4. Bölüm

69 8 0
                                    

"Şehirler, gündüz boyu emip topladıkları sesleri gece haykırırlar."
DG - Murat Başekim

Gördükleri ve duyumsadıkları rüya olamayacak kadar gerçekti. Tam karşısındaki, göz göze geldiği varlıksa gerçek olamayacak kadar güzeldi.

Kalıbını basardı ki şimdiye kadar yalnızca onunla tanışmak için yaşamıştı. Tüm hayatı boyunca bu anı beklemişti. Kalbi göğüs kafesini delercesine çarpıyordu oğlanın.

Bakışlarının menzilinde menekşe rengi gözler vardı sadece. Beyni karşısındaki peri kızı haricinde her şeyi algılamayı reddediyordu. Evrenin geri kalanı silikleşmiş, gereksiz ve anlamsız bir hale gelmişti.

Ayın on dördünün vücut bulmuş haliydi kız. Kendi tözünden kaynaklanan bir ışıkla soluk teni içten içe parlıyordu. Geceden bir parça olan saçları hafif dalgalarla beline kadar iniyordu. Grili, beyazlı tül tül uzun elbisesiyle sisi üzerine giymişti sanki.

Bir elinde; kemençe, kopuz ve kabak kemane karışımı bir enstrüman vardı. Enstrümanın sapı uzun gövdesiyse kutuplardan basık ekvatordan şişkinceydi. Kızın uzun, ince, zarif parmakları tellerin üzerinde kıpırdamadan duruyordu.

Kız, gölün bir karış kadar üzerinde havada hafifçe süzülüyordu ve şaşkınca bakıyordu oğlana. Oğlansa kızın bakışlarına hayranlıkla karşılık veriyordu. Şaşırmayı lügatinden silmişti. Her an her şeyin mümkün olduğu bir yerdeydi çünkü.

Şaşkınlığını biraz olsun üzerinden atan kızın gözlerindeki hüzün azaldı. Umut, bir kıvılcım çaktı. Gülümsedi kız. Oğlanın dünyası yeniden güneşe kavuştu. Kızın gülümsemesi inci gibi dişlerini ortaya çıkardı. Oğlanın kalbi eriyip karın boşluğuna aktı.

"Seni bekliyordum." dedi kız dudaklarını kıpırdatmadan.

"Senin için geldim." diye düşündü oğlan.

"Her şey maşuktur, aşık bir perdedir
Yaşayan maşuktur, aşık bir ölüdür." dedi Mevlana Mesnevi'sinde.

Ne kadar süredir gözleri kıza kenetlenmiş hülyalı hülyalı sırıttığından emin değildi oğlan. Sadece sonsuza dek bu şekilde kalabileceğini biliyordu.

Ne yazık ki her şeyin bir sonu vardır.

Oğlanın fark etmediği bir şey yüzünden, kızın tavırlarında sadece sözlerinin asla sahip olamayacağı bir dehşet ifadesi belirdi. Gözleri kocaman açılan kız korkuyla fısıldadı. Sesi "Beni kurtar!" diye çınladı oğlanın beyninde.

Bu arada, kız demir şıngırtıları eşliğinde kente doğru sürüklenmeye başladı. Elini oğlana uzattı tutması için. Oğlan hiç duraksamadan o zarif ellere uzandı. Ama yetişemedi. Kızın aksine yerçekimine itaat eden vücudu serin sulara gömüldü.

Bilinci ellerinden kayıp gitmek üzereydi. Kapanmakta olan gözlerini son bir çabayla araladı.

Boşluk... Boşluk değildi. Tuhaf bir sıvı vardı etrafında, bosluktaymış gibi hissettiriyordu. Öyle hafifti ki hiç ağırlığı yoktu sanki. Değişik bir duyguydu. Bir yanı bir an önce kurtulmak istiyordu bundan. Ama diğer yanı hiç bitmesin istiyordu.

İçinde çok önemli bir şeyi unutmuş gibi bir his vardı. Boğaza takılan kılçık kadar rahatsız ediyordu. Ne yapacağım diye düşündü. Birkaç anı bilinçaltından kaçmayı başardı. Biliyordu aslında. Şöyle sormak lazımdı, nasıl yapacaktı?

Gölün derinliklerine doğru batmakta olduğunun farkında olan tarafı, "Belki de hemen şu anda ölmeliyim, hiçbir pişmanlığım kalmayıncaya dek yaşayacağım küstahlığından vazgeçerek." diye düşünüyordu.

Tam kendini bırakmak üzereyken, vazgeçersen kaybedersin, diye fısıldadı bir ses. Evet diye hevesle atıldı ID'den fırlayan hayatta kalma içgüdüsü. Şimdi ölürse birçok şey eksik kalacaktı. O yüzden şu an ölemezdi.

Gözlerini sonuna kadar açtı. Bulanıktı su. Görüşü sisten de beterdi. Gölün yüzeyi neresi dibi neresi hiçbir fikri yoktu. Bu yeterince kötü değilmiş gibi ciğerleri şiddetle nefes almasını emrediyordu.

Yukarısı olduğunu tahmin ettiği tarafa doğru yüzmeye başladı. Her şey o kadar aynıydı ki. Yanından ne bir balık geçmiş ne de ellerine yosun dolanmıştı. Olduğu yerde çaresizce çırpınıyordu sanki.

Daha fazla dayanamayan ciğerleri oksijen niyetine gölün suyunu sünger misali emdi. Yakıcı bir acının ardından boğulmayı bekleyen oğlan şaşkınlıkla gölün suyundan bir fırt daha çekti. Hiçbir şey olmamıştı. Suyun içinde havadaymış gibi nefes alıp verebiliyordu. Yalnız su daha yoğundu ve kaygan bir his bırakıyordu soluk borusunda.

Şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra yüzmeye devam etti. Tüm imkânsızlıkların mümkün olduğu bir dünyadaydı gerçekten de. Ya da sadece rüya görüyorsun, dedi mantıklı tarafı. Belki de rüya gördüğünün farkında olduğu rüyalardan birindeydi. Önemli değildi. Bu, kızı mutlaka kurtarması gerektiği gerçeğini değiştirmiyordu.

Uzunca bir süre yüzdü nereye gittiğini bilmeden. Hep aynı bulanıklık içindeydi, manzarası hiç değişmiyordu. Bu çok sinir bozucuydu. Acaba göl bir tür boyutlar arası boşluk muydu? Açlıktan ölene kadar arafta böyle savrulup duracak mıydı?

Canı iyice sıkıldığında puslu bir parlaklık gördü. Altın sarısı ışıklar oğlanın gözlerine güçlükle ulaşıyordu ve davetkarca oğlanı kendilerine çekiyordu.

Oğlan kaybederim korkusuyla hızla parlaklığa yaklaştı. Işığın kaynağı net bir şekilde görüş alanına girdiğinde, gölün yosun kaplı tabanına da sonunda gelebilmiş olduğunu farketti. Artık yönünü rahatlıkla tayin edebilir ve yüzeye çıkabilirdi.

Bir tüy kadar hafif, yere indi. Gölün tabanı balçıkla kaplıydı muhtemelen. Üzerine bastığı yosunlar yumuşacıktı. Duyabilseydi eğer yürüdükçe flop flop diye ses çıkacağından emindi.

Eğildi ve büyük olasılıkla hayatını kurtaran nesneyi eline aldı. Bu, üzerinde hiçbir süsleme veya değerli taş bulunmayan paslı bir kılıçtı. Şu kıvrık yatağanlardan...

Bu işe yaramaz kılıç acaba neden etrafa altın sarısı ışıklar saçıyordu? Omuz silkti oğlan. Garip bir şekilde ona tanıdık gelen yatağanı engel olamadığı bir dürtüyle kemerine sıkıştırdı. Şimdi yüzeye çıkabilirdi.

Yerden hız almak için zıplamaya çalıştığında, zeminin bu etkiye tepkisi sağ ayağını yutmak oldu. Endişeyle aşağıya baktı oğlan. Sol ayağıyla destek almaya kalksa muhtemelen o da batağa saplanacaktı. Tepesinde asılıp kendini çekebileceği bir şey de yoktu ki. Ne yapacaktı şimdi? Tam da kurtuldum derken...

Sonuna kadar okuduğun için teşekkürler;) Gelecek bölümlerde görüşmek üzere...

Kurt MasalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin