8. Bölüm

27 7 1
                                    

Düşler, o düşleri kuranlardan daha hızlı yaşlanır.

Rüya Avcısı – Stephen King

Hayır, diye düşündü Ulan Batur, bugün burada ölmeyeceğim. O sırada yapması gerekenin ne olduğunu anladı. Sanki biri gelip kulağına fısıldamıştı. Kemerine sıkıştırdığı kılıcını çekti, iki eliyle tutarak kafasının üzerine kaldırdı ve tüm gücüyle asma kilide vurdu.

Havadaki bütün molekülleri dalgalandıran, nesneleri titreten bir çın sesiyle kilit parçalanıp yere düştü. Aynı anda Ulan Batur'un kılıcının yüzeyi soyulup yere döküldü ve altından yepyeni sedef kakmalı bir yatağan çıktı.

İkiz yılanlar, gözleri üç yüz altmış derece dönen bir bukalemun ne kadar şaşkın görünüyorsa o kadar şaşkın görünüyorlardı. Ancak donup kalmışlardı. Böyle bir hamleyi beklemiyorlardı. En az yılanlar kadar şaşırmış olan Ulan Batur, kendini çabucak toparladı ve koşmaya başladı. Kanatları geriye doğru açılmış kapıdan girerken habeş maymunu şeklindeki oymanın ona göz kırptığına yemin edebilirdi.

Ardına bakmadan, hızla yüksek tavanlı, geniş koridorda ilerlerken kapı yavaşça kapandı ve öfkeli tıslamalar duyulmaz oldu. Nefes nefese kalmış olan oğlan ancak o zaman yavaşlamayı akıl edebildi.

Duvarda meşalelerden başka bir şey yoktu ve koridorun sonu görünmüyordu. Loş ışıkta tam olarak anlayamasa da duvarlar koyu renk taşlarla örülmüştü. Muhtemelen çok eskiydi, taşların arasındaki harçtan geriye bir şey kalmamıştı.

Bir meşalenin altında durarak yenilenmiş kılıcını inceledi. Çok güzeldi, zarif olduğu kadar ölümcüldü de. İçbükey tarafı oldukça keskin görünüyordu. Dışbükey tarafınsa üçte birlik kısmı keskinleştirilmişti. Sanki onun için yapılmış gibi eline tam oturan kabzasında lale motifleri vardı. Bu yatağan bir mucizeydi. Kazanacağına dair bir işaretti.

Yanlışlıkla bir yerini kesmekten çekindiği için kılıcı kemerine sokmadı. Sağ elinde kılıç yürümeye başladı. Koridor bomboştu. Adım attıkça kim bilir kaç yüzyıldan beri yerde tembel tembel uzanmakta olan tozlar havada uçuşuyordu. Dışarısının aksine hava serindi, oğlan hafiften titremeye başlamıştı.

İlgi isteyen bir kedinin miyavlamasını duydu. Hızla arkasını döndü. Hiçbir şey yoktu. Tekrar önüne döndüğünde ışığın solup karanlığın yoğunlaştığı yerde uzun kara giysili, kara bir ata binmiş adamı gördü. Yüzü seçilmiyordu, yalnız, bir yarık gibi açılmış ağzında bembeyaz dişleri parıldıyordu.

Ulan Batur ani bir refleksle kılıcını savurdu. Havayı kesmişti ve göremediği bir şeyi daha. İki yanından geçen kuvvetli hava akımı saçlarını geriye savurmuştu. İnci gibi dişlerin süslediği yarıktaki belli belirsiz gülümseme bir sırıtışa dönüştü. Daha sonra, adamla atı buharlaşıp karanlıkta kayboldular.

Oğlanın kaşları çatılıp alnı kırıştı. Ne olmuştu? Bu bir sınav mıydı? Ve o geçmiş miydi? Bundan sonra gördüklerine ve duyduklarına fazla anlam yüklememeye karar verdi.

Canı yanıyormuş gibi çığlık çığlığa gıcırdayan kapılar duydu. Gözünün kenarında bir takım hareketler fark etti ama dönüp baktığında hiçbir şey göremedi.

Bıçağın bıçağa sürtme, metalin metal üzerinde kayış, makasın açılıp kapanma sesleri kulaklarını doldurdu. Sanki psikopat bir katil bu tuhaf melodiyle peşi sıra dans ederek geliyordu. Yalnız olmadığından emindi. Ama etrafındaki yaratıklardan hiçbiri adam gibi karşısına geçip onunla dövüşmeye çalışmıyorlardı. Hepsinde bir sinsilik vardı, hep bir aldatma hali içindeydiler. Bu, çok sinir bozucuydu.

Kurt MasalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin