8. Bolum

109 11 2
                                    

Selamin aleykum.
Yaa bu aralar ilham amca bana pek ugramiyor. Ondan cok bise cikmadi sanki he?! Yorumlarinizi bekliyorum.

Bi de simgerden arkadasimizin komsu cocugu kitabini da okumaniz tavsiyedir.

Not: bu da biraz program sunucusu reklam yapar ya ona benzedi ama kapitalist sistem kurbaniyiz. Bize yardim edin.

Not: Her emek testedilmeye degerdir. Bi test edin bizi canim :)

Not: medyaları da artık wattpadın fotolarından yapıyorum. Yapabilecegimin en iyisi bu arkidesler. Yanii biz de bir kiz koymasını bilirdik ama hem sizin düşundugunuz gibi kalsin istedim hem de simdi benim hayalimdeki gibi bi kiz nerden bulacam dimi. Benim adim hidir yapabildigim budur :) :)

Not: iyi okumalar. Yazim yanlisim varsa ara :)

Serap teyzenin yanından ayrılıp Cerenlere doğru yol aldım. Beni dışarda görünce çok sevineceğine emindim.

Güvenliklerine başımla selam verip, kapıya ilerledim. Tam zile basacakken kapı birden açıldı ve birisi boynuma sarıldı. O kişi tabiiki Ceren'di. Ani şaşkınlığım geçince gülümsedim.

"Bıraksan da nefes alsak gardaşım" deyince ayrıldı. Karadenizlerinin dalgası sahile vurmuştu. Nemliydi.

"Bu gün bana hep bu ses tonuyla konuş, özlemişim." diyerek buruk bir gülümseme takındı.

"Tamam karadeniz gözlüm, üzülme. Geçti artık " deyip teselli etmeye çalıştım. O sırada onun odasına gidiyorduk.

Odasına girdik. Hayranı olduğum, ahşap ve eski İstanbul beyfendilerinin kullandığı tarzda olan çalışma masasına oturdum. Bu masa ona gerçek bir İstanbul beyfendisi olan dedesinden kalmıştı. Mirasına " Tek sahip çıkabilecek insana, Ceren'e bırakıyorum" diye yazmıştı. Haklıydı da. Diğerleri bu masanın kıymetini görememiş, hatta masa onlara kalmadığı için mutlu olmuşlardı. Ceren ise kullanmaya kıyamadı ve bir çalışma masası daha koymuştu odasına. Kalemle buluşması olduğunda, yazmak istediğinde otururdu. Ve tek kelimeyle döktürürdü.

Bir keresinde günlüğünü görmüştüm. Tek bir satırıyla bile mest olmuştum.

Girişinde "Evet, isteyen kendi kaderini kendi yazar. Ben de yazıyorum, yaşadığım, görebildiğim kadar..." yazısını okuyabilmiştim sadece. Gerisini okusam da anlayamam diye okumadım. Çünkü okumakla anlaşılmaz yaşamak gerekti kelimeleri. Onun sayesinde sevmiştim edebiyatı.

Bu düşüncelerimle baktım o ahşap masaya. Hayranlığım katlandı. Daldım gittim masanın güzelliğine. Bu dalmışlık halinden olsa gerek Ceren'in soru yüklü sesiyle irkildim.

"Hayırdır laz kızı seni dışarı çıkaran sebep nedir?"

"Söz"

"Ne sözü? Yoksa annesi...?"

"Evet"

Yanıma geldi. Sarıldı. "Çok güçlüsün be laz kızı. Gönül telimi titretiyor heybetin." dedi.

Yine dudaklarım ve gözlerim yanınca anladım konuşursam heybtimin tuzla buz olacağını. Sustum. Sadece gülüsedim boşluğa.

Cebimdeki zarfı almak için haraketlenince o da benden ayrıldı. Çıkardım. Gösterdim. Baktı. "Bu da bir şey mi?!" der gibi gülümsediğini belirten bir nefes verdi burnundan. Sonra ilerledi bir dolaba. Birbirlerine iple bağlanmış zarflar getirmeye başladı.

Eliyle üç işareti yaparak "Üç yıl", bu sefer de eliyle bir yaparak " Bir gün bile aksatmadan bu mektubu gönderdi. Kim gönderdiyse istikrarına hayran kaldım kardeşim. Bu dünyada böyle bir azim yok!" dedi.

MatruşkaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin