Bu kriterlerde bir arkadaşım olup olmadığını düşünürken bir yandan da sarmaşıklarla kaplı bahçe duvarının bir ucuna iliştirilmiş tahta ağırlıklı demir kapıya soğru ilerledim. Meryem teyzeye buraya kadar gelmemesini söylediysemde yine bildiğinden şaşmadı ve beni kapıya kadar getirdi. Kısa bir teşekkür konuşmasından sonra evime doğru ilerlemeye başladım. Hava kararmaya başlamıştı. En sevdiğim saatlerdeydik: İkindi. Güneş bulut kümelerinin arasına utangaç bir kız çocuğu gibi saklanırken pembe-turuncu karışımı insanı rahatlatan renklerini belli etmekten de geri kalmıyordu. Çantamı üstünkörü tek omzuma attıktan sonra abimi aramak için telefonu çantanın ön gözünden çıkarmaya çalıştım. O karmaşada uzun uğraşlar sonucu telefonumu bulduktan sonra fermuarı aceleyle çektim. Bir yandan da yavaşça yürüyordum. Telefonun güç düğmesine basıp telefonu açmaya çalıştım. Siyah ekrandan başka bir şey göremediğim için daha bir hışımla ardarda güç tuşuna bastım. Hala açılmıyordu şarjı bitmişti. Okula gelmeden önce takmaszan şarja böyle olurdu işte, aferin sana. Kafamı yukarı kaldırıp bir ya Sabr çektikten sonra hızımı artırarak yürümeye başladım. Allah'ım bu çanta gittikçe ağırlaşıyordu ve hızımı düşürüyordu. Bu gidişle eve daha da geç kalacaktım. Abim kesin merak edecek, merak etmesi de lazım zaten. İç sesimi susturup dualar okuyarak yola devam ediyordum ki arkamdan adımın seslenildiğini duydum. Rabbim sen şu aciz kuluna yardım et şimdide gaipten sesler duyuyorum. Hiç iyi değilim ben ya. Ses dahada yaklaşıyordu Korkuyordum, hızımı biraz daha arttırdım. Şu an bi yandan ağlıyor bir yandan da koşuyordum. Sırtımdaki çantanın ağırlığını bile unutmuştum korkudan. Ses çok yakınımdaydı, ayak sesleride eklenmişti üstelik bu sese. Artık koşamayacaktım. Ayaklarım koşmamak için mızmızlanıyordu. Köşe başına kadar daha dayandım ve hemen tam köşeyi dönünce biraz soluklanmak için durdum. O anda bir el omzumu sıkıca kavradı. Bi an irkilip çığlık atınca omzumdaki elini biraz gevşetti ama tamamen bırakmadı. Şefkatlı bir sesle tekrar adımı söyledi "Fatıma..." sanki bir şeyler söyleyecekmiş gibi birkaç defa öksürdü. Nefeslerim düzene girdikten sonra. Onunda nefes nefese olduğunu fark ettim. Yüzünü karanlıktan seçemediğim adam nedense bana tanıdık geliyordu. Kaçmak yerine ne yapacağını beklemeye başladım. Bu ararlar cidden beynim kendi başına buyruk yaşıyordu. Eli omzumdan yavaşça düştü. Sırtını arkadaki beton duvara yasladı nefesi hala düzensizdi. Yavaş yavaş duvara yaslanarak yere çöktü. Durumu kötü görünüyordu ve bu kaçma isteğimi azaltıyordu. Ben ne yapacağımı düşünürken başı yan tarafa doğru düştü. Karanlık hala onu saklıyordu ve kim olduğunu öğrenmeme yardımcı olmuyordu. Elini zorlukla montunun cebine sokmaya çalıştı. Ama eli daha montun cebine girmeden ıslak kaldırım taşının üzerine bir et parçasıymış gibi düştü. Canının yanmış olabileceği düşüncesiyle yüzüm biraz asıldı. Tekrar aynı hareketi yapacağı sırada şaşırtıcı bir hızla yanına diz çöktüm, "Ne istediğini söyle ben vereyim sana" dedim. Az önce yere düşen eliyle cebini göstermeye çalıştı. Tedirgince montunun cebine uzandım ve cebindeki telefona uzandım. Bu birazda olsa beni rahatlatmıştı. Çünkü hareketleri biraz tuhaftı. Cebinden hap ya da toz çıkmasını bekliyordum. Telefonla birilerini aramamı istediğini anladım ama kimi arayacağımı bilemedim "Ambulansı arayayım mı?" dedim. Yan tarafına düşen başını kaldırmaya çalışarak birşeyler mırıldandı. Ne olduğunu anlayamamıştım biraz daha yaklaştım. Tekrar kesik kesik nefesleri arasından zorlukla seçebildiğim "Hamza" ismini telefondan aramaya başladım. Birkaç çalıştan sonra telefon açıldı. Telefonun diğer ucundan tok bir erkek sesi "Efendim Cihan" dedi. Olanları idrak etmem biraz uzun sürsede Cihan ve Hamza isimlerinden yola çıkarak beynime bir balyoz inmişti. Telefondan gelen uğultulu sesleri duymuyordum. Bu Cihan'dı ve şu an zor durumdaydı. Beni kovalayan, bana seslenen ve şu an yanımda yarı baygın olanda Cihan'dı. Şu an etrafımdaki herşey gözlerimin önünde silikleşmeye başlamıştı. Hiç bir zaman tutmayı beceremediğim gözyaşlarımı şimdi tutmak için çabalamıyordum bile. Tekrar aynı el bu çıkılmazlıktan beni çıkarmıştı. "Cihan" dedim usulca, fısıltıyla çıkmıştı sesim adeta. Gücüm anca bu kadarına yetmişti çünkü...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fatıma'nın Gözyaşları
RandomAğır ağır yürüyorum çöllerde, ayaklarım kuma bata çıka. Her adımımda onu yaşıyorum, her adımımda onu hissediyorum, her adımımda onu görüyorum. Yaklaşıyorum adım adım ona...