6. Bölüm

30 7 0
                                    

Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!
İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar.
Yahya Kemal

İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar diye bir söz var. Hadisti galiba. Ya bu söz mecazi olarak söylenmemişse, tam olarak kelime anlamı kast edilmişse. Belki de içinde yaşadığımız evren aklımızın alamayacağı başka bir evrendeki bir karadelikten pırtlayıp çıkan kalıntılardan başka bir şey değildir. Belki de üç boyutlu fiziksel dünyanın tamamı başka yerde kodlanan enformasyondan doğan bir yanılsama. Bu, oğlan için artık hiç de düşük bir olasılık değildi.

Sabah uyandığında, biri ona aslında bir bilgisayar oyununda yaşadığını söylemiş gibi sersemlemişti ve ne düşüneceğini bilemiyordu. Aldığı nefesi seslice geri verdi. Sıcak çayından yudumladı. Sağ ayağı hala sızlıyordu ama oturduğu rahat yer minderinden kalkıp bir ağrı kesici daha yutmaya üşendi.

Hayattaydı. Çoğu zaman olduğu gibi mantıklı tarafı haklı çıkmıştı. Düştüğünü hissetmiş tam yere çakılacağı zaman gözlerini yatağında açmıştı. Bir an, nerede olduğunu anlayamadan tavanla bakışmıştı. Dağ evindeki yer yatağında olduğunu fark ettiğindeyse "Ne rüyaydı be! " diyerek gülmüştü.

Rahatlayarak doğrulup oturmuştu. Kim bilir kaç saattir uyuyordu. Karnından gelen gurultuyla mutfağa gitmek için ayaklandığında sağ ayağına saplanan acıyla olduğu yerde donmuş kalmıştı. Bacağını kaldırıp ayağının altına bakmıştı. Kanı pıhtılaşmaya yüz tutmuş derin bir yara vardı. Tam olarak rüyasındaki cam kesiğinin olması gereken yerde. Bu, nasıl olurdu? Oğlanın kendisi bile belki aslında yoktu, hiç var olmuş muydu onu da bilmiyordu.

Beyninin süzgecinden geçen bir dünyayı yaşıyordu. Bazen rüyalar gerçek, bazen de gerçekler rüya oluyordu. Bundan sonra beyninin gerçek bir dünyayı yansıttığına nasıl emin olabilirdi? Sahi gerçek tam olarak neydi?

Hissettiğin acı oldukça gerçek demişti canı kıymetli olan tarafı. Beyni fazla çalışmaktan ısınmaya başlayınca nedenleri, nasılları, düşünmeyi sonraya bırakmıştı. Önce ağrıyan ayağıyla sonra da guruldayan midesiyle ilgilenmişti.

Bardağın dibinin görünmesiyle bacaklarını uzatıp sırtındaki yastığa iyice gömüldü. Gördüğü rüya tam olarak rüya değildi. Sadece ruhuyla değil bedeniyle de seyahat etmişti. Ya da gerçek hayat sandığı şey bir yanılsamadan ibaretti. Bunu kabullenmek istemiyordu. Onu ondan alan, iliklerine kadar titreten gözlerin sahibinin de yalnızca bir rüyadan ibaret olduğuna inanmak istemiyordu.

Daha rüya olmayan rüyadayken kararını vermişti. Menekşe gözlü kızı mutlaka kurtarmalıydı. Onu tutsak tutan kişinin kara saraydaki canavar olduğundan neredeyse emindi. Hayatındaki en büyük iki amaç bir şekilde birbiriyle kesişiyordu. Gözardı edemeyeceği kadar kuvvetli bir histi içindeki. Tıpkı dünyayı kurtarabilmesi için bir kılıca ihtiyacı olduğunu hissetmesi gibi.

Evet, kılıç diye düşündü. Bir kılıcı nereden bulacağını artık biliyordu. Daha önce bunu nasıl düşünemediğine hayret etti. Rüyasında gördüğü, işe yaramazmış gibi görünmesine rağmen Godzillayı yenmesini sağlayan kılıç aslında onundu. Dedesini dedesinden belki onun da dedesinden kalmaydı.

Küçük bir çocukken dedesi, ona gözü gibi baktığı kılıcı birkaç kez göstermişti. O zamanlar paslı kılıç pek ilgisini çekmemişti. Ama şimdi dedesi için ne kadar önemli olduğunu anlayabiliyordu. Yalnız kılıç, yanlış hatırlamıyorsa dedesinin hepsinin bir hatırası olduğunu söylediği eşyalarını sakladığı eski ahşap dolabın içindeydi. Yani bunun için çetelerin kol gezdiği, insanların manyağa bağladığı şehir merkezindeki evine gitmeliydi.

Kurt MasalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin