Bölüm 9: Nişanlı

1.4K 85 3
                                    

Ona saatler gibi gelen bir dakikalık süre boyunca, Hermione, beyni az önce duyduğu sözcüğü anlamlandırmaya çalışırken sessiz kaldı. Nişanlı... Şaka mıydı bu? Herhalde öyleydi, ama yine de ensesinden aşağı buz gibi ter boşanmasına sebep oluyordu. Sesini nihayet bulabildiğinde, ağzından dökülen kelimeler kesinlikle planlanmış değildi.

"Nişanlı mı?"diyebildi fısıltıyla. Şok olmuştu, gerçekten şok içindeydi ve dili damağı kurumuştu sanki, ağzından nasıl olup da sözcükler çıkabildiğine hayret ediyordu, dünya sarmal bir uğultunun içinde dönüyor gibiydi. Bu nasıl, nasıl olurdu?

Hayal meyal, esmer kadının onaylayışını, Mr. Potter'ın gergince onun daha fazla konuşmasını engellemek için gitmesini rica edişini gördü. Hiçbir şey olmamış gibi "tebrikler" diyebilmeyi nasıl becerdiğini bilmiyordu, o kadına bakıp da nasıl bu habere mutlu olmuş gibi gülümseyebildiğini... Adeta önceden programlanmış bir robot gibi, beyninin emrettiklerine uyarak nasıl davranması, nasıl görünmesi gerekiyorsa onların, o davranışların taklidini yaptı. İçinin nasıl da donup kaldığını, dünyanın döndüğünü ama buna rağmen ayaklarının yere çakılı kalmış, dibine beton dökülmüş gibi hissettirdiğini gizlemeyi başardı. Sanki bir rüyadaymış gibi, flu görüntülerden birinin görüşünden çıktığını fark etti. Sonrasında bir boğaz temizleme sesi ve tedirgin bir sesleniş...

"Hermione?"

Kendine gelmek için belli etmeden bir nefes alıp başını kaldırarak Mr. Potter'a baktı, nasıl görünüyordu kim bilir... Harry başıyla hafifçe, ona köşeyi işaret etti, dört köşe salonun iki duvarının birleştiği noktalardan en yakını, Noel'de çam ağacının konduğu köşe, kimse duymadan konuşabilecekleri bir yer. Ses çıkarmadan onu takip ederken ayaklarının nasıl olup da hareket ettiğine şaştı bir kez daha.

Beş metre kadar ötedeki nispeten sessizliğe ulaştıklarında, Hermione durup ona baktı tekrar, bu kez yüzüne tam olması gerektiği gibi otomatik, standart bir gülümseme yerleştirdi. Ona bakan yeşil gözlerin sahibine dair şu an hissettiği tek şey, zehir olarak tanımlanabilirdi. Sanki içinde akan bir zehir vardı, vücuduna zerk edilen ve onu yaka yaka ele geçiren; acıyı dindirmek için vurmak, kırmak, incitmek istiyordu, parçalamak, parçalamak ve ta ki yok etmek... Cismi varlıkları değil yalnız, biliyordu, işe yaramazdı. Keşke mümkün olsaydı, mümkün olsaydı da yüreğine düşen büyük kayayı parçalayabilseydi... Ama tek yapabileceği, damarlarına dolan bu zehri akıtmaktı. Vurup kırarak olmazsa, sözle akıtmak. Zaten en etkili zehir, dilden gönle akan değil miydi?

Başını meydan okurcasına kaldırıp gözlerini yeşillerle buluşturduğunda, o an verdiği karar uydu ve bu akşam buraya gelirken söylemeyi planladığı ne varsa yuttu. Zayıflığın sırası değildi, hem de hiç. Hele ki değmeyecekse...

"Tebrik ederim."dedi mümkün olan en zehirli gülümsemeyi takınarak. "Açıkçası hızınız beni bile şaşırttı, Mr. Potter."

"Hermione-dinle."

Hermione kaşlarını kaldırdı.

"Neyi? Ah, evet, nişanlınızla olan hikâyenizi dinlemeyi isterdim gerçekten, ama şu an pek de sırası değil sanırım. Belki başka zaman..."

"Hermione-"

Karşısındaki adam tekrar konuşmak için ağzını açtı ama müsaade vermedi.

"Ha bir de, umarım mutlu olursunuz. Bu jet hızıyla aldığınız karardan... Yıldırım aşkı herhalde."

"Hermione."

Bu kez öncekilerden çok daha sert çıkmıştı sesi, Hermione onun kendisine yaklaşmasını fark ederken sustu.

PatronHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin