Tanıtım

48 7 1
                                    

Bir kuş uçar insanların içerisinden bazen. Öyle bir uçar ki bu kuş, bütün ömür boyu beklense de ölüm döşeğinde gelir bazen. Gittiği gibi gelir bazen de. Ya da ölümden sonra gelir. Öyle bir kuştur ki bu, bütün ömür boyunca ne olduğunu değil, ne olacağını simgeler. Bütün umutları yerle bir ederken aynı anda yeni tohumlar eker. Ve nasıl her parmak izi bir değilse, bu kuş hiç kimse de bir değil. Kelimeleri yetersiz kılar çoğu zaman. Gözyaşlarını usul usul pınarlarından sarkıtır. Acı'dır bu kuşun ismi.

Ve benim kuşumu öyle bir zamanda öyle bir yere gönderdiler ki, ne gönderen geri getirebilir ne de sahibi.

Benim, dakikalar öncesinde acı kuşum öyle bir uçmuştu ki, geri yurduna döndürebilene aşk olsun.

Gözlerimi kollarımda kanlar içerisinde yatan bedene döndürdüm. Ellerimin arasında hissettiğim yapışkanlığa aldırmadan, kucağımda sere serpe uzanan bedenin açık ama donuk gözlerine odakladım gözlerimi.

Zaman durmuştu. Acı o kadar büyüktü ki hisler unutulmuştu. Hissetmek unutulmuştu. Gözyaşlarının pınarlarını, acı , kökleyip atmıştı bir yabani ot gibi. Mahvetmişti bir hayatı.

Hiç bir zaman kabullenemediğim bir tanım kucağımda yatarken hissizleşen içime inat sımsıkı sarıldım o buz tutmuş bedene. Sımsıkı ve sanki o yaşarmışçasına. Sımsıkı ve sanki o, onun yıllarını bana devretmişçesine. Sımsıkı ve sanki.. sanki bunu hiç adam akıllıca yapamamışçasına.

Acının kuruttuğu göz pınarımdan usulca bir yaş süzüldü önce. Hayır. His yoktu. Hissetmek yoktu. Yasaktı. Olmazdı. İhanetti bu. Unuttu beynim tekrar hissetmeyi. Ve o dakikadan sonra dökülen tek göz yaşı oldu bu. Ne arkamdan gelen ses ne de kapının şiddetle tıklatılması. Yoktu. Zaman durmuştu. Ölüm meleği çoktan uçmuştu. Ben daha ona neden bile diyemeden gitmişti. Ben daha.. ben daha...

Siktir et, dedim. Ne hissizliğinden bahsediyorsun sen diye çaresiz bir serzeniştte bulundum beynime. Önce bir hıçkırık koptu dudaklarımdan. Derin bir iç çekiş sonra. Yeni bir göz yaşı. His vardı. His kaybolmazdı. His sadece saklanırdı. Yok olmazdı.

Daha biraz önce iğrenç bir espiri yapıp ardından kahkaha atan ben değilmişim gibi boşaldı bütün gözyaşları yüzüme. Kelimeler yitirdi anlamını. Büsbütün yalnızdım artık. Sıfıra sıfırdı bundan sonrası her zamanki gibi. Elde vardı yine sıfır. Ama bu elde başka eldeydi artık. Bu sıfır, başka sıfırdı. Sağlam bir sıfırdı. Öyle sağlamdı ki kendini topladığında kendin eden sıfır değil, ona çarptığında seni yok eden bir sıfırdı.

Zihnimdeki Oğuz Atay fısıldadı sessizce :

"Kelimeler, Yalnızlığı unutturdu ve Yalnızlık, Kelime ile birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, Yalnızlığı anlattı ve Yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız Kelimeler acıyı dindirdi ve Kelimeler insanın aklına geldikçe, Yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu."

Öyle bir yalnızlıktı ki benimki artık, ne kelimeler unuttururdu bunu, ne de zihnim.

Yanımda olan tek insan uçup gitmişti. Beraber yalnızlığı paylaştığım insan gitmişti. Damarımda kanının dolaştığı insan gitmişti. Nefesim gitmişti.

Usulca geri yere bıraktım kucağımdaki bedeni. Ellerimi dayadığım parkeden destek alıp ayağa kalktım. Yavaşça dış kapıya yürüdüm. Açtım ve dışarı çıktım. Peşimden gelen Baha'nın ve tüm dünyanın seslerine tıkanmış bir zihinle usulca yönlendi ayaklarım. Nereye gittiğini bilircesine usul usul sürtündü asfaltta.

Kiralık UmutlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin