, start wearing purple şarkısını açıyorum. Sesini çok açamıyorum çünkü önceden de belirtmiştim kafam koptu. Göktuğ bana doğru uzanıyor. Ve tabi ki yine öpmüyor. Niye öpsün? Ben sizin sapık zihniyetinizi çözemedim sevgili iç seslerim. Emniyet kemerimi bağlıyor. Kendininkini de bağlıyor.

"Starbucks'a uğra," diyor kafasını işaret edip.

"Hayatta kaldığımız başka bir ihtimal yok zaten," deyip gazı köklüyorum.


Aslında Kumral SeverimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin