"Bir zamanlar elinde yanan bir mum taşıyan çocuğa sormuştum: Bu ışık nereden geliyor? Çocuk da alevi üfleyerek karşılık vermişti: Işık nereye gitti?"
Ernst W. Heine - Alamut'a DönüşPanik yapma, panik yapma diye kendi kendine tekrarladı. Başı hafiften ağrımaya başlamıştı. Parmak uçlarıyla şakaklarını ovalarken beynine düşünme talimatı verdi. Parlak bir fikir bulamayınca omuz silkip aklına gelen ilk şeyi yaptı.
Derin bir nefes aldı ve kollarını çırparak suyun kaldırma kuvvetinden aldığı güçle kendini bataktan kurtarmaya çalıştı. Aynı zamanda sol bacağıyla suya attığı tekmeler sayesinde ayağı saplandığı yerden çıktı. İşe yaraması şaşırtıcıydı. Gerçi hala ayağına dolanan yosunlar vardı ama eğilerek ayakkabısının teki karşılığında onlardan da kurtuldu.
Gücünü son kırıntısına kadar kullanarak hızla yukarıya doğru yüzdü. Havayla temas ettiğinde ciğerlerindeki suyu öksürerek dışarıya püskürttü. Solukları düzene girdikten sonra alevlerin aydınlattığı kente epeyce yaklaşmış olduğunu gördü. Birkaç düzine kulaçtan sonra kıyıya ulaşmıştı.
Gölün hemen yanındaki, yangının henüz ulaşmadığı terkedilmiş iki katlı evlerin arasından geniş bir caddeye çıktı. Sol tarafındaki gökdelenler alevlere teslim olmuştu. Sabırla devasa betonları yiyen yangının çıtırtılarından başka ses yoktu. Oğlan daha rahat nefes almak için sağ koluyla ağzıyla burnunu kapayarak kısık gözleriyle etrafı taradı. Fazla sıcakkanlı ateşten başka kimsecikler yoktu.
Duyduğu zincir şıngırtısıyla hızla arkasına döndü. Bir kor olup kalbine düşen kız caddenin başında hayalet adımlarla ilerliyordu. Odağını kaybetmiş gözleri oğlanı fark ettiğinde dudakları hafifçe kıvrıldı ve gözünden kurtulmayı başaran sıvı gümüş damlası yangının gölgesinde kızıl pırıltılar saçarak yanağında ilerledi.
Oğlanın kalbi camdanmışçasına tuzla buz oldu. İçinden yemin etti, hayatının aşkını ağlatma cüreti gösteren kişiden mutlaka intikamını alacaktı. Kızın peşinden koşmaya başladı. Ne kadar hızlı olursa olsun bir türlü kıza ulaşamıyor, hatta sanki arada mesafe gittikçe açılıyordu. Bu çok sinirbozucuydu ve içinin çaresizlikle dolmasına neden oluyordu.
Aniden esen sert rüzgarla gözlerini kapadı ve mecburen koşmayı bıraktı. Hava akımıyla öne doğru savrulan oğlan yerin sarsılmasıyla az kalsın düşüyordu. Kollarını iki yana açarak kaybolan dengesini yeniden buldu.
Rüzgar kesilip de gözlerini açtığında aralarından otların fışkırdığı taş döşeli meydan gibi bir yerde olduğunu gördü. Kafasını kaldırdı. Karşısında yeşilin ömrü hayatında gördüğü en iğrenç tonunda, dehşetin vücut bulmuş hali olan bir yaratık vardı. Boyu gökdelenleri aşıyordu. Yarasanınkilere benzer kanatları görünen gökyüzünü tamamen kaplamıştı.
Dinazor ejderha karışımı yaratığın fazla gelişmiş, hormonlu vücudu karşılıklı gökdelenler arasındaki boşluğu dolduruyordu. Kataraktlı devasa gözlerini sanki oğlanın üstüne dikmişti. Hem hiçbir şey göremiyor hem de gözünden hiçbir şey kaçmıyormuş gibi duruyordu. Belki de görüşü ışığa değil ısıya duyarlıydı.
İşte şimdi ayvayı yedik, diye düşündü oğlan. Tam o anda işittiği kahkahayla irkildi. Godzilla'dan gözlerini zorlukla ayırarak soluna döndü. Tavşan kulaklı adam kırık camlara aldırmadan pencere pervazına oturmuş o sinirbozucu sırıtkan suratıyla oğlana bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurt Masalı
FantasySonsuz bir alacakaranlığın daha önce hiç anlatılmamış öyküsü... Kütülüğün babası Şeytan Kral tarafından belirsizleşen sınır... İnsanlar karanlıktan korkarlar. Çünkü karanlıktan daha iyi bir kamuflaj yoktur. Geceleri özellikle kötüler hiç uyumaz. Bas...