10. Bolum

114 10 8
                                    

Selamin aleykum. Gecenin 2:25'inde size yeni bolum hadi afiyet olsun. Taze taze yiyin bak ziyan olmasin :)

Iyi okumalar :)








Otobüs yolculuklarını severdim birçok insana zıt olarak. Tabi birkaç vatandaşın arabasını ödünç alma (!) deneyimlerimde farkettiğim gibi araba rahatlığı denilen şey mevcut. Bunun yanında otobüste değişik insanların hayatlarının bir kesitine giriyorsun. Senin girip girmemenin pek de bir farkı olmasa da bunu yaşamak güzel. Telefon konuşmalarına, yanındakiyle iletişimde nasıl davrandığına, o anki ruh haline tanık olursun. Camdan bakması bile güzeldir. Kulaklığını taktın mı klip çekiyormuşsun gibi hissedersin. Yani otobüse binmeyi severim.



Yapmaktan zevk aldığım bu yolculuğu berbat eden bir şey var bu gün. "Kim o?" sorusu. Yani birkaç fikrim var çünkü insan düşünmeden duramıyor bir saniye bile. Düşündüklerim arasında en mantıklısı diyebileceğim bir seçeneğin olmaması beni deli etmiyor değil doğrusu.



Ceren ilk aklıma gelen seçenek. Bu seçeneği geçersiz kılan sebepse neden Ceren'den bahsetsin ki yani bundan ne gibi bir çıkarı olur. Bu mektupları yazan Ceren ise bir çıkarı olabilir ancak. O da buna ihtiyaç duymaz. Onun yanımda olduğunu belirtmek için böyle Ali Cengiz oyunlarına gerek yok. Bu da bu şıkkı eledik demek oluyor.


Dedem şıkkına bakacak olursak bu şıkkın üzerinde fazla durmaya gerek yok. Çünkü dedemin Neşe'den haberi yok. Ondan bahsetmişti hatırlarsak. Dedemden bahsetmesi de ona bir yarar sağlamaz zaten. Zaten dedemi biliyor olması biraz zor ya zaten Trabzon'da olduğundan. Bu da diskalifiye oldu demek ki.


Bunu yapma ihtimali en yüksek babamdır. Ama üç yıl boyunca evden çıkmayacağımı bildiği halde bu notları yollamazdı. Eğer babamdan bahsediyorsa bu dünyadaki herkesten çok seven bir adam çocuğuna bunca yıldır bir kez gülmez mi?! Üstelik bana böyle davranmasını açıklayacak mantıklı bir açıklaması da yok.Yani bu şık da gitti.


Başka şıklar araken ineceğim durağa gelmiştim.
Ygs denemesi çözen dershane öğretmeni halimden çıkıp olduğum yerden arka kapıya doğru ilerledim. Allah'tan biri daha iniyordu yoksa ben düğmeyi basmayı akıl edecek durumda değildim. Bu yüzden bütün şehri turlayabilirdim.


İndiğimde direk olarak yukarı döndüğümde Serap teyzeyi ziyaret etmediğim aklıma gelmişti. Aa belki o bu soruma da cevap bulabilirdi. Nasıl soracaktım peki?

"Serap teyze bana nerden geldiği belirsiz mektuplar geliyor. Bu gün gelen mektupta bu yazıyo. Sence kim?" mi diyecektim?! Kadın beni deli zannedebilirdi. Sonuçta kaynağı belirsiz bir mektubu ciddiye alanın akli melekelerinden şüphe duymak gayet insaniydi.



Aslında bu soruyu ona uyarlayıp sorabilirdim. Şöyle:

"Serap teyze, seni koruyup gözeten, sen farketmesen de yanında olan, sana sayısız iyilikler yapmakta olan, seni bu dünyadaki herkesten ve her şeyden çok seven, sen seslendiğinde sesine cevap veren biri var mı hayatında?" diyebilirim. Cevaplarından da bir şeyler çıkarabilirimdim pek tabii.

Yine fışkırıyor Gül hanım. Zekanıza hayranım. Mütişsiniz. Mütiş bile sizin yanınızda sönük kalır ya öyle bir şeysiniz işte. Sizin yanınızda sherlock holmes halt etmiş. Yani bu zeka kimsede yok yahu. Maşşallah. Tütütütü.



Kendimi övmemi yarıda kesmiş kapı açılmasıyla açan kişiye parıltılı gözlerle baktım. Serap teyze artık tanışmışlığın verdiği bir samimiyetle buyur etti bu sefer beni. Hoşbeş ettikten sonra sorumu sorup karın ağrımı belli ettim. Yine buruk gülümsemeyi takındı. Evet evet hani şu dibine kadar cool olduğunu düşündüğüm gülüş. Biraz sessiz durdu. Başını eydi. Konuşmaya başladı.

"Var elbet herkesin olduğu gibi."

"Kim?"

"Seni beni yoktan var eden"


"Ne?!" Ani şaşıklıkla çıktı ağzımdan. Böyle bir şey beklemediğimi anlamıştı heralde ki açıklama yapmaya başladı. Böyle bir şey beklemiyordum zaten. Açıklama yapmasına karışmadım. Meraklı koyu ela gözlerimi diktim ona, dinlemeye başladım.

"Sana şahdamarın mi daha yakın yoksa tenin mi?"

"Şahdamarımdır herhalde"


"Peki sana şahdamarından daha yakın olan mı daha yakındır yoksa en fazla tenine değecek kadar yakın olan mı?"


"Şahdamarımdan daha yakın olan" Bu sözümden sonra odada bulunan küçük çaplı kitaplığa gitti. Ordan küçük bir kitap aldı. Bir sayfa aradığı belli oluyordu. Onu bulunca okumaya başladı.


"Kaf suresi 16. Ayette Allah Teala buyuruyor ki:
Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. " bunu okuduğunda elindekinin Kur'an'ın Türkçe anlamını yazan kitap olduğunu anladım.


"Her zaman yanımızda olan da O'dur. Tevbe suresi 40. Ayette de dediği gibi Peygamber Efendimiz Hz. Ebubekir ile hicret ediyorlar. Bir mağraya saklanıyorlar. Düşmanlar mağranın ağzına kadar gelince Hz. Ebubekir Peygamber Efendimiz öldürülürse bir dinin mahvolucağını düşünüyor ve bu duruma çok üzülüyor. Efendimiz de ona ' üzülme. Allah bizimledir' diyor. Bu hadiseyi de destekleyecek bir ayetse Necm suresi 3. Ayettir. O ayette Allah 'O asla heva ve hevesinden konuşmaz" buyuruyor. Yani Efendimiz Allah bizimledir diyorsa Allah bizimle beraberdir."


"Peki ne olmuş yani Hz. Ebu..."

"Ebubekir"

"Heh Hz. Ebubekir ne yapmış?"


"Allah ayetinde ' Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir orduyla destekledi ve kafir olanların sözünü alçalttı' buyuruyor. Yani rahatlamış ve Allah'ın hikmeti üzerine kafirlerin sesini çok uzaktaymış gibi duymuş. Bu olay bizi korumasına da örnek olabilir ama ben sana başka örnekler de vereyim."

Yine bir sayfa aradı gülümseyerek. Bulunca okumaya başladı.


"Babaları dedi ki: 'Onu size nasıl emanet ederim? Ya bundan önce kardeşini emanet ettiğimde olan gibi olursa! En hayırlı koruyucu Allah'dır ve O merhamet edenlerin en merhametlisidir.' .Yusuf suresi 64. Ayet. "


"Ben bu ayetten bir şey anlamadım."

"Nasib olursa sana bir gün Hz. Yusuf kıssasını anlattırsam anlarsın. Burda Allah'ın çok merhametli olduğunu ve en iyi koruyucunun O olduğunu anlasan yeterli şuan"

"Hmm peki. Ya bizi çok sevdiğine dair bir ayet var mı?"


"Öyle bir ayet... Yani "sizi çok seviyorum" gibi net bir cümle yok. Ama kullarına karşı pek merhametli olduğunu söylüyor. Biz haketmesek bile bize sayısız nimetler verdiğinden de çıkarabiliriz. Ve hata yaptığımızda bize hatalı damgası basıp, telafi şansı vermemezlik yapmıyor. Aksine tövbe edin bağışlayayım diyor. Anne baban bile hata yaptığında seni gözden düşürüyor öyle değil mi? Evlatlıktan reddetmek diye bir şey var maalesef.

Baksana bu gözü sana hiçbir fabrika üretip de veremez. Yapmaya gücü kudreti de yetmez. Ama Rabbin vermiş. Nimetlerinin saymakla bitmeyeceğini Rabbimiz şöyle açıklıyor:
'Ve ondan istediğiniz her şeyden size verdi. Ve eğer onun nimetini saysanız sayamazsınız. Muhakkak insan, gerçekten çok zalim ve çok nankördür (inkarcıdır). ' İbrahim suresi 34. Ayet."

"Peki seslendiğimizde Allah'ın sesini duyabilir miyiz gerçekten?"

"Hayır. Cevap vermek deyince illaki sesle olması gerekmez. Dua edersin, merhametli Rabbimiz de kabul eder. Kabul olmayan dua yoktur. Sadece senin için doğru zaman o zaman değildir ve o zaman değil de daha hayırlara vesile olacak bir zamanda olur. Ama illaki bu dünyada kabul olacak diye bir şey de yok. Cennette, ahirette, kıyamet gününde kabul olur. Mesela sen bir bela karşısında 'Allah'ım yardım et. Şu güçlük gitsin üzerimden ' dersin olmaz ama kıyamet günü sorgun yapılırken gider güçlük üzerinden."

Dua? En son küçükken babam beni sevsin, annem geri gelsin, mutlu bir aile olalım diye dua etmiştim. Bunu bana dedem öğretmişti. Baktım aile olmayı bırak iyice koptuk babamla, dua etmek istememiştim. Kabul olmadığını düşünmüştüm. Demek hiç kabul olmayan dua yok he?! Tuhaf!

MatruşkaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin