9. Bölüm

26 7 0
                                    

Belki de mutsuz bir gerçeği kabullenmek zorundayız. Belki herhangi bir sorunun doğru doğru çözümünün olmadığı bir çağda yaşıyoruz. Belki yapacağımız her hareketin yanlış olduğu anlaşılacak.

Irvin Shaw – Korku Yargılanıyor

"Ülgen büyüyüp ata binebilecek yaşa geldiğinde ben de delikanlı çağlarımdaydım. Kendi ordumu komuta ediyordum. Bir gün seferden yurda döndüğümde Ülgen'le babamın, ellerinde tahta kılıçlar, kahkaha attıklarını gördüm. Sevimli kardeşim, babamın sert kabuğunu kırmış, katılığını yumuşatmıştı. Babam hiçbir zaman bana, kardeşime baktığı gibi bakmamıştı. Hem de onun için onca şey yapmama rağmen. O an babamın beni sevmediğini anladım ve kalbim buz kesti. İçten içe 'Neden? Neden ben değil?' diye çığlık atıyordum. Ama kimse bir şey duymadı.

Sevgiyle nefret arasında ince bir çizgi vardır. Artık babamdan nefret ediyordum. Babamdan nefret etmeme neden olduğu için Ülgen'i bir kaşık suda boğmak istiyordum. Bunun üzerine ordumla birlikte akıncılığa başladık. Düşman boylara saldırdık. Hepsini boyunduruk altına aldım. Karşımda hiç kimse ve hiçbir şey duramıyordu. Benden korkuyorlardı, çünkü onları yeneceğimi biliyorlardı. Namımı dört bir yana duyurana kadar yurda dönmeye niyetim yoktu. Büyük bir başarı elde edip sevgisini olmasa bile en azından babamın takdirini kazanmalıydım. Ülgen'e ilgi gösterdiği için onu pişman etmeliydim.

Babam yaşlandıkça savaşmaya daha az yanaşır olmuştu. Batıda ittifakımız olan bir boy aleyhimizde faaliyetlerde bulunmaya başlamıştı. Babam diplomasiyle kan dökülmeden sorunu halletmeye çalışıyordu. Aslında hayal gördüğünün farkında değildi. Sevinç Han babamı oyalıyor, arkasından iş çeviriyordu. Ordumu toplayarak Sevinç Han'ın üzerine gittim. Bize ihanet etmeyi aklından dahi geçirenlere ibret olsun diye taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmadım. Gururla yurda döndüm. Babamın hayatını, daha önemlisi onurunu kurtarmıştım.

Otağa girdiğimde şadların büyük çoğunluğu beni sevinçle karşılayıp tebrik etti. Babam sadece gözlerini kısıp baktı, hiçbir şey söylemedi. Onu memnun etmek için daha ne yapmalıydım?

Gece ziyafetten sonra herkes odalarına çekilmişken babamla konuşma fırsatını yakaladım. Elini omzuma koydu. Ben de böyle olsun istemezdim diyen tavırla önceden şüphelerinin bulunduğunu ama artık emin olduğunu söyledi. Kendinden sonra Ülgen'in hakan olmasını istiyordu.

Neden diye sordum, büyük tigin benim. Neden Ülgen?

Çünkü zalimsin dedi. Düşmanının ardından sinsilik yapıyorsun. Hilekarsın. Karakteri böyle olan birine hakanlık yakışmaz.

Yaptıklarımın hepsini onun saygını kazanmak için yapmış olmama rağmen, onun için o kadar çabalamama rağmen babam bana bir kez daha ihanet ediyordu.

Ertesi sabah ulu ve kudretli Kayra Han yatağında ölü bulundu. Yaşlıydı, eceliyle ölmüştü. Babama yakın olan şadlar onu benim zehirlediğimi düşündüler ama ispat edemediler. Kabul ediyorum, ölümünü biraz hızlandırmış olabilirim.

Babam halefini belirlemeden ölmüştü. En azından herkes öyle olduğunu sanıyordu. Şadların çoğunluğu benim tarafımdaydı, benim gibi güçlü birinin başa geçmesini istiyorlardı. Ama halk iyilik timsali Ülgen'i seviyordu.

Babamın kamı, kimin hakan olacağı konusunu göğe danışmamız gerektiğini söyledi. Benim pek içime sinmese de bu, herkesin aklına yattı. Yapabileceğim bir şey yoktu, ben de kabul ettim.

Tan ağarırken kam ateş etrafında dans etmeye başladı. Ülgen, ben ve tüm şadlar onun çevresinde bir çember oluşturduk. Kamın genizden gelen sesiyle sözlerini anlayamadığımız bir ilahi de okuyordu. İlahisini bitirince üzerinde birbirini kovalayan atların resminin olduğu davulunu çalmaya başladı.

Çok geçmeden doğu ufkunda bir siluet belirdi, yaklaştıkça şeklin irice bir kartala ait olduğu ortaya çıktı. İnsan boyundaki Markut kamın yanına kondu. Markut kamlarla gökyüzü arasındaki iletişimi sağlayan haberciydi. Herkesin yüzünü tek tek inceledi. Bana manalı manalı baktığını hissettim. Ondan hiç hoşlanmamıştım. Kam Markut'un sırtına bindi ve hiçbir şey söylemeden uçup gittiler.

Gök cevap verene kadar yerimizden ayrılmamamız gerekiyordu. Öğlene kadar kamla Markutun geri gelmelerini bekledik. Güneş en tepedeyken birden hava geceymişçesine karardı. Hiç bulut olmamasına rağmen şimşekler çaktı. Bağdaş kurup oturduğum yerden şaşkınca doğruldum. Diğer şadların da benden farkı yoktu. Bizzat Semruk'un kendisi mi geliyordu?

Altın tüylü, bakır tırnaklı Semruk, tüm ufku kaplayan kanatlarını açmış geliyordu. Göğün kapısını koruyan ulu ve bilge kartal tam karşımıza kondu. Kanatlarını topladığında güneş tekrar görünür oldu. Ardından Markut'la kam da yere indiler. Semruk çift başlıydı, iki beyni, tek bilinci vardı. İki ağzıyla aynı anda konuşuyordu.

Bilge ve çok şey görmüş geçirmiş gözleriyle hepimizin yüzünü inceledi. Ülgen'e dönerek 'Sen' dedi 'Sende Tanrı'nın kutunu görüyorum. Sende gökten gelen yaşamsal gücü, devleti, ikbali, saadeti, bahtı görüyorum. Daha fazla söze gerek var mı?' Sanki benim itiraz etmemi bekliyordu. Sanki ben itiraz edebileyim diye göğün kapısını bırakıp gelmişti.

'Bunu kabul etmiyorum.' dedim yüksek sesle. Hala, o kudretli yaratığın karşısında dilim tutulmadan nasıl konuşabildiğime şaşarım. Ama bir kere başladıktan sonra devamını getirmek hiç zor olmadı. 'Ben ondan daha büyüğüm ve daha tecrübeliyim. Ülkem için senelerce savaştım. Hakanlık benim hakkım.'

Semruk, suratlarından anlamını çıkaramadığım bir ifadeyle bana baktı. 'Belki hakanlık değil ama itiraz etmek gerçekten de hakkın. Kimsenin hakkı yenmemesi ve kayıtsız şartsız herkesin hakanı kabul etmesi için ikinize bir görev vereceğim. Kim görevi yerine getirmeyi başarırsa göğün huzurunda o hakan olacak. Bunu kabul ediyor musun Erlik Han?'

Kafamla onayladım. Yeterince adil görünüyordu. Yumuşak kardeşimin böyle bir konuda beni yenmesi mümkün değildi.

'O zaman görevinizi açıklıyorum. Huma kuşunu bulan ve canlı olarak yakalayan hakan olur.'

Şadlardan biri 'Ama' dedi 'Huma, görünmeden uçar ve onu canlı yakalamak mümkün değildir.'

Bir hışımla konuşan kişiye döndü Semruk. 'Benim imkansız bir görev verdiğimi mi ima ediyorsun?' Şad konuştuğuna, konuşacağına bin pişman sus pus oldu. 'Güzel, en yakın zamanda müjdeli haberlerinizi bekliyorum.'

Söyleyeceklerini söylemişti Semruk. Markutla beraber bir anda gözden kayboldular. Gidişleri gelişlerinden çok daha hızlıydı.

Bu kendini beğenmiş göksel varlıklar insanları küçük görür, bekletmeyi pek severlerdi. Hatta kaderimizi değiştirecek kararları bizim adımıza alırlardı. Biraz önce olduğu gibi. Kendi kendimi epey şaşırtıyordum. Üst-dünyanın orta-dünya üzerinde yadsınamaz bir etkisi vardı. Nasıl olur da bu düşünceler zihnime sızmaya cüret ederlerdi?

İlk kez o zaman bir birey olarak kendi değerimin farkına vardım.

Gökyüzü ahalisi hem yaşam ağacının dallarında evrendeki en güzel yerde ikamet ediyorlardı. Hem de mücadele ederek kazandığım şeyleri elimden almaya kalkıyorlardı. Ben yapacağımı bilirdim.

Belki insanlar aptaldılar, henüz benim gibi uyanan yoktu. Belki de yeterince güçlü değildim. En azından göksel varlıklar karşısında. Ama elbet benim zamanım da gelecekti."

Kurt MasalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin