Gökyüzü, canının yandığını belli etmek istermiş gibi oldukça şiddetli bir yıldırımla gürledi. Oluşan görüntü atmosferin koyu mavi rengiyle bütünleşince, dhimetriaların içinde kan yerine nefret akan damarlarının bir yansımasına dönüşmüştü. Çıkardıkları kendine has sesleri, henüz yağmaya başlayan yağmurun her damlasına çarpıp rüzgarın kasvetli uğultusu arasında kayboluyordu. Onlarca dhimetria, Baussley'in etrafında kusursuz bir daire şeklinde dizilmiş ve ses tellerini titreterek gökyüzünün sonsuz boşluğuna doğru bağırıyordu. Baussley'in bedenini terk eden kan, hepsinin içindeki açlıkla birlikte gerçek görünüşlerinide ortaya çıkarmıştı. Kirli ama devasa büyüklükteki kanatları, tıpkı bir erkeğin sahip olduğu gibi ademcik elmasları(dhimetrialarda üç tane bulunuyor), çenelerinin biraz altında bulunan solungaçları ve domuzların sahip olduğu gibi burun deliklerine sahiptiler. Saçları keçeliydi ve vücutlarının her yerine yayılabilecek uzunluktaydı. Kendi geleneklerine göre kurban ettikleri Baussley'i, kendilerine özel ayinleriyle Baş Kadın'a(dhimetriaların başındaki kadın) sunuyorlardı. Aralarında konuştukları dil günümüz dilinden oldukça uzaktı. Kelimeler yerine değişik tonlarda ve frekanslarda sesler çıkarıyorladı.
Özel kıyafetini delip geçen tırnaklarını yavaşça derisinden çıkararak geri adımlarla dairede yerini aldı. Gözlerindeki bakış biraz sonra ağzının kenarıyla atacağı sinsice gülümsemenin bir kanıtıydı. Sivri dişlerini gösterecek şekilde ağzına açtı ve diğerlerinin aksine daha yüksek bir sesle kafasını gökyüzüne yöneltip boğazında birikmiş nefret çığlığını havaya savurdu.
Baussley hissettiği acıya ve içerisinde bulunduğu psikolojik duruma daha fazla dayanamayarak dizleri üzerine çöktü. Kafasını önüne sarkıttı ve tıpkı ölmek üzere olan bir insanın çıkartabileceği bir sesle "Sürtükler." dedi. Alt çenesi elinde olmadan titremeye başlamıştı. Dudağının kenarından süzülen kan, gözlerinden akıp giden yaşla ve toprağa yumruk atarcasına yağan yağmurun arasında kendini kamufle ediyordu. Yağmurun ıslattığı saçlarının bir kısmı alnına bir kısmıda kafasına yapışmıştı. Kulaklarını yırtacak derecede çıkan o çığlık sesleri, gözleri önünden bir film gibi geçip giden hayatının arka planındaki bir müzik olabiliyordu sadece. Gözlerini kapatmaktansa hızlıca kırpıp uyanık kalmayı tercih ediyordu.
Zar zor açık tutabildiği gözleriyle dhimetriaların aniden tuhaf tuhaf hareketler yaptığını farketti. Yağmurdan ıslanmış saçlarını kafalarından söküp atmak istermiş gibi bir halleri vardı. Ellerini kulaklarına dayamıştılar ve sanki ayin için değilde ölümün ta kendisine bağırırmış gibi çığlık atıyordular bu sefer. Hepsi oldukları yerde tıpkı Baussley gibi diz çöktü ve kafalarını toprağa gömmek istercesine dizleri arasına aldılar. Sanki Baussley'in duyamadığı bir ses onlara zarar veriyor gibiydi. Baussley kendini kaybedip yere yığılmadan önce gördüğü son şey ise tahmin ettiğinin aksine kendisinin anlayamadığı şeyin parçaladığı, dhimetria vücutları içerisinden çıkan tertemiz beyaz kuş tüyleri olmuştu. Kafasını ıslak toprağa bıraktı ve yağmur, kirpiklerini yalayıp geçerken gözlerini kapadı.
4 SAAT SONRA
Baussley, bedeninin üzerinde hissettiği beton yığınını andıran bir ağırlıkla gözlerini açmaya çalışıyordu. Sanki her bir kirpiğinin ucuna bağlanmış demir kürelerini göz kapakları ile kaldırması gerekiyormuş gibi güçlük çekiyordu. Kısa bir süre sonra gözlerini kırpıştırarak bulanık bir görüntü elde etmeyi başardı. Gözlerinin önünde henüz kim olduklarını ayırt edemediği insanlar duruyordu, dudaklarını oynattıklarını görebiliyordu fakat kulakları sesi algılayamıyordu. Kafasında, neler olduğuna dair fikirler oluşmaya başladığında belini doğrultmayı denedi fakat iliklerine kadar saran bir acıyla tekrar yatağa yapıştı. Belini istemsizce havada tutuyordu. Canının acıdığını çıkardığı inlemeler bütün sıcaklığıyla ele veriyordu. Gözlerini ve dişlerini aynı anda sıkmıştı ve avucunu parçalarcasına tırnaklarını elinin içine bastırıyordu. Omzuna dokunan bir el hissetti, ''Sakin ol Baussley, biz buradayız.'' dedi birisi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEVALÜE: BELİRSİZ
FantasíaKara büyücüler, mavi büyücüler ve beyaz cadılar arasında olan Dokunulmazlık Antlaşması; kara büyücülerin, mavi büyücüleri ve beyaz cadıları kendi amaçları uğruna köleleştirmesiyle tekrar alev almıştı. Kara büyücüler, gittikleri her yere ölüm ve kork...