Aradan haftalar geçmişti. Tom etrafındaki kimseye bir şey belli etmemiş, plânını en ince ayrıntısına kadar muazzam bir şekilde işlemişti. Bu süre zarfında Trixie ona her konuda ona yardım etmiş, hiç çekinmeden istediği her şeyi zekası ve kurnazlığı sayesinde gerçekleştirmişti. Ve sonunda, o gece geldiğinde, Trixie ve Tom gizlice yatakhanelerinden çıkarak ortak salonda buluştular. Hiç konuşmadan sessizce salonu terk ettiklerinde, vakit kaybetmeden önceden plânladıkları gibi kızlar tuvaletine yöneldiler. Trixie koridorda gezen öğretmenlere karşı önlem alacaktı, bu sırada Tom kızlar tuvaletine girerek üzerinde saatlerce kafa yorduğu musluğu açma yöntemlerini uygulayacaktı. Tüm bunların galibiyetle sonuçlanması gibi mağlubiyet ile sonuçlanma ihtimali de vardı. Her ikisi de umutla odanın anahtarının o musluk olduğuna inanmış, güç ve bulanıklardan kurtulmak uğruna çalışmışlardı.
Uzun koridorda sessiz adımlarla ilerledikleri sırada, kızlar tuvaletinin kapısı göründüğünde Trixie, Tom'a eliyle işaret verdi ve girmesini söyledi. Vakit kaybetmeden içeri giren Tom, arkasından kapıyı kapatarak muslukların üzerinde Trixie'nin bahsettiği küçük yılanı aramaya başladı. Mum ışığının altında aramak her ne kadar vaktini almış olsa da, sonunda bakır musluklardan birinin kenarına kazınmış minicik bir yılan gördü. Zafer edasıyla sırıtarak musluğu çevirmeye başladı, ama ne su akıyordu, ne de başka bir şey oluyordu. Yılanın üzerinde parmaklarını gezdirerek figürü iyice inceledi. Sonra biraz geriye çekildi, kendini yılana tam olarak odakladı ve istemdışı Çataldili'nde bir kelime kaçtı dudaklarından.
"Açıl," dedi ağzından çıkan garip tıslamayla. Hemen ardından musluk göz alıcı beyaz bir ışıkla parladı ve dönmeye başladı. Az sonra lavabo da hareket etmeye başladı. Lavabo gömülüp gözden kayboldu ve ardında geniş bir boru bıraktı. Bir insanın içine sığabileceği kadar geniş bir boru.
Tom, birkaç saniye boruyu inceledikten sonra asasını kontrol edip yavaşça boruya girdi, sonra kendini bıraktı. Sonsuz, yapış yapış, karanlık bir kaydıraktan aşağı son hızla kaymaya benziyordu bu. Her yöne başka bir sürü boru ayrıldığını görüyordu. Ama hiçbiri kaydığı boru kadar geniş değildi. İçinde kaydığı boru kıvrılıyor, dönüp duruyor, çok dik bir eğimle aşağı doğru iniyordu. Tom okulun altında, zindanların da aşağısında bir yere düşmekte olduğunu anlamıştı. Tam yere çarptığında ne olacağı konusunda endişelenmeye başlamıştı ki, boru düzleşti ve Tom borunun ucundan fırlayarak, ıslak bir darbe sesiyle yere indi. İçinde ayakta durulabilecek kadar geniş olan karanlık, taştan bir tünele gelmişti. Karanlık ve yapış yapış duvarlara gözlerini kısarak bakıp büyük ihtimalle gölün altında olduğunu düşündü.
Fazla vakit kaybetmek istemiyordu. Etrafını incelemeyi bıraktı ve, dönüp ileride uzanan karanlığa baktı. Tom, cüppesinin cebinden asasını çıkardı ve "Lumos!" diye mırıldanarak asasının ucunda bir ışık belirmesini sağladı. İlerlemeye başladığında, adımlarının ıslak zeminde gürültüyle bıraktığı şapırdama sesi rahatsızlık vericiydi. Tünel öylesine karanlıktı ki, ancak biraz önünü görebiliyordu. Islak duvarlara yansıyan gölgesi asa ışığında korkunç görünüyordu. Uzunca bir süre yürümeye devam etti, bir hareket görmeyi bekliyordu ama tünel mezar gibi sessizdi. Duyduğu ilk ses bir şeyin üstüne basmasından çıkan çatırtı oldu. Tom asasını indirip aşağı baktığında, bastığı şeyin bir fare kafatası olduğunu anladı. Kısa süre sonra yerin neredeyse tamamının küçük hayvan kemikleriyle kaplı olduğunu gördü.
Daha da ilerleyip karanlık bir köşeyi döndüğünde, Tom tünel boyunca uzanmış, devasa ve kıvrımlı bir şeyin sadece ana hatlarını görebiliyordu. Gördüğü şey kımıldamıyordu. Basilisk'i bulmanın verdiği heyecanla asasını havaya kaldırdı, ve gözlerini kısabildiğince kısarak ağır ağır ilerledi.
Işık, dev gibi bir yılan derisini aydınlattı. Parlak, zehirli yeşil renkte parlayan deri, tünel zemininde boylu boyunca uzanıyordu. Bu deriyi döken yaratık en az altı metre boyunda olmalıydı. İçinden bunun tahmin ettiğinden de güçlü bir yaratık olduğunu düşünerek, yılan derisini ardında bırakıp ilerlemeye devam etti. Tünel kıvrıldı da kıvrıldı. Tom'un bedenindeki bütün sinirler olabildiğince rahattı. Basilisk'i nasıl kontrol edeceğini biliyordu ve yılanın ona itaat edeceğinden emindi. Sonra, nihayet, bir dönemeci daha döndüğünde, karşısına bir duvar çıktı. Duvarın üzerinde birbirlerine dolanmış, gözlerinde iri, parlayan zümrütlerin bulunduğu iki yılan vardı.
Tom duvara yaklaştı. Bu iki yılana Çataldili'nde bir şey söylemesi için onları canlı hayal etmesine gerek kalmamıştı, çünkü gözleri tuhaf bir şekilde yılanları canlıymış gibi görüyordu. Gırtlağını temizledi, sanki zümrüt gözler yanıp sönmüştü. "Açıl," dedi Tom belli belirsiz bir tıslamayla. Duvar aralanırken yılanlar birbirlerinden ayrıldı. Duvarın iki yarısı sessizce gözden kayboldu ve Tom, halinden memnun bir ifadeyle içeri girdi. Çok uzun, loş bir odanın başında duruyordu. Gene oyma yılanlarla bezenmiş yüksek taş sütunlar karanlığın içinde kaybolan bir tavana yükseliyor ve odayı kaplamış olan garip, yeşilimsi soluk ışığın üzerine uzun siyah gölgeler düşürüyordu. Artık sıkılmaya başlayan Tom, Basilisk'in karanlık bir köşede, bir sütunun arkasında olma ihtimalini düşünerek asasını çıkardı ve yılanlı sütunların arasından ilerledi. Dikkatle attığı adımlar, gölgeli duvarlardan yüksek sesle yankılanıyordu. Taştan yılanların boş göz yuvaları sanki onu izliyordu. Hatta birkaç kez içlerinden birinin kıpırdadığını bile hissetmişti.
Sonra, son iki sütunun hizasına geldiğinde, arka duvarın önünde Oda'nın kendisi kadar yüksek bir heykel görüntüye girdi. Tom yukarıdaki dev suratı görmek için başını kaldırmak zorunda kaldı. Çok yaşlı bir surattı bu. Yerleri süpüren taştan büyücü cüppesinin neredeyse en altına kadar uzanan ince bir sakalı vardı. Kurşuni renkli iki devasa ayağı, odanın zeminine basıyordu. Bu, Salazar Slytherin'in heykeliydi. Tom bir süre heykeli ve etrafını inceledi, ortalıkta en ufak bir ses veya hareket yoktu. Sonunda yeniden başını kaldırdı, ve garip bir tıslamayla "Konuş benimle, Slytherin, Hogwarts Dörtlüsü'nün en büyüğü," diyerek gözleriyle heykelin suratını esir aldı. Hemen sonra, Slytherin'in taştan, devasa yüzü kımıldamaya başlamıştı. Tom, ağzın giderek açıldığını ve kocaman bir siyah delik oluşturduğunu gördü. Ve ağzın içinde bir şey hareket etmeye başladı. Bir şey heykelin derinliklerinden yukarı doğru çıkıyordu. Dev gibi bir şey odanın zeminine çarptı, Tom zeminin titrediğini hissetti. Dev yılan, Slytherin'in ağzından kıvrılarak tam çıktığı sırada, Tom'un tıslaması duyuldu.
"Bana itaat et."
Parlak, zehir yeşili renkte ve bir meşenin gövdesi kalınlığında olan dev yılan aniden yere doğru kıvrıldı ve Tom'un dizlerinin önünde yer aldı.
Tom, başarmanın verdiği büyük mutluluk ve zaferle sırıtmaya başladı. Beş yıldır hakkında araştırma yaptığı, kayıtlara efsane olarak geçen Sırlar Odası'nı açmış, ve Basilisk'i Hogwarts'ta sihir eğitimi görmeye layık olmayanların üstüne salmak üzere kontrolü altına almıştı.
