Kapılar bir bir yüzüme kapanırken kendimi arkamdaki duvara yasladım. Sırtım temas ettiği soğuk yüzeyden aşağıya doğru kayarken, gözyaşımın tuzlu tadı yüzümde sıcaklık oluşturuyordu. Dizlerimi kendime çekerek, kollarımla onları kavradım ve olduğum yerde küçüldüm. Çocukluğumdan gelme bir alışkanlıktı bu. Sanki küçülürsem kimse beni görmeyecek gibi hisseder ve kendimi korumaya aldığımı düşünürdüm. Hala da öyle düşünüyorum.
''Ona bir şey olmayacak.''
Duyduğum sese sadece olduğum yerde ileri geri sallanarak cevap verdim. Zuhal haklı... Ona, bir şey olmayacak, olmamalı... Başımı kaldırıp kapıya bakmaya korkuyorum. Kapıdan çıkacak olan doktorun bana söyleyeceği iyi bir sözcüğe öylesine muhtacım ki... Aksi ihtimali yüzünden bakamıyorum o kapıya. Hakan'ın bir kez kaybetmişken, şimdi sonsuza kadar kaybetme ihtimali yüreğimi sıkıştırıyor.
''Ecrin, ne oldu o terasta?''
Ağabeyimin sesi ile başımı gömdüğüm dizlerimden kaldırdım. Yaşlı gözlerim, onun gözleriyle buluştu. ''Ne mi oldu?''dedim içimden. ''Hayatımın en kötü anını yaşadım, hayatımı elimden alacak olan anı yaşadım, beni öldürecek olan anı yaşadım ve evet... Ölüyorum.''
''Yusuf Kurşun.'' derken ağlamaktan çatallaşan sesim yüzünden bir iki öksürmek zorunda kaldım. ''Hakan'dan hep nefret ettiğini söylerdi ağabey hatırlıyor musun?'' dedim gözlerine bakmayı sürdürürken. ''Gerçektende nefret ediyormuş, onu öldürtmek isteyecek kadar...''
Cümlem ile ağabeyimin gözlerinde gördüğüm ifade parçaları birleştirmeye çalıştığının kanıtıydı. Zuhal ise hiçbir şey anlamazken dehşete düşmüş bir ifade ile boşluğa bakıyordu. Hakan'ın içeride can çekişmesine sebep olan kişinin ölen babası olduğunu öğrenmişti. Aslında yine de sağlam duruyordu. Boşluktan ayırdığı gözlerini bana diktikten sonra oturduğu yerden kalktı. Adımları bana doğru gelirken tam önümde durdu.
''Nasıl?'' dedi fısıltı şeklinde. ''Nasıl olurda ölen babam, ağabeyimi öldürmeye çalışır?''
Yanıtsız kalan sorusu dizleri önünde çökerek benimle aynı hizaya geldi. Elleri, kollarımı sıkıca kavrarken etime gömülen tırnaklarını hissettim.
''Konuşsana Ecrin, nasıl olur bu dediğin? Sen hayatımıza girdiğin günden beri ağabeyim ellerimin arasından kayıp gidiyor.''
Üzgün ve yaşlı gözleri şu an kızgın bakıyordu bana. Haklıydı, ne diyebilirim ki? Hiç dönmemeliydim. Yaşamaya mecbur koşulduğum hayatın sınırlarından hiç çıkmamalıydım. Hakan'ın karşısına hiç çıkmasaydım, şu an da iğrenç kokan bu hastanenin ameliyathanesinde olmayacaktı. Düşüncelerim beni sarsan Zuhal ile keskin bir jilet kesiğinin izleri gibi bölündü.
''Hayatımıza girdiğin güne lanet olsun. Ağabeyimin karşısına çıktığın güne lanet olsun.''
Transa girmiş gibiydim. Duyduğum cümleler üzücüydü ama Hakan'ı kaybetme korkusu damarlarımda amansız bir hastalık gibi dolaşırken işittiğim hiçbir cümle ruhuma işlemiyordu.
''Zuhal yeter, görmüyor musun halini!''
Ağabeyim, Zuhal'i benden uzaklaştırırken olduğum yerde ileri geri sallanmaya başladım. Delirmiş gibiydim, belki de delirmiştim. Hakan'ın benden uzakta yaşamasına katlanabilirim. Bende kilometrelerce uzakta olsa da nefes aldığını bilerek yaşamaya devam edebilirim ama Hakan'ın nefes alıp vermediği bir dünya da yaşayamam ki... Dayanamam buna. İşte bu düşünce beni delirme raddesine getiren.
''Lanet olsun, neden kimse çıkıp bir şey demiyor?''
Zuhal'in sesi koridorda yankılanırken duyduğum adım sesleri ile başımı kaldırdım. Bize doğru ilerleyen iki silüeti yaşlı gözlerimden önce tanıyamasam da yaklaşmaları ile yüzleri netleşti. Duru hızlı adımlarla Zuhal'e ilerlerken acısını söküp almak istermiş gibi sarıldı ona. Baran ise ağabeyime sorular sormaya başlamıştı. Kendimi yalnız hissediyordum, yapayalnız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ECRİN
Ficción GeneralAşk ne değişik şey, ya her şeysin ya hiçbir şey. O şimdi bir hiçti. Dışı kahkaha atarken, ruhu susmaksızın ağlıyordu. Çok gülen insanlar aslında çok mutsuzdurlar sözü onun için vardı. Hakan Kurşun. O artık gerçekten bir kurşundu ve ilk kendisini vur...