Altıncı Bölüm

29 6 1
                                    

Ben Can'ın arkasından sadece bakakalmıştım. Zaten bişi sorsam bile cevap vereceğini bu durumda pek sanmıyordum. Kahvaltı yapmayacaktım. İştahım kaçmıştı. Kalkıp masayı toparladım. Sonra aklıma defter geldi. Odamdaydı. Ve o kocaman sincapta. Can acaba atmışmıydı? Odama geçtim. Kapı hala örtüktü. Derin bir nefes alıp kapıyı açtım. Odam darmadumandı. Yani bu Can'ın sincabı yakalamak için çok uğraştığını gösteriyordu. Ama bunlardan daha önemli bi işim vardı. Defter. Hızlıca yastığın altını kontrol ettim. Evet orda yoktu. Şaka gibiydi. Yatağın üzerine oturdum. Can almış olabilir miydi? Hayır olamazdı. Olmamalıydı. Ama en son odaya o girmişti. Geçen sefer o kitaplığa yaklaşmadan kaybolmuştu. Onu suçlayamazdım. Sonuçta bunlar hayal gücümde olabilir. Telefonumu açtım. Resimler duruyordu. Evden çıkıp o kızın kaybolduğu yere gitmeliydim. Defterden çıkan gazete parçasında ve internette çıkan o kayıp ilanında yer belirtilmiştir. Araştırıp navigasyonda yerini buldum. Ama evden çıkmalıydım. Can çıkma demişti. Zaten çıksam burayı nasıl bulacaktım ki? Ne yapsaydım? Bir türlü merakımı yenemiyordum. Can'ı aramalıydım. Açar mıydı ki? Açardı herhalde. Yani bütün gece beraber uyuyup sabah o kadar övmüştü beni. Ya açmazsa. Uf, sanırım aramalıydım. Kalkıp ev telefonunu aldım. Kendi telefonumdan aramak istemedim. Nedenini bilmiyordum. Öyle ev telefonuyla aramak istemiştim. Çalıyordu. Ama açmadı. Tekrar aradım. Yine açmadı. Sanırım düşündüğüm gibi olmadı. Gece birlikte yatmamızın ve sabahki övgülerin hiç bir anlamı yoktu. Bu sanırım biraz canımı acıtmıştı. Acıtmış mıydı, neden? Saçmalıyordum. Acıtma falan yoktu. Olmamalıydı. Kalkıp mutfağa gittim. Mutfakta bir yığın tabak bardak vardı. Sakin bir müzik açtım. Bu rahatlatmıştı. Bulaşıkları yıkamaya başladım. O sıra telefon çaldı. Koştum. Açtım.
-Alo Derin.
Sanırım gülümsüyordum. Gülümsüyor muydum?
-Bir şey isteyebilir miyim?
-Tabii, isteyebilirsin.
Sanırım düşündüğüm gibiydi. Dün geceki ve sabahki her şeyin bir anlamı varmış. Yine gülümsüyordum.
-Beni dışarı çıkartır mısın?
-Ne zaman?
-Bu gün içinde olur mu, şey kıyafetim yok. Ve kaç gündür sadece senin tişörtünü giyiyorum.
-Haklısın. Hasta olacaksın bu gidişle. Sadece tişörtle geziyosun. Neyse ben seni eve gelirken ararım. Sende hazırlanırsın. Olur mu?
-Olur.
-Gelirken sana pantolon falan alayım mı?
-Yok taytım kurudu. Giyebilirim.
-Tamam, görüşürüz o zaman.
Daha görüşürüz bile diyemeden telefonu kapadı. Amacı neydi? Suratıma neden kapıyordu yani, bir görüşürüz deseydim keşke. Her neyse. Bulaşığı yıkamaya devam etmeliydim. Gelene kadar bitirmeliydim. Hazırlanacaktım hem daha. Hızlıca bulaşığı yıkadım. Ev oldukça büyüktü. Ve sade döşenmişti. Can'ın odası gibi. Daha çok gri ve siyah tonlardı. Gri koltuklar vardı. Duvarlar siyah beyaz karışıktı. Duvarda ki kitaplık, evet o defteri bulduğum kitaplık griydi. Çok güzeldi. Odama girdim. Benim odam evin -gördüğüm- en renkli odasıydı. Can'ın odası genellikle siyahti. Geri kalan kısmı da griydi. Başka renk yoktu. Ama yinede etkileciydi. Siyah taytımı giydim. Can'ın dolabına gittim. Açtığım karşıma genellikle koyu renkler çıktı. Bana verdiği tişörtler beyaz ve kırmızıydı. Bu dolaplardakiler... Bunlar hep birbirine benziyordu. Ve tişörtler renklerine göre ayrılmıştı. Aynı renkli tişörtler peş peşeydi. Siyah, lacivert, gri, bordo... bu neydi böyle? Dört renkten her tonda kıyafet vardı. Bordo tişörtleri dikkatımı çekmişti. Esmerdim. Hoş dururdu... Herhalde. En koyu renkli olanı alacaktım. Ama iki tane vardı. Biri bisiklet yakaydı. Biri V yakaydı. Hangisini giymeliydim? Bisiklet yakada karar kıldım. Tam üstüme geçirirken telefon çaldı. Tişörtü yatağın üzerine fırlatıp telefona koştum. Yine gülümsüyordum. Ben niye gülümsüyordum?
-Can.
-Derin şey, yola çıktıktan sonra aklıma geldi. Bir kaç dakikaya evdeyim. Özür dilerim söylemeyi unuttum.
-Önemli değil zaten giyindim. Şaçlarım kaldı. Onlarıda hallederim ben.
Konuşurken neşeliydim. Hatta kahkaha atıyordum. Oda kahkaha atıyordu. Aslında buydu beni neşelendiren.
-Tamam, geliyorum.
Yine telefonu suratıma kapadı. Bu sefer ilki kadar koymadı. Alıştım sanırım. Hoş Can'a belli olmuyordu. Hareketlerini kestiremiyordum. Hızlıca odaya gidip üstüme tişörtü geçirdim. Saçlarım düz değildi. Hafif dalgalıydı. Omuzlarımın biraz aşağısındaydı. Bir karış falandı herhalde. Taradım. Kabardı biraz. Makyaj yapmadım. Yapamazdım. Çünkü makyaj malzemelerim yoktu. Buna pek takmamıştım. Sonuçta kıyafetim bile yoktu. Zaten taktığım tek şey Can'la hiç bir şey konuşmamamdı. Şu defterin peşine düşeceğime keşke Can'la ailem hakkında konuşsaydık. Ya da Can nerede çalışıyordu hayatı nasıldı en azından onun hayatını konuşsaydık. Hiç bir şey bilmiyordum. Sadece kendi hakkımda olanları, o da Can'ın anlattığı kadar. Birden kapının çalmasıyla irkildim. Can olmalıydı. Kapıya koştum. Heyecanlanmıştım. Heyecanlandım dedim. Niye? Kapıyı açtığımda karşımda Can'ı bulmadım. İri bir adam vardı. Ürkütmüştü aslında. Yüz ifadesinden tutunda siyah ütülü takım elbisesine kadar korkutucuydu. Elinde de bir kutu vardı. Ona baktığımı anlayınca kutuyu bana uzattı. Sert bir şekilde konuştu.
-Bu kutuyu Can'a ver!
Hiç bir şey demedim. Çünkü ne diyeceğim gelmiyordu aklıma. Sadece kafamı salladım. Kutuyu aldıktan sonra bir adım geri çıktım. Kapıyı örtmek istiyordum bir an önce. Çünkü bu adam beni cidden korkutmuştu. Sesi bile karanlık çıkıyordu. Kapıyı örterken bir anda elini uzatıp kapıyı tuttu. Biraz sendeledim. Çünkü kapıyı tutarken bana doğru itmişti. Zaten benden güçlüydü. Onla kendimi kıyaslayacak olursam sanırım bacağı kadardım. Korkumu belli etmeden konuşuyordum.
-Ne istiyorsun?
-O kutuyu açma Küçük Hanım.
Hiç bir şey demeden kapıyı itmek istedim ama eli hala oradaydı. Sırıtıyordu da. Aslında pek yaşlı biri değildi en fazla 28 lerinde falandır diye düşündüm. Ama o takım elbise ve yüzündeki karanlık... sırıtırken bile yüzü karanlıktı. Bir anda kendimi o adamı incelerken buldum. Yüzünde yara izi vardı. Gözünün biraz altından dudağına doğru. Sağ tarftaydı. Ama bu ona biraz çekicilik kazandırmıştı. Ama biraz. Hala karanlık biri olduğu fikrindeyim. Hatta biraz daha incelediğimde takım elbisesinin omuzlarını kastığını fark ettim. Geniş omuzları vardı. Can'ınki gibi. Ama Can bu kadar korkunç değildi.
-Soruma cevap vermek yerine beni mi süzüyorsun?
Gözlerimi hemen omzundan kaldırdım ve korkmadığımı düşündürmek için gözlerinin içine bakıyordum.
-Seni süzen falan yok. Kendini bir şey sanma. Sadece eğer Can gelen kişi nasıl diye sorarsa cevap verebilmek için baktım. Bir de soruna gelecek olursam kutunun içinde ne var merak bile etmiyorum.
-Afferim.
Elini çekti. Ama hala kapıyı kapatmadım. Bahçeden dış kapıya doğru ilerledi. Sonra geri dönüp bana bakarak gülümsedi. Sırıttı da denile bilir. Ardından etrafa baktı. Bu adam ne bekliyor diyemeden adamın önüne siyah bir araba geldi . Çok dikkatlice etrafa bakıp arabaya bindi. Bu beni korkutmuştu. Hemde oldukça. Ben tam kapıyı örtüp salona geçmişken kapı tekrar çaldı. Şimdi de ne için gelmişti. Kapıya doğru giderken elimde ki kutuyu salondaki çekmeceli dolabın üzerine koydum. Korkuyordum. Az önceki adamdı sanırım. Belki Can. Açığımda anlayacaktım ama ben bir kere daha çalmasını bekledim. İkinci kez çalar çalmaz kapıyı açtım . Gelen Can'dı. Bu kadar çabuk beklemiyordu herhalde. Çünkü irkilmişti. Hafif gülümsedi. Bende karşılık verdim. Sabah üzerinde ki kıyafetin onu bu kadar... ne diyorum ben? Bu kadar yakışıklı diyecektim. Saçmalıyorum. Can kapıda benim çıkmamı bekliyordu. Tam kapıyı örtecekken aklıma kutu geldi.
-Can sana biri bir kutu bıraktı. Bakmamam konusunda da oldukça sertti.
Can'ın gözleri büyümüştü.
-Nerde o kutu?

YENİDENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin