10. Bölüm

28 7 0
                                    

Keyumers'in ömrü intikamını aldıktan sonra sona erdi. Dünya onsuz kaldı. Bak, hangi padişah onun kadar ünlüdür? O da bu yalancı dünyaya sahip olmak istedi. Ama dünya ona da kalmadı. Dünya baştan başa, aslı olmayan bir masaldan başka bir şey değildir. O, hiç kimseye kalmaz.

Firdevsi – Şahname 310

"Tek başına çayırlıktaki bir ağaç kutsal kabul edilir. Ormanlarsa kötü ruhların toplandığı, tekin olmayan yerlerdir. Ülgen'le birlikte kuzeydeki büyük ormana doğru yola çıktık. Ülgen okçulukta boydaki en yetenekli kişiydi. Bu yüzden yanına yayıyla ok dolu bir sadak almıştı. Benimse yanımda geniş ağızlı palam vardı. Ülgen'le, ayrılmamız gerekinceye kadar Huma'yı beraber aramaya karar vermiştik.

Kuzey ormanında kıllı, insan olmayacak kadar uzun şürelalar yaşardı. Uzun tırnaklarıyla gıdıklaya gıdıklaya insanları öldürmekten hoşlanırlardı. Ülgen'le sırt sırta verip şürelalarla savaştık. Kardeşimle ilk defa böyle bir şey deneyimliyordum. Hissettiklerim hoşuma gitti. Ama hırsım çok kuvvetli, nefretim çok derindi.

Huma'nın herhangi bir izine rastlamadan kafamıza göre dolaşıyorduk. Derin bir vadiden geçerken ırmağın kenarında akıntıya kapılmamak için çılgınca mücadele eden cılız bir tay gördük. Ülgen illa yardım edelim diye tutturdu. Ben tayı kurtaralım derken bizim de akıntıya kapılabileceğimizi, zaten kurtarsak bile tayın fazla yaşayamayacağını söyledim. Ama Ülgen beni dinlemedi. Yardım etmeye çalışırken tayla birlikte suya düştü. Sonra gözden kayboldular. Ben sadace durup izledim. Ülgen yüzme bilmiyordu, canlı olarak kurtulması mümkün değildi. Hakan, ben olacaktım. Ama içimde ne coşku ne de heyecan hissediyordum. Hatta biraz buruktum.

Bir süre daha Huma'yı aradım, onun yerine kuzeyde yeraltı dünyasına açılan geçidi buldum. Ne olur ne olmaz diye yerini ezberleyip yurda geri döndüm. Huma'yı bulamadığımı ama Ülgen'in de öldüğünü söyledim. İlk başta kimse inanmak istemedi ama yapacak bir şey yoktu.

Hakan olarak ilan edileceğim gün ziyafetin ortasında uzaktan bir kuş bize doğru uçmaya başladı. Yaklaştıkça uçanın kuş değil bir at olduğu anlaşıldı. Atın sırtında da Ülgen vardı. Ben öldüğünü sanırken o üzerinde tek bir siyah noktanın bile olmadığı bembeyaz bir tulpar bulmuştu.

Eyersiz hayvanın sırtından kolayca yere atladı. Sevgiyle tulparın başını okşadı. Gülerek başından geçenleri anlattı. Akıntıya kapıldıktan sonra bir ara bayılmıştı. Üzerinden bir gölgenin geçmesiyle uyanmıştı. Tayla birlikte ırmağın sığ olduğu yerde karaya vurmuşlardı. Tayı özgür bırakmak istemiş ama hayvan peşinden ayrılmamıştı. Bir grup haydut Ülgen'i köşeye sıkıştırdığında tay tulpara dönüşmüş ve rüzgârdan bile daha hızlı uçarak onu buraya getirmişti. Neden ölüp de her şeyi kolaylaştırmamıştı ki?

Daha düne kadar beni hakan olarak kabul eden halkım o gölgenin ve tulparın Tanrı'nın bir işareti olduğunu söyleyerek Ülgen'i yeni hakanları yaptılar. Yanıma toplayabildiğim az sayıda adamla başkaldırdım. Ezici bir çoğunluk Ülgen'in yanında olduğu için yenildik. Kaçtım.

Yaptığım akınlar sırasında deli bir kamla tanışmıştım. Ölümsüzlüğün sırrını bildiğini iddia ediyordu. At gibi rengeyiklerine binen göçebe bir boya mensuptu. Arayıp onu buldum. Hala yaşıyordu. Ondan pek çok yasak bilgiyi öğrendim. Bu, tüm dünyayı yerle bir etmek anlamına gelse bile Ülgen'i yenecektim. Yalnız bunun için güçlü müttefiklere ihtiyacım vardı. Daha önce yerini ezberlediğim delikten bir mağaraya girdim. Mağaranın derinlerine doğru ilerledikçe yeraltı dünyasına ulaştım.

Nereden geldiği belli olmayan bir ışıkla hava aydınlıktı. Karşımda devasa bir deniz vardı, ucu bucağı gözükmüyordu. Kıyı boyunca kumsalda yürüdüm. Aradığım müttefikler tembelce kumlara serilmişlerdi. Sessizce yanlarına yaklaşarak palamı Abra'nın çatal kuyruğuna sapladım. Devasa yılan acıyla tısladı. Yutba da sıçrayarak uykusundan uyandı.

Aklımın bir bölümünü ve insanlığımın çoğunu geride bırakmıştım. Onların bu hali bana çok komik geldi. Kahkahalarla gülmeye başladım. Daha da sinirlenen yaratıklar bedenimi paramparça ettiler. Beni öldürdüklerini sanıyorlardı. Arkalarını dönüp kendileriyle ilgilenirlerken parçalarım bir araya geldi ve bedenimi tekrar oluşturdu.

Çıplak kalmıştım ama vücudumda tek çizik bile yoktu. Ve amacıma ulaşmıştım, Abra'nın boğazındaki kara dişi almıştım. Bu diş her şeyi ama her şeyi keserdi ve Abra'yla Yutba diş kimin elindeyse ona itaat etmek zorundaydılar.

Kara dişi havaya atıp tutarak bir kahkaha patlattım. 'Beni öldüremezsiniz.' Şaşkın bir şekilde bana döndüler. Abra neler olduğunu çabucak kavradı. 'Sen' dedi 'Ölüm ruhunu vücudundan ayırmışsın. Sıradan bir insan bunu nasıl başarır? İn misin, cin misin, nesin sen?'

'Evet' dedim gülerek 'Canımı bedenimin dışında güvenli bir yer saklıyorum.' Elimdeki dişi işaret ettim. 'Ben in değilim, cin değilim. Kişi hiç değilim. Sizin yeni efendinizim.'

Bir ağızdan 'Duyduk ve itaat ettik.' diyerek önümde eğildiler. Abra ve Yutba'nın bana itaat etmesi demek tüm yeraltı sakinlerinin itaat etmesi demekti.

Yeni yardımcılarımdan biri, görünmeden yurduma girmemi sağladı. Kamın yanına gittim. Ülgen'den önce Semruk'la görülmesi gereken bir hesabım vardı. Yattığı yerde bıçağı boynuna bastırarak adamı uyandırdım. Uyku semesi gözlerle karşısında beni görünce birden ayıldı. 'Markut'u çağır göğe çıkacağım.' dedim.

Uçurum kenarına gittik. Kam bu sefer ateş yakmadan dans etmeye başladı. Markut sanki bu çağrıyı bekliyormuş gibi anında geldi. 'Beni Semruk'a götür.' dedim. 'Semruk da seninle görüşmek istiyordu.' diye cevap verdi.

Markut'un sırtına bindim. Göründüğünden daha rahattı. Kahverengi kuş uçarken, bana bakmadan konuşmaya başladı. 'Tanrı sana kut bağışlamıştı. Ama sen kuta layık kalamadın ve kibir illetine tutuldun. Bu yüzden Tanrı senden aldığı kutu kardeşine verdi.' Demek ki ben şimdiye kadar bilmeden hakkım olanı geri almak için mücadele ediyordum.

Göğün kapısında Semruk bizi bekliyordu. Markut'un henüz yere inmeden sırtından atladım. Semruk'a doğru koşarak 'Niye benim olanı Ülgen'e verdin?' diye bağırdım. Semruk sabırlı bir öğretmen edasıyla 'Ben Tanrı değilim.' dedi.

Hiç yavaşlamadan koşmaya devam ettim ve sırtına zıpladım. Daha Semruk ne olduğunu anlayamadan önce sağ sonra sol kanadını kara dişle kestim. Herhalde o sıradaki ulurcasına çığlıkları dünyadan bile duyulmuştur.

Ben gücün ve kudretin sembolü olan Semruk'u yenmiştim. Ama Semruk'un kanatlarına, Abra'yla Yutba'nın gücüne ve binlerce askerime rağmen Ülgen'i yenemedim. Hep o tulpar yüzünden. Zaten bu tulparlar da nedense hep yumuşak başlı ve aptallık derecesinde yardımsever kişilerden hoşlanıyorlar. Her neyse Ülgen, canımı sakladığım yeri bulamadı. Bu yüzden iyiliksever kardeşim vücudumu binlerce parçaya böldürdü ve hepsini başka başka yerlere gömdürdü. Anlayacağın yeni bir vücuda ihtiyacım var."

Kudretli ihtiyar cık cıklayarak kafasını iki yana salladı. "Ne yazık ki aradığım sende de değil." Sandalyede oturan iskelete bakarak iç çekti. 

"Ve biliyor musun, binlerce yıldır yaşamama rağmen Huma kuşunun gölgesini bile görmedim." dedi kendi kendine.

Menekşe gözlü kız, Erlik Han'ın olduğu odaya mahcubiyet içinde girdi. Bacaklarında prangadan eser yoktu. Aynanın tam karşısına gelince saygıyla dizlerinin üzerine çöktü. Gözleri yerde konuşmaya başladı:

"Saygıdeğer babacığım, özür dilerim. Yine istediğiniz kişiyi bulamadım. Affedin beni."

"Kafanı kaldır!" diye emretti buz gibi bir sesle Erlik Han. Kız yüzüne bakınca devam etti. "Ve hatan olmayan şeyler için özür dileme."

Kafasıyla onaylarken hafifçe gülümsedi kız. Çünkü babası onu suçlamamıştı. Ciddileşerek "Efendim, alt-dünyayla orta-dünya arasındaki bağlantıyı daha fazla sürdüremeyiz. Biliyorsunuz çok fazla enerji harcadık. Artık geri dönmeliyiz." dedi.

Erlik Han'ın canı sıkılmıştı. Bu sefer aradığını bulmayı umut ediyordu. Ama birkaç bin yıl daha beklemek zorunda kalacaktı. Uzunca bir sessizlikten sonra kızına döndü:

"Hazırlıkları yap, alt-dünyaya geri dönüyoruz."

Kurt MasalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin