Görsel: İmge
Şarkı da azıcık hüzünleneyim diye dinlediklerimden... Johnny Cash - Hurt
Bulutlu okumalar!
Geldiğim Migros sıradan süpermarketlere benzemiyordu. İçinde kafe, restoran, oyun parkı, birkaç mağaza, sinema ve Migros bulunan bir alışveriş merkezindeydim.
Karnım iyiden iyiye acıktığından vakit kaybetmeden market kısmına doğru yürüdüm. Kendime bir alışveriş sepeti kapıp evde ihtiyaç duyabileceğimiz en gerekli şeyleri düşündüm. Tuvalet kağıdı, deterjan, içecekler, yiyecekler derken... Paramın hiçbirine yetmeyeceği gerçeğiyle kafamdaki ufak bir hesaplama sonucu yüzleştim. Ne düşünüyordum ki? Babamdan eninde sonunda harçlık almam gerekecekti. Cebimde birazcık bir şeyler bulmam babama kafa tutup evden kaçmamı ruhen kolaylaştırıyor olabilirdi ama akşam ''oraya'' dönmek zorundaydım.
Bu yüzden labirente benzer markette çıkışı bulana kadar hafif tempolu yürümeye başladım. En azından sağlıklı bir şeyler yapan bir kafe bulup kahvaltımı yapabilirdim. Annem beslenmeme çok dikkat ederdi. Hastalığım yüzünden yağı, şekeri ve tuzu azaltılmış ölçülerle hayatım geçerdi. Alışmıştım.
Etrafıma bakınırken kendimi içki reyonunda bulmayı beklemiyordum. Çıkmak için geriye bir adım attığım anda birisini gördüm. Normalde geçip gitmem gerekirdi ama üstündeki bol gri kapüşonlunun altına kutu içeceği çabucak sokup yürümeye başladı. Çok küçük görünüyordu ve üstündeki bol kıyafetlerden yüzünü göremiyordum. Bir görevli var mı diye etrafıma bakındım. Aksi gibi kimse yoktu.
''Hey! Ne yapıyorsun?''
Eli diğer içeceğe giderken donup kaldı, tıpkı benim gibi.
Alt dudağımı içerde toplayıp geri bir adım attım. Neden bulaşmıştım ki? Korkuyla geriye doğru koşmaya başladım ama onu ihbar edeceğimi sanmış olsa gerek koşarak diğer yöne gitti. Hızımı azaltıp reyonların birleştiği koridorda çıkışa doğru tedirgince yürüdüm. Kasaya on beş metre kalmışken, otomatik cam kapı kapüşonluyla birlikte açıldı ve aradan sıvışmasını izlemekle yetindim.
Soluklarımı düzene sokmaya çalıştım çünkü üstüme ani bir yorgunluk çökmüştü. Dışarı çıktım. Üstüne ona üç beden büyük kıyafetler giyen hırsız ortalarda değildi. Burası kalabalıktı, sanırım ilçedeki gidilebilesi en yüksek yer burasıydı ve çoğunluk gençlerden oluşuyordu. Yine de herkesin zengin olmadığına kanaat getirdim. Az önce bir hırsızlığa tanık olmuştum, vay canına! Bir görevliye de söylemedim ama... Sanırım uğraşmak istemedim. Bir kutu içecekten ne olur ki? Fakat ya sürekli hırsızlık yapıyorsa? Bu kötüydü.
Karmaşık düşüncelerle acıkan karnım beni karşı tarafta kalan kafeye götürdü. Emin olmamakla birlikte Fenk Shui tarzı bir dekorasyonu vardı. Havada asılı beyaz renkli dikdörtgen Çin lambaları ve havaya mistik bir koku bırakan renkli-daha çok koyu renkli- mumlar yerleri süslüyordu. İçeride hiç masa yoktu. Yerlere, üstlerinde alçak tahtadan birer masa bulunan hasır-kilimler serilmişti. Eski altın rengi hasırların üstüne siyah renkli ufak kuş desenleri işlenmişti, kilimler daha çok metalik altuniye kaçan, renksiz dokumalardandı. Duvarlar açık keten rengine boyanmıştı ve üstlerinde dünyanın meşhur şehirlerinin rol aldığı yağlı boya tablolar asılıydı. Kafeye adım atar atmaz en ileride sizi karşılayan turkuaz rengi bir buda heykeli vardı. ''Namaste!'' dedim kendi kendime kısık sesle eğlenerek.
Çok karmaşık kültürleri bir araya getirip konsept oluşturmuşlardı ama her ayrıntıya bayılmıştım, özellikle yakılan tütsünün bıraktığı iç gıdıklayan şey buradan ayrılmamı zorlaştırmıştı. En sonunda karşıma bir çalışan dikildi. Altında paça kısmı bol siyah bir pantolon vardı ve pantolon tam bileklerinin üstüne bitiyordu. Onun altına hafif topuklu kahverengi bir terlik ve üstüne de beyaz renkli şilebezinden bir bluz giymişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Yığın Bulut
Genç Kurgu''Ancak ruhu kayıp olanlar benden hoşlanır.'' ''Öyleyse sana aşık olmam gerek.'' ☁