Ertesi gün, Hermione öğleye doğru ofisinde tek başına çalışıyordu. Daha doğru tabirle çalışmaya çalışıyordu, çünkü ne yazık ki aklını bir türlü okuduğu rapora veremiyordu. Akşamki kutlamanın stresi o kadar yoğundu ki, deli gibi çalışmak bile Hermione'nin unutmasını sağlayamamıştı. Düşündükçe eli ayağına dolaşıyordu, mutlaka Mr. Potter'la yan yana gelmesi gerekecekti ve o ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemiyordu. Mesafeli mi davranmalıydı, yoksa eskiden olduğu gibi mi? Sanki ne yaparsa yapsın insanlar ikisi arasındaki şeyi anlayacakmış gibi geliyordu, ne kadar mantıksız olduğunu bilse de. Tabi bir de onun kendisine nasıl davranacağı kısmı vardı... Ya mesafeyi korumayacak olursa? O zaman ne tepki verecekti?
Elindeki raporu bir kenara atıp başını ellerinin arasına aldı. Başı çatlayacaktı düşünmekten... Ne olmuştu da bu kadar kararsız biri olup çıkmıştı? Bir yıl önce sorsalar, asla ikilemde kalmadan ne yapması gerektiğini bilirdi: Uzak dur, yüz verme, profesyonelliğini koru. Peki, şimdi neden aklının olur dediği bu garantili yolu seçmek çok zor geliyordu?
Saatine baktı, 12'ye yaklaşıyordu. Belki aklı dağılır umuduyla mail kutusunu kontrol etti, aksi gibi boştu. Ne yapacağını bilemeyerek sandalyesinde geriye yaslandı. Bir ay geçmesine rağmen duygularından kurtulamamış olması garipti. Oysaki Mr. Potter'a –içinden ona Harry dememek için epey telkinde bulunmuştu kendine- duyduğu çekimin, onun yanında bulunmaktan kaynaklı olduğuna fazlasıyla emindi. Peki, o zaman niye onu görmemesine rağmen aklından çıkaramıyordu?
Elindeki kalemi parmaklarının arasında çevirirken dudaklarını ısırdı. Bu duygusal karmaşa onun kesinlikle alışık olmadığı ve hayatında istemediği bir şeydi... En son bir erkek hakkında bu kadar çok düşündüğünde üniversitedeydi, sonrasında ne hayatına, ne de kalbine giren olmamıştı. Olmasını da istememişti Hermione, aşk, insanı yormaktan başka bir işe yaramıyordu ve yorulmak için kullanabileceği bir kariyer programı zaten vardı. Şimdiyse kurduğu denge yerle bir olmak üzereydi, hissediyordu ve üstelik müsebbibi de kolayca karara varabileceği biri değildi. Prensipleri açıkça kalbini yok saymasını söylüyordu. Ama yapmak öyle zordu ki...
Pencereden dışarı bakarken, birden kendine kızdığını hissetti. Belki de bu kadar abartması gereksizdi. Mr. Potter da onun kadar düşünüyor muydu acaba? Hiç sanmıyordu Hermione. Bir aydır tek bir temas teşebbüsü bile olmamıştı. O burada kıvranadursun, belki de sevgili patronu onu çoktan unutmuştu bile. Bilesi yok, kesin unutmuştu. Hermione kendini değersiz hissederken, bunun olabileceğini biliyordu. Onu düşünüp duracak değildi ya...
Yok, beyni patlayacaktı. Üstü üste gelen düşünce sağanakları çok fazlaydı artık, aklını dağıtması lazımdı, yapacak bir şey bulması, ya da...
Ya da biriyle paylaşması.
Aklına gelen fikirle derhal telefona saldırırken bunu daha önce yapmış olması gerektiği için hayıflandı. Gerçekten iyi gelebilirdi.
Telefon çaldı. Karşı tarafın açmasını beklerken sabırsızlanıyordu, bir an vazgeçecek gibi oldu, kimseye anlatmasa mıydı acaba-
"Alo?"
Tanıdık sesi duyduğunda derin bir nefes aldı.
"Alo. Pansy?"
"Hermione?!"diye çığlığı bastı ahizenin diğer tarafı. "Kulaklarıma inanamıyorum, sen misin?"
"Benim Pans, sakin ol..."dedi Hermione gülerek.
"Sakin mi olayım? O dört duvarın içinde delirdiğini düşünmeye başlamıştım, aylardır hiç konuşmadık!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Patron
FanfictionGenç, hırslı ve kariyerine odaklı bir asistan... Umursamaz zengin bir patron... Aniden gelen önemli misafirler… İş dünyasının acımasız çarkları arasında, Hermione Jean Granger, prensiplerine sadık kalmayı başarabilecek mi? Not: 2012'de yazılıp bitmi...