10. Bölüm- Öldürücü karanlık.

7 0 0
                                    

Özür dilerim BAYA BAYA geç geldi. Bir ay önce başladım bölüme. Bir hafta oldu köye gittik. Telefonum evde kalmış. Köyden geldim, okul açıldı. Yazmaya vakit buldum, yaz-sil. Beceremedim. Her şeyin başlayacağı bu bölüm güzel olsun dedim, kendimi de hayal kırıklığına uğrattım. Sadece, özür dilerim. İyi okumalar; okuyan bıraktıysam.

Dans şarkısı medyada!

“Kalkalım mı?” Herkes annemi onaylayınca Asil koşarak hesabı ödedi. Daha sonra beraber çıktık.
“Şimdi, erkekler siz gidin, saat 4’de burada buluşuyoruz. Ama kimse bir şey almasın. Ayırttırın. Beraber alacağız. Anlaşıldıysa, gidin bakalım.” Hepsi onaylayınca beraber gittiler.
“Kızlar, bildiğiniz mağazaların hepsini gezeceğiz şimdi. Hadi önden.” Melis yerinde zıpladı.
“Ben biliyorum!” Koşar adımlarla ilerlerken onu takip ettik, yine. Bizi bir mağazaya soktu. Her tarafta elbiseler vardı.
“En basitinden, ayrılıyoruz ve elbise alıyoruz. Melis, kendine bakarken Yeşil’e beğendiğin bir şey olursa onları da al. Yeşil, sende. Ben de ikinize bir şeyler bakacağım. On dakika veriyorum. Hadi bakalım.” Annem elini çırpınca gözüme kestirdiğim bir yere gittim. Elime birkaç elbise aldım. En son baktığım elbise çok güzeldi. Ama onu ben asla giymezdim. Elime alıp kabinlerin yanındaki koltuğa oturdum. Melis eli kolu elbise dolu bir şekilde yanıma geldi. Elbiselerin çoğunu bana attı.
“Al bakalım.” Korkuyla elbiselere bakıp Melis’e döndüm.
“Bu kadar şeyi deneyecek miyim?”
“Elbette. Sen bana bir şeyler buldun mu?”
“Evet.” Ona en son aldığım elbiseyi verdim.
“Çok tatlı. Annen geliyor.” Annem de gelip elimize elbiseleri tutuşturdu.
“Şimdi, eleme yapmam lazım bu kadar şeye zaman yetmez.” Mutlulukla anneme baktım. Kıyafetler arasından yarısını falan kenardaki askılığa astı. Elbise yığınından kendiminkileri seçtim.
“Hadi geçin kabinlere. Ben bekliyorum.” Oflayarak tüm elbiseleri –ki bunlar benim aldıklarımın 2 katı falandı, kabindeki askılara astım, sığmayanları da koltuğa yerleştirip sırayla giyinmeye başladım.
-
Yaklaşık iki saat geçmişti. Evet, iki saat! ‘Bu çok spor. Bu çok kötü.’ diye diye tonlarca elbiseyi üçe indirmiştik. İlk elbisem, üstü siyah, al kısmı beyaz(beyaza geçen kısımda şirin bir kavis vardı), dizimin bir karış üstüydü. İkincisi düz bordo bir elbiseydi. Boyun kısmı hafifçe kapalıydı. Kendiliğinden olan altın rengi kemerden sonra bollaşıyordu. Aynı boydaydı bu elbise de. Üçüncüsü ise beyaz, bebek yaka bir elbiseydi. Diğerlerinden en fazla 1 santim kısaydı. Kumaş beyaz kemerinden sonra bu da bollaşıyordu.
Melis’in sadece iki elbisesi kalmıştı. Kendi aldığı elbiselerin hiçbirini sevmemişti. Kalanların ilki lacivert bir elbiseydi omuz kısmında lacivert bir kumaş parçası ve lacivert taşlar vardı. Ten rengi tülümsü bir şey ile yerinde duruyorlardı. İkincisi ise mini, straplez siyah bir elbiseydi. Siyah bir kemeri vardı elbisenin.
Annem kıyafetlerimizi ayırtırken Melis ile koltukta oturuyorduk.
“Terledim yemin ediyorum. Hem haksızlık vardı sen sadece yedi elbise denerken bana on iki tane denettiniz. İnsaf!” Sitemime karşılık kıkırdadı.
“Ama benim başım bağlı. Sana kısmet bulmalıyız.” Sinirle omzuna vurarak bağırdım.
“Melis!” Annem yanımıza geldiğinde Melis hala gülüyordu. Cimcikledim.
“Neler oluyor kızlar? Hadi gidelim. Bizi bekliyorlar.” Ayağa kalkıp mağazadan çıktık.
“Elbiseleri ne zaman alacağız?” Melis hevesle annemin koluna girdi.
“Şimdi erkeklerinkini halledeceğiz. Daha sonra birlikte mağazaya dönüp alırız. Ama önce deneyip göstermeniz lazım.”
“Anne! Of, cidden tekrar mı deneyeceğiz?” Melis bana sırıtıp önüne döndü. Oflayarak annemlerin girdiği mağazaya birkaç adım gerilerinden girdim. Hepsi birlikte koltukta oturuyorlardı. Biz gelince ayağa kalktılar. Hepsi giyinmiş bekliyorlardı.
“Bakın, beğenmezseniz başka şeyler verin. Beğenirseniz alıp çıkarız. Bizim için fark etmez.” Hızla konuşan Sinan’a sıkkın bir bakış attım. Daha sonra üzerindekileri incelemeye başladım.
Boğaç beyaz gömlek, spor bir bordo ceket ve siyah pantolon giymişti. Gayet spor duruyordu. Asil ise siyah gömlek, siyah ceket ve beyaz pantolon giymişti. İşleri kesinlikle çok kolaydı. Sinan ise beyaz ceket, lacivert gömlek ve siyah pantolon giymişti. Hepsi de çok yakışıklı görünüyorlardı.
Şu erkeklerin işi ne kadar kolay ya!
“Ayakkabı olarak ne düşünüyorsunuz?” Boğaç herkes adına cevap verdi.
“Var aklımızda bir şeyler.” Annem ellerini çırptı. Erkekleri üzerlerini değiştirmek ve kıyafetleri almak için yolladı.
“İkizler size almayacağım çünkü geri dönmemiz gerek bu akşam. Yani partiye gidemeyeceksiniz.”
“Ne?”
“Anne!”
“Neden ki?” İkizler gelip sarıldılar.
“Bırakmam ki.” Kaşlarımı çatıp omuz silkmiştim.
“Yeşil, çocuk musun? Gitmemiz gerekiyor. Aras iş için Yunanistan’a gidecek. İşi bitince bir hafta tatil izni verdiler, Yunanistan’da. Biz de onunla gideceğiz.” Gözerimi pörtlettim.
“Ben de geleceğim!” Annem ofladı.
“Mezuniyetin var Yeşil. Başka zaman beraber gideriz?” Alt dudağımı sarkıttım.
“Tamam.” Ellerinde çantalarla Sinan, Asil ve Boğaç yanımıza geldiler.
“Gidelim mi? Çok güzel elbiseler bulduk!” Heyecanla ellerini çırpan Melis kapıya koşar adımlarla ilerledi. Biz de peşinden gittik. Toprak ve Bulut beni dürttüler.
“Abla, elbiseler kısa değildir umarım.”
“Evet abla. Kısaysa aldırmayız.” Omuz silkip yanaklarından makas aldım.
“Bilemiyorum. Annem ve Melis karar verdiler.”
“Abla sana sır vereceğim. Eğil.” Eğilerek Bulut’a yaklaştım.
“Eğer kısa elbise almak istersen kabul edip, başka elbise alacaklar.” Gülümsedim.
“Söylediğin iyi oldu ablacım.” Öpüp yürümeye devam ettim.
Mağazaya girince annem ayırttığımız elbiseleri alıp bize verdi. Hepsi koltuğa oturup bizi beklerken Melis neşeli neşeli kabine koştu. Ben de sıkkınca girdim kabine. İlk elime gelen elbiseyi giyip dışarı çıktım. Bordo elbiseydi bu. Spor ayakkabıyla komik duruyorlardı. Hepsi bana baktı. Annem gülümsedi. Diğerleri kaşlarını çattı. Üzgünce yüzümü astım.
“Kötü mü?” Hepsi birden aynı cevabı verince ürktüm bir an.
“Hayır, kısa.” Dudağımı ısırıp cevap verdim.
“Hepsi hemen hemen böyle?”
“O zaman hemen başka bir şeyler bak.” Gözlerimi pörtletip Sinan’a baktım.
“Hayır! Ben bunları beğendim. Bunlardan birini seçin.” Etrafımda bir tur dönüp kabine geri girdim. Ben girerken Melis lacivert elbiseyle çıkıyordu. Asil hemen sinirle konuştu.
“Siz beni delirtecek misiniz?”
“Ama Asil, senin yanından ayrılmazsam giyebilirim değil mi?” Ben siyah-beyaz elbiseyi giyerken konuşmaları dinliyordum.
“Bu sana bakmalarını engellemez.”
“Sen engellersin.” Boğaç konuştu bu sefer.
“Asil, Melis haklı aslında. Okulda korkanlar var senden. Bakmazlar.” Melis sevinçle zıplayıp kabine girdiğini duydum. Ben de çıktım.
“Bu nasıl?” Hepsi oflayıp bana baktılar. Boğaç gülerek konuştu.
“Bu daha da kısa. Olmaz bu.” Sinirle elimi belime koydum.
“Şalvar giyip gideyim istiyorsanız!” Kabine girip en hoşuma gideni giydim. Beyaz, bebek yaka olanı. Üzerimi düzeltirken Melis’in çıktığını duydum.
“Melis. Bunu gerçekten giymeyi düşünmüyorsun değil mi?”
“En hoşuma giden de buydu aslında. Tam olarak bunu düşünüyordum.”
“Melis!” Melis kıkırdadı. Arkadan birkaç kişinin de güldüğünü duydum.
“Ama Asil, lütfen! İlk kez mezun olacağım ve yanımda sen varken cidden bir şey olmaz. Lütfen!” Biraz sessizlik oldu.
“İyi, tamam. Ama bir daha asla bu kadar kısa bir şey giymeyeceksin!” Melis el çırptı.
“Tamam!” Kabinin kapısını açtım. Melis kabine giriyordu. Kapıyı kapatmadan önce birbirimize dil çıkarttık. Karşılarına geçtim. Aslında biraz gerilmiştim. Kendimi tarz yarışmasında gibi hissediyordum.
“Abla bu çok tatlı!”
“Bulut sus. Kısa bu. Olmaz.” Bulut, Toprak’ın omzuna hafifçe vurdu.
“Biz bize olsak inan istediğini giyebilirsin. Ama hayatta bu tarz bir şey ile o baloya gidemezsin.” Moral bozmaya yer mi arıyorlardı? Hayır sanki ben oramı buramı açan birisiydim de böyle konuşuyorlardı. Neden izin vermiyorlardı ki?
“Sinan’ın lafını unutmayın daha az ciddi bir ortamda bir şey diyeceğim.” Sinirle Boğaç’ın gerginliği alma çabalarını görmezden geldim.
“Siz herhangi bir şey seçin. Hızlı olun ama.” Sinan ve Asil kaşlarını çatıp birbirlerine baktılar. Bilmiyorlardı ki istemeden de olsa yaptıkları imânın çok çirkin olduğunu. Kırıldığımı da görememişlerdi.
Sinan, Boğaç’ı tuttuğu gibi çekiştirdi diğer elbiselerin yanına. Koltuktaki boş bir yere oturup üzgünce kafamı dizime yasladığım ellerime koyup beklemeye başladım. Melis neşeli neşeli kabinden çıkıp somurtan bana baktı.
“Ne oldu?” İç çekip Melis’e baktım. Anlamıştı heralde. Elindeki siyah elbiseyi kucağına alıp Asil’in yanına oturdu. Kulağına bir şeyler fısıldadı. Ama ben duymuştum.
“Kim bilir ne dediniz. Görmüyor musun acayip kırılmış.” İnkar etmeyecektim.Yan gözle kaşları çatık bana bakan bir Asil gördüm.
“Eskiden böyle değildi. Daha eğlenceliydi Asil.” Asil cevap verecekken elinde iki elbise ile Sinan ve Boğaç geldi. Elbiselere bir bakış atıp kabine ilerledim.
“Asıl sen böyle değildin Yeşil.”
“Ben hep böyleydim. Sadece fazla içime kapanıktım.” Kabine hızla girip pufa oturdum. Neden böyle demişti ki şimdi? Ben değişmiş miydim? Artık sevmiyor muydu beni?
Yoksa sadece fazla mı paranoyaklaşmıştım?
Boşverip elbiselere baktım. İkisi de aynı modelin iki farklı rengiydi. Kapalı bir yaka, kolsuz, sıfır dekolteli, yerlere kadar uzanan ve vücuda yapışmayacak kadar darlıkta biri siyah biri kırmızı iki elbiseydi. Açıkçası ikisi de acayip çirkin, kadın işi, fazla resmi ve kesinlikle benim tarzımın yüzde yüz dışında. Ağlamak üzereydim. Hayır yani neden istediğim elbiseyi giyemiyordum ki?
“Yeşil? Ne oldu? Geleyim mi?” Melis kapıyı tıklatıp yavaşça konuşmuştu. Gözlerimi kırpıştırıp içeri çağırdım.
“Baksana şunlara. Hayattan soğudum şu an.” Elbiselere bakıp yüzünü buruşturdu.
“Üçü de katır gibi. İnatçı şeyler. Bak ne diyorum, ikimiz de evdekilerden giyeriz?” Kaşlarımı çattım hemen.
“Hayır. İzin alabilmişken sen o siyah elbiseyi alıyorsun. Ben evdekilerden giyebilirim.” Emin olup olmadığımı ölçmek için beni inceledi.
“Eminsin. O zaman çıkalım.” Asil, Melis’in elbisesini ben kabindeyken aldığından hemen çıkabilmiştik mağazadan. Tüm moralim yerle bir olmuştu. Bunca yıldır tanıyorsam, o elbiselerden birini inat edip giydiğim andan itibaren partinin önünden geçirmezlerdi. Yoksa hayatta vaz geçmezdim.
“Abla üzüldün mü?” Gülümseyip yanağını sıktım Bulut’un.
“Birazıcık. Boşver.”
Annem ayakkabı alışverişi için bizi dağıttığında sinirle yürümeye başladım Melis ve annemin arkasından.
Mağazaya ilerlerken tuvalet işaretlerini görüp duraksadım.
“Anne ben tuvalete gidip geliyorum.” Tuvalete ilerlemeye başladım.
“Yeşil?” Şaşkınlıkla arkamı döndüm.
“Ne oldu?” Elindeki çantaya bir bakış attı ve bana uzattı.
“Fark etmedim sanma. Moralini bozmak istemememiştim. Söylemeyecektik ama okuldaki herkesin gözü sende. Erkeklerden bahsediyorum. Bir de kısacık elbise giyersen kötü şeyler olabilir. Tek şartla giyebilirsin. Tuvalete gitsen bile yanında ben ya da Boğaç olacak. Kabul mü?” Şaşkınlıkla Sinan ve elindeki çantaya baktım.
“Ciddi misin?” Başını yukarı aşağı sallayıp gülümseyince heyecanla koşup sarıldım.
“Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim.” Ayrılıp çantayı aldım ve içine baktım. Beyaz elbise!
Sevinçle zıplayıp tekrar sarıldım. Hızla ayrılıp heyecanla konuşmaya başladım.
“Ya çok fazla teşekkür ederim! En sevdiğim elbise bir de. Ay benim ayakkabı almam lazım. Ayrıca söz yanından milim ayrılmam. Ay çok mutluyum! Tamam gittim ben ayakkabı almam lazımdı.” Elbiseyi sıkı sıkı tutarak koşar adımlarla ayakkabı mağazasına girdim. Melis elindeki bir çift ayakkabıyı denerken çantayı gözüne sokarcasına önünde salladım.
“MELİS! Bak Sinan ne almış!” Kaşlarını çatıp çantaya baktı.
“Oha.” Gülümseyip etrafa bakındım.
“Daha sonra anlatırım. Ayakkabı bakmam lazım.”
--
“Ay akşam balo var değil mi? Çok heyecanlı!” Melis zıplayarak evde geziniyordu. Asil, Melis’in en az 30. kez söylediği şey ile kolundan tutup yanına oturttu.
“Sakin ol Melis.”
“Boğaç ne yapıyosun ordan ya?” Boğaç kahkaha atıp Sinan’dan uzaklaşınca güldüm. Kim bilir şimdi ne yapmıştı?
“Ne yaptı ki?”
“Asil beynimi okudu.” Asil bana tuhaf bir bakış atınca sırıtıp buz dolabına bakınmak için mutfağa girdim.
“Bacağımı dürtüklüyo da.” Buzdolabının kapağını açıp biraz bakınıp kapatacakken içeriden çığlık sesi geldi. İçeriye bakınınca kahkaha atmaya başladım.
Tavanda bir kelebek vardı. Kanatları renksizdi. Güve sanmış olmalılar ki Boğaç yere eğilmiş başını koruyor, Sinan koltuğa çıkmış ve eline yastık almış sallıyor, Asil elindeki dergiyi rulo yapmış o da dergiyi sallıyor.
“Ne gülüyorsun Yeşil? Evde canavar var.” Kelebek uçup çevremde dolaştı. Elimi kaldırıp bekledim. Konunca da gülümsedim.
“Hayır! Yeşil!”
“Sadece kelebek.” Dikkatle diğer elimle kelebeği hapsedip camı açtım ve dışarıya bıraktım.
Arkamı döndüğümde Sinan dışında hepsi eski yerini almıştı.
“Sinan in şurdan.” Gülüp kolundan çekiştirdim. Omuz silkip oturdu. Ben de yanına oturdum.
Başımı omzuna yaslayıp esnedim.
“Kendime yastık buldum. Melis bir iki saat önce beni uyandırırsın. Sen de kusura bakma Sinan. Çok rahat burası.” Sinan kıkırdarken gözlerimi kapattım.
Ben anormalim heralde. Yatakta değil de örneğin bir arabada ve ya birinin kucağında/omzunda daha rahat ediyordum.
--
“Oha çok tatlılar.” Gözlerimi açıp kırpıştırdım. Kafam hala Sinan’ın omzundaydı. Ama Sinan da kafasını benimkinin üzerine yaslamıştı. Eli de saçımdaydı. Sinan’ı dürtükledim.
“Sen de mi uyudun? Kalk hadi.” Sinan homurdanarak kalkınca bize gülerek bakan Melis ve Boğaç’a baktım. Melis telefonunu açıp bir fotoğraf gösterdi.
“Bu çok klişe değil mi? Cidden uyurken fotoğrafımızı mı çektin? Çok komik sil onu.” Melis hayır dercesine kafasını salladı. Hızla kalkıp telefonu almaya çalıştım. Kaçtı.
“Ver ya!” Gülerek ekranı kilitledi ve cebine koydu.
“Ver deme lazım olur.” Gözlerimi devirip etrafa bakındım.
“Saat kaç?”
“Beş buçuk sanırım.”
“Ben duşa giriyorum. Sonra kuaföre gidelim Melis.” Odama ilerleyip büyükçe bir spor çantasına elbisemi ve çok severek aldığım krem-siyah ayakkabılarımı yerleştirdim. Omuzdan askılı beyaz çantamın içine takılarımı ve bir miktar para ekledim ve çantaya yerleştirip duşa girdim.
Çıkıp üzerime yırtık bol kot bir pantolon giyip paçalarını katladım. Üzerine kısa beyaz bir tişört giyip siyah spor ayakkabılarımı da giydim. Saçlarımı tarayıp çantamı aldığım gibi kapının yanına gittim. Çantamı yere bırakıp koltuklara geçtim.
Melis gelince hızla evden çıktık. Saçımızı toplatmak istesek bile saatlerce bekleyeceğimizden erken gitmemiz gerekiyordu.
--
“Yeşil ve Melis. Nereye giderseniz gidin. Yanımızdan ayrılmak kesinlikle yok. Bu kadar. Şimdi inelim.” Asil’e fazla abartarak göz devirip arabadan indim. Sinan’ın ve Boğaç’ın koluna girdim ve yürümeye başladık. Kapının dışından bile müzik ve insan sesleri duyuluyordu. İçeri girince tanıdığım birkaç kişiye selam verdim. Büyükçe bir masaya oturduk. Masadaki kuruyemişleri önüme çekip bir yandan yerken, bir yandan da etrafı izliyordum.
“Bu mu balo? Çok sıkıcı. Ben balo yapsam kesinlikle kostümlü parti gibi olurdu!”
Yaklaşık yarım saat sonra alan daha da kalabalıklaşmıştı. Bembeyaz süslenen alanın ortasındaki rengarenk sahneye müdürümüz çıktı.
“Hoşgeldiniz...” Okuldaki bazı yaramazlıklardan ve geleceğimizden bahsetti. Zaten sıkıcı olan ortamı daha da baymıştı.
“...Artık eğlenmenize bakın!”
“Ne eğlence ama!” Hareketli müzik eşliğinde boş dans alanı dolmaya başladı. Asil ve Melis de aralarındaydı.
“Sinaaaaaaan?” Sinan bana tam bir ‘yiyosa sor’ bakışı atınca Boğaç’a döndüm.
“Hadi Boğaç dans edelim.” Kolundan tutup alana çektim.
Biraz dans ettikten sonra şarkı değişti. Slow bir şarkı çalıyordu.Boğaç’a söz hakkı tanımadan ellerimi omzuna koydum. Birkaç kişi sahneden çekilirken geri kalanlar dans ediyordu.
“Yoruldum ben.” Omuz silkip masaya ilerledim. Birkaç saniye sonra Melis geldi.
“Asil nerede?” Omuz silkip masaya oturdu.
“Dj ile konuşmaya gitti.” Şarkı kesilip Asil sahneye çıkınca herkes pür dikkat Asil’e döndü. Biz de.
“Arkadaşlar, alanı boşaltabilir miyiz? Size bir süprizim var. Yeşil, sen de ortaya gel bakalım.” Kaşlarımı çatıp ortaya geçtim. Asil sahneden atlayıp yanıma geldi.
“Küçükken yaptığımız gösteriyi hatırlıyor musun?”
“Evet?”
“Çıkar ayaklabılarını. Şunlara dans nasıl olurmuş gösterelim.” Gözlerimi pörtlettim.
“Asil, buzda değiliz.” Omuz silkti.
“Biz de kaymadan yaparız. Hem şimdi daha güçlüyüm. Rahat taşırım.” Tamam diye mırıldanıp masanın yanında ayakkabılarımı çıkarıp alanın bir ucuna geçtim. Asil de karşı uca geçip Dj’e işaret verdi. Evanescence- My Immortal şarkısı başlayınca sahnenin kenarından yürümeye başladım. Yarısına gelince ise ortaya ilerledim. Asil de aynı hareketleri yapıyordu. Sözler girdiğinde ortada buluşmuştuk. Yavaş hareketlerle döndük ve tango-lirik dans karışımı dansımıza başladık. ‘All of me’ dediği kısımda ayrılıp üzgünmüş gibi hareketler yaptık. Dışarıdan ne kadar güzel görünüyorsak, bize göre oldukça komikti.
Dans devam ederken Asil’in belimden tutup kaldırdığı kısımlarda bazı tezahüratlar duymuştum.
Bitirince eğilip selam verdik. Herkes büyük bir heyecanla alkışladı. Gülümseyip masaya ilerledim. Bu arada başka bir hareketli şarkı çalmaya devam ediyordu.
Sandalyeye çöküp su içmeye başladım.
“Bu kadar yorucu muydu bu?” Asil gülerken Boğaç da suratını astı.
“Demet olsa biz de dans ederdik.” Endişeyle Melis’e baktım. Dudaklarını oynatarak söylemediğini anlatmaya çalıştı.
Demet, Boğaç’ın ilk aşkı. Onu binbir zorlukla bulmuş ve buraya getirmiştim. Boğaç mutlu olsun diye. Yıllar sonra.
Bu sırada Arkadan Boğaç’a gizlenerek yaklaşan Demet’i görünce Sinan’a eğildim. Melia de Asil’in kulağına fısıldadı.
“Sakın tepki verme.” Anlamayıp yine de başlarını salladıklarında gözlerimi kapatarak Demet’i çağırdım. Hızla gelip Boğaç’ın gözlerini kapattı.
“Ne oluyor?” Kıkırdadım.
“Kimsin ya!” Asil şaşkınlıkla bana baktı. Gülümsedim. Demet eğilip Boğaç’ın yanağını öptü.
“İyi insan lafın üzerine gelirmiş değil mi Boğaç?” Gülmemeye çalışarak söylemiştim. Jeton ne zaman düşecek acaba?
“Ne diyosun Yeşil? Sen de gözümü açsana!”
“A-a. İnsan hiç öyle der mi sevdiceğine.”
“Ne? Yeşil? Bir dakika. Olamaz. Değil mi? Demet değildir? O mu yoksa?” Demet heycanla ellerini çekip önüne geçti.
“Ta kendisi!” Boğaç hızla ayağa kalkıp Demet’e sarıldı ve aşırı banelce belinden tutup döndürdü.
Hayır bunun nesi romantik? Tamam ben odun da olabilirim ama hiç de romantik değil bence.
Ben mi çok odunum?
Demet, Boğaç’ın yanına oturunca onu süzdüm biraz. Kaç yıldır görüşmemiştik. Kendisi de maşşallah taş gibi olmuştu. Acayip güzelleşmişti.
“Çok teşekkür ederim. Seni çok aradım ama bulamadım Demet.” Demet omuz silkti.
“Hala seviyor musun peki?” Boğaç, kolunu Demet’in omzuna atıp kendine çekti.
“Elbette!” Seslice bir nefes verip hafifçe bağırdım.
“İçim şişti. Lavaboya gidiyorum.” Sinan da ayaklanınca ofladım.
“Oflamayınız bayan.”
“Demet gelince anılarınız mı depreşti bayım?” Güldü.
“Bilmem, belki.”
--
“Ya ben çok yoruldum. Gidelim hem kimse de kalmadı.” Hepimizin içinden geçeni Melis dile getirdiğinde birlikte ayağa kalktık.
Arabaya binecekken durdum.
“Telefonum masada kalmış. Alıp geliyorum.”
“Ben de geleyim.”
“Saçmalama Sinan. Hem içeride kimse de yok. Alır hemen gelirim.” Hızla masaya ilerleyip telefonumu  aldım. Kapıya koşarken birden bir şey oldu. Karnımda bir acı. Çok keskin bir acı. Telefonumu yere düşürdüm, bedenimş kullanamaz hale geldim, daha sonra... Sonrası, yok. Sadece boşluk. Öldürücü soğuk, öldürücü acı verici, öldürücü karanlık.

YEŞİL.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin