~BÖLÜM_11~ Kaçış

167 20 4
                                    

"Beni tanımıyormuş gibi davranamazsın!"

Mick, kızın bu sözünden sonra dönüp bana baktı. Elimden tutup hızlı adımlarla yürümeye başladı. Hatta koşmaya. Daha ne olduğunun anlayamamıştım fakat ona ayak uydurmaya çalıştım. Nefes nefese koşuyorduk. Birkaç cadde daha geçtikten sonra Mick birden durdu. Birkaç saniye farkla yere yapışmaktan kurtuldum. Mick, elini çekerek "Brenda, bu kızdan uzak dur!" dedi. Ben mi uzak durayım!? Asıl o senden uzak dursun yoksa, önce onu sonra seni... demek isterdim fakat önce açıklığa kavuşturmam gerekli. "Kimdi o?" dedim sesimin gayet sakin çıkmasına özen göstererek. "Şu an önemli olan bu değil. Sen sadece..." demesiyle sözünü kesmem bir oldu. "Şu an tek önemli şey bu! Soruma cevap vermeden benimle konuşmaya tenezzül dahi etme!" dedikten sonra arkamı dönecekken kolumda hissettiğim baskı, buna engel oldu. "Öğrenince sana hiç bir katkısı olmayacak." kolumu hızla çekmeye çalıştım fakat nafile. "Madem soruyorsun o zaman dinle!" dedi. Yönümü düzelttikten sonra Mick de elini çekti. "O kızla aynı okuldaydık. Sonra bana saplantılı bir şekilde ilgi duymaya başladı. Her seferinde kendimden uzaklaştırdım. Gerisi çok da önemli değil. Sadece benim etrafımda duran bütün kızlara zarar verebilecek kadar saplantılı birisi olduğunu bilmelisin." dedi. Bu saplantılı bir sevgi ise öncesinde bir şeyler olması lazım. "Neden? Bunun bir sebebi olmalı." dedim. Durup dururken kimse bu kadar ileri gidemez. Mantıklı bir sebebi olmalı ya da bu kız gerçekten psikopat. "Bilmiyorum. Fakat o kız, seninle ilgili olan hiçbir şeyi bilmemeli. Yoksa sana da bulaşır. İşte o zaman ona gerçekten zarar veririm." dedi. Bazen düşünüyorum da Mick bana karşı hisleri olmadığını söylerken ne kadar ciddi? Gerçekten bir şeyler hissetmiyorsa neden benimle bu kadar ilgili? Benimle kafa mı bulmaya çalışıyor anlamıyorum. Bir yandan umut verirken diğer yandan o umudu söndürüyor. Fakat hep yanımda, en çok acıtan da bu olsa gerek. Hep bir umut kapısı varken onları teker teker kapatıyor sonra... Buna rağmen hep beni önemsediğini belli ediyor ve kendi kendime tekrar ihtimalleri sıralıyorum. Bu gerçekten zor. Sevdiğiniz kişi size karşı bir şeyler hissetmediğini söyleyerek ona rağmen yanınızda, her an etrafınızdayken, bu duyguları dizginlemek çok zor...
Koşarak geldiğimiz yolda bu sefer yürüyerek geri dönüyorduk. Telefonumun çalmasıyla bir an duraksadım. Arayanın kim olduğuna dikkat etmeden açtım. "Brenda, neredesiniz?" Ses kesik kesik geliyordu. Zor da olsa sesin sahibinin Mey olduğunu anlayabilmiştim. "Mey?" dedim sanki o olduğunu teyit edercesine. "Brenda çabuk buraya gelin." demesiyle iyice endişelendim. Nerdesin?" dedim telaşla. "..." Sesi hiç anlaşılmamıştı. Şimdi de şarjım bitti. Kahretmesin! Mick: "Ne oldu?" deyince "Acele etmeliyiz!" dedim ve koşmaya başladım. Mick aramızdaki mesafeyi kapatarak yanıma gelmişti. Güneş henüz batmamıştı. Etrafımızda birçok ağaç vardı. Ne ara ana yoldan bu patikaya kadar gelmişiz? Sanırım yanlış yoldaydık. Bir bu eksikti! Önümdeki taşı göremediğim için ani ve sert bir düşüşe yakalanacakken Mick belimden tutarak buna engel oldu. "İyi misin?" dedi. Kendimi toparlamaya çalışıp "İyiyim. Acele etmeliyiz." dedim. Fakat sağ ayak bileğimi burkmuştum. Belli etmemeye çalışarak devam ettim. Artık koşmuyorduk. Buna rağmen geride kalmıştım. Mick durup bana dönerek "İyi olduğuna emin misin?" dedi kaygıyla. "Evet, sana bir şeyim yok demiştim." dedim ama bu onu ikna edebilecek nitelikte değildi. Eğilerek sağ ayak bileğimi kontrol etti. Ağzımdan çıkabilecek garip iniltilere engel olabilmiştim fakat yüzüme bakan herkesin net bir şekilde canımın yandığını fark etmesi kaçınılmazdı. Ayağa kalktı ve elimi, omzundan geçirerek ondan destek almamı sağlamıştı. "Ne yapıyorsun sen?" dedim. Suratından eksik etmediği o kinayeli bakışını takındı ve cevap vermekte gecikmeyerek "Acele etmeliyiz demiştin." dedi. Sonrasında diyecek pek bir şeyim kalmamıştı. Bir süre daha ilerledik. Sokak lambalarını görmemle birlikte ana yol çok yakın olduğumuzu sezdim. Hava tam olarak kararmasa da epeyce bir süre burada olduğumuzun farkına varmamı sağlamıştı. Mick, zaman kaybetmeden caddeden geçen bir taksiyi durdurarak adresi verdi. Kısa bir süre sonra apartmanın arka sokağında durdu. Mick ücreti ödedikten sonra tekrar yürümeme yardım etmeye kalkıştı. Bu sefer izin vermedim. Hem o kadar da kötü durumda değildim hem de bu gururumu incitiyordu. Beni önemsiyormuş gibi görünmeye çalışması.

Apartmana girip hemen asansöre yöneldim. Mey'in iyi olduğunu görmeliydim. Mick anahtarla kapıyı açtı. "Mey!" diye bağırmak üzereyken Mick, eliyle ağzımı kapattı ve susmam gerektiğini eliyle işaret etti. Olabildiğince sessiz adımlarla içeri girdi. Ben de arkasından. Hiçbir ses yoktu. Odaları tek tek kontrol ettik ve Mey yoktu! Gerçekten ne olduğunu öğrenmem lazımdı yoksa... İç sesim olabilecek bütün kötü ihtimalleri sıralarken, geç kaldığımız için kendimi suçluyordum. Sinirlerim gerçekten bozulmuştu. Hastalıklı düşünceler içimi kemiriyordu. Koridorda defalarca gidip geliyordum. En sonunda Mick kolumdan tutarak beni olduğum yere sabitledi. "Artık şunu yapmayı bırakır mısın?" Mick, benim aksime, oldukça sakin durabiliyordu. Aklımdan binlerce şey geçerken ben nasıl sakin kalabilirdim ki? Telefonumu şarja takmıştım. Açılacak kadar dolduğunu düşündüğüm için gidip kontrol ettim. Nihayet açılmıştı. Hemen Mey'in ismini bulup aramaya başladım. Tam çağrıyı sonlandıracakken "Efendim?" diye bir ses duydum. "Mey! Neredesin? Şu an senin için ne kadar endişelendiğimizin farkında mısın?" derken sesimi yükseltmiştim. "Brenda, birazdan eve geliyorum. Geldiğimde anlatırım." dedi ve telefonu kapattı. Ya, beni bu kadar endişelendirdikten sonra nasıl böyle rahat konuşabiliyor! Aklıma o kadar korkunç şeyler geldi ki... "Ne dedi?" diyen Mick'e "Birazdan eve gelince anlatacakmış!" dedim. Salondan çıkıp mutfağa girdim ve bir bardak suyu içtikten sonra sertçe tezgaha koydum ve tekrar salona girdim. Televizyonun karşısındaki üçlü koltuğa geçtim. Mick de koltuğun öteki tarafına oturdu. Mey için çok endişelenmiştim ve konuşmasındaki rahatlıktan sonra endişemin yersiz olduğunu düşünerek kendime sinirlendim. Şimdi ise kafamı dağıtmak amacıyla televizyonu açtım. Kanalları hızlı bir şekilde geçiyordum. Mick "Geri gelsene." dedi merakla. Dediği gibi yaparak bir önceki kanalı açtım. Bir film vardı. "Bu ne?" diye sordum. "Çok güzel bir film. Daha yeni başlamış zaten. İzleyelim mi?" dedi. İzlediği bir şeyi tekrar izlemek için can attığına göre izlemeye değer bir film olmalı. "Tamam. Madem güzel diyorsun izleyelim." dedim. Yarım saat sonra telefonuma bir mesaj geldi. Film de reklama girmişti. Telefonu elime alıp Mey'den gelen mesajı açtım.

_Çok üzgünüm ama bu gece gelemeyeceğim. Söz veriyorum yarın her şeyi anlatacağım. -Mey-

Gece nerede kalacağını merak etmem gerekirdi belki. Fakat umrumda bile değildi. Film başlayınca telefonu sehpaya koyarak eski yerimi aldım.
....

Uyandığımda güneşin ışıkları yüzüme vuruyordu. Gözümü henüz açmadan boynumun tutulması hissiyle başımı sağa ve sola yatırarak esnettim. Başımı sert bir yere yasladığımı fark etmem geç olmamıştı. Gözlerimi sonuna kadar ayırıp tüm gece omzuna yaslanarak uyuduğum kişiye bakarken ufak bir çığlık attım: "MİCK!!!"

Gölgede Kalan YarımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin