Yedinci Bölüm

20 5 0
                                    

Can endişeli duruyordu. Ama neden? Daha o adamı anlatmadım bile. Bana dediklerini de anlatmadım. Sanırım onu endişelendiren kutunun içindekiydi. Can hemen eve girdi.
Girer girmezde hemen salonda ki çekmeceye koştu. Kutu büyük olduğundan orada olduğunu görmüştür zaten. Alıp gitti. Gitti, bildiğin gitti. Yanımda açmadan hızlıca odasına gitti. Ardından da kapıyı örttü. Ben öylece bakakalmıştım. Hem nereye gidiyordu ki, beni dışarıya çıkaracaktı. Öyle demişti sonuçta. Oturma odasına gidip koltuğa oturdum. Telefonu çıkartıp dünki resimlere bakıyordum. Saçmaydı. Olamazdı böyle bir şey. Böyle biri olsaydı zaten yakalanırdı. Ne yani ben mi yakalayacaktım? Daha kendi hayatımı çözemeden, bu salak kitabı mı çözecektim? Can'ın odasının kapısının açılma sesini duydum. Koltuktan kalkıp odasına doğru koştum. Yüzü geldiği zamana göre oldukça asıktı. Ama ne olduğunu sormayacaktım. Belliydi kutunun içinde ki yüzündendi. Can bana bir şey demeden elinde kutuyla çalışma odasına girdi. Arkasından ilerliyordum. Ama suratıma kapıyı çarpana kadar. Bir de kilitleseydin, diye kendi kendime homurdandım. Can benim homurdanmam üzerine "Benim çalışma odam ister kilitlerim ister kapıyı yıkıp duvara katarım." diye bağırdı. Sinir. Sırtımı duvara yasladım. Yavaş yavaş sırtımı duvara sürterek yere yığıldım. Bir süre sonra odadan Can çıktı. Hava kararmıştı ama biz hala evdeydik.
-Hadi dışarı çıkmayacakmıydık Derin?
-Bu saatte açık yer bulabilir miyiz ki?
-Bulamazsak biraz gezmiş oluruz. İkimiz için de iyi olur. Hem büyüdüğün şehri dahaca görmedin. Hatta bu evden hiç çıkmadın.
Can son cümleleri söylerken gülüyordu.
-Tamam.
Can bileğimden kavrayıp hızlıca beni kapıya çekiştirdi. Koşuyorduk. Manyak mı neydi bu Can? Bir insanın bir hareketi diğerini nasıl hiç tutmazdı? Arabanın yanına gelmiştik. Araba eskiydi. Ama bu eskilikti bu arabayı güzel yapan. Can zengindi. Kaldığımız ev 3 katlıydı. Tahminime görede bu arabaya iyi para saymıştır. Can kapımı açmıştı. Benim ellerim vardı. Böyle şeylere hiç gerek yoktu bence. Bindim. Can'da hızlıca şöför tarafına geçip arabaya bindi. Arabayı çalıştırmadan önce uzanıp benim emliyet kemerimi taktı. Bunu yaparken vücudumuz birbirine değiyordu. Sonra kendi emliyet kemerini de takıp arabayı çalıştırdı.
-Şimdi, nereye gidiyoruz biz?
-Bilmem, nereye gitmek istersin?
-Kıyafet almaya diye düşünmüştüm. Ama bulabilir miyiz bu saatte açık yer?
-Ben bulurum.
Tamam dersecine kafamı salladım. Can gülümsedi. Aslında pek gülümsemiyordu normalde. Gülünce o kadar... ne diyorum böyle? Abartıyorum. Normal insan gibi gülüyor işte çocuk. Her neyse, aradan geçen bir saatten sonra yine açık yer bulamamıştık. Acaba benim hiç mi kıyafetim yoktu? Eski evimden alsaydık keşke. Bu kadar da uğraşmazdık. Eski ev demişken ben niye kendi evimizde kalmıyordum? Aklıma hiç Can'a sormak gelmemişti. Şimdi sormanın sırası mıydı ki? Aslında gülümsemişti son konuştuğumuzda. Ben sormak ile sormamak arasındayken o konuşmaya başladı.
-Karnın açmı?
Hemde nasıl, sanırım açlıktan ölücektim.
-Biraz.
Hiç bir şey demeden yoluna devam etti. Ya bir tamam demek ne kadar zor olabilirdi ki? Biraz sonra lüks bir mekanın önünde durduk. Oteldi burasıda ne alakaydı şimdi? Arabadan indik.
-Burada ne yapacağız?
-Benim arkadaşımın oteli biraz farklılık olur diye düşünmüştüm ama eve gitmek istersen sana kızmam.
-Yok gerek yok. Ama çok lüks duruyor.
-Oteli övmek gibi olmasın ama efendim burası şehrin en lüks oteli.
Konuşan valeydi. Can arabanın anahtarını ona uzattı. Vale yine konuşmaya başladı. Sanırım bu çocuk konuşmaya kimseyi bulamıyordu.
-Can Bey, aynı yere mı park edeyim? Yani Batu Bey'in özel garajına.
Can evet dercesine kafasını salladı. Vale hemen arabaya atlayıp park yerine doğru uzaklaştı.
-Batu da kim?
-Buranın sahibi arkadaşım. Sen boşver şimdi onları önce yemek mi yiyelim oda mı alalım? Açıkcası bence yemek yiyelim. Çok acıktım. Sabah senin hazırladığın kahvaltıyla duruyorum.
-Tamam. Yemek yiyelim o zaman.
Can gülümseyerek koluma girdi. Böyle lüks bir yere hiç uygun değildik. O da bende spor giyinmiştik. Ama bu otel gayet ciddi bir yer gibi duruyordu. Uzun süslü koridordan geçip restorant bölümüne vardık. Kapının açılmasıyla kendimi sarayda hissettim. Burası cidden çok pahalı olmalıydı. Restorantın en güzel köşesinde bir masaya oturduk. İlk girdiğimde bende bu masayı gözüme kestirmiştim. Hemen garson yanımıza geldi.
-Can Bey her zamankinden mi?
Can kafasını onaylarca salladı. Garson gittiğinde yalnız kalmıştık. Bakışlarımız bazen buluşuyordu. Ama ben hemen kafamı çeviriyordum. Şimdi Can'a aklımdakilerin hepsini sorabilirdim. Herhalde böyle bir yerde bana kızıp bağırmazdı ya da beni bırakıp gitmezdi.
-Can.
Mutfak kapısından gözlerini bana çevirdi. Bu evet dinliyorum anlamına geliyordu sanırım.
-Ben kimim? Ailem kim? Ben nerede yaşıyordum ?
Can boğazını temizledi. O sırada yemekler gelmişti. Ben önüme tabak koyan garsona teşekkür etmiştim. Ama Can umursamamuştı bile garsonu. Gelen yemekler cidden çok güzel duruyordu. Can çatalıyla yemeği karıştırıyordu. Bunu yaparkende konuşmaya başladı.
-Sen...
Telefonu çalmıştı. Masadan kalkıp restorantın dışına çıktı. Gözden kaybolmuştu. Acaba ne diyecekti diye düşünüyordum bende. Bir süre daha yemek yemeden Can'ı bekledim. Ama çatalımla yemeğimle oynuyordum. Kafamı kaldırıp karşıya baktığımda Can'ın restoranta girdiğini gördüm. Süratı yine asılmıştı. Hiç bir şey demeden yerine oturdu. Korkarak konuşmaya başladım.
-Can bir şey söyleyecektin.
-Heh, doğru. Şey en baştan mı anlatayım, yoksa kısa bilgileri mi vereyim?
-En baştan anlatsan, kazadan biraz önceyi yani.
-Peki. Sen normalde okulu daha yeni bitirdin. Ama bu meslekte gayet başarılı olduğundan hemen iş buldun. Hatta 5-6 hastanda vardı. Sen bir haftalığına tatile çıkmak için plan yapmıştın. Hatta beni bile davet etmişti annen. Ama ben ailecek yapacaksınız diye gelmemiştim. İşte sonra yola çıktınız. Tatil yapacağınız yere varmaya neredeyse 1 saatlik yol varken şarhoş bir kamyon şöförü arabanızı altına aldı. Birkaç metre öylece sürüklenmiştiniz. Annen baban olay yerinde hayatını kaybetmişti (Elini bardağın ağız kısmında gezdiriyordu. Gözü de kadehteydi.). Sen ağır yaralıydın. Ailen ünlü ve zengin olduğundan haberde gördüm seni. Hemen hastahaneye koştum. Sizin akrabanız yoktu. Hatta baban tırnaklarıyla kazıyarak kurmuştu o şirketi kendi başına. Kendini baştan yaratmıştı bildiğin. Zaten bu yüzden hep bana örnek olmuştur da. Her neyse. Sen günlerce aylarca gözlerini açmadın. Doktorlar, herkes senden umutlarını kesmişlerdi. Ama sen neredeyse bir sene sonra gözlerini açtın. Benden başka kimse senin yanına gelmedi bir sene boyunca. Tabii gazeticeler falan hariç. Bende seni kendi evime getirdim. Bazı gazeteçiler buraya kadar takıp etmişti. İlk bir kaç günde kapıda beklemiştiler. Bunu hatırlarsın zaten. İşte böyle. He birde sen normalde burada, bu şehirde yaşamıyordun. Tatil için burada buluşmaya karar verdiniz sanırım. Tatile çıkmadan bir kaç gün erken geldin. Babanların evi duruyor ama girmek istemezsin diye seni götürmedim. Biraz zaman sonra gidersin uyanalı neredeyse 2 hafta olmadı.
-Peki ya sen, sen kimsin?
Can içkisini eline aldı. Bir dikişte hepsini içmişti. Garsonu ufak bir el hareketiyle çağırdı. Garson elinde bir şişeyle geldi. Eski bir şişeydi. Can habire kadehten bir yudum alıyordu ama konuşmuyordu. Tekrar sordum.
-Can, sen kimsin?

YENİDENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin