esteria- FİNALE KADAR YANIMDA OLDUĞUN İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM. BU BÖLÜM SONUNA KADAR OKUMAYA DEVAM EDEN HERKESE İTHAFEN YAZILMIŞTIR.
Geçmişten bir demet hüzün kokuyordu parça. Nazik adımların birbiriyle uyumu, sakin bir müzik eşliğinde ilerliyordu. Sanki her adım piyano tuşları üzerinde gezintiydi onlar için. Bu parça davetlilere oldukça romantik gelmişti. Belki de dramatik olan ve hüznü hisseden kişinin yalnızca kendisi olduğunu düşündü Gina. Biri kendisine dokunsa anın büyüsü bozulacak, gerçeğe dönecekti. Ve gerçek, hayallerinden daha çok acı veriyordu.
Mick'in gidişinin üzerinden tam altı yıl geçmişti. Saray yaşantısına geri dönen Gina'nın hayatı, bir zamanlar şiddetle reddettiği o yaşam, monotonluklarla bir
şekilde sıradanlaşmıştı. Ritmik bir şekilde kovaya akan su damlası gibiydi günleri. Yapraktan yavaşça kayıp toprakta kaybolurken bilinmeyen maceralara sürüklenemezdi artık o damla. Kabullenmişti geçen süreçte biraz olsun bunu. Yine de canı çok yanıyordu. Bunu kabullendiğini kendisi de fark etmişti ve bu onun için daha fazla yakıcı oluyordu. Kızgınlığı zamanla kırılganlığa dönüşmüş ve uzun sürecin ardından duygularını kalbine gömdüğü donuk bakışlar ortaya çıkmıştı.
Hayatı en son ne zaman sorgulamıştı sahi? Kabullenip gittiği koca seneler ne zaman başlamıştı? Ellerini kibarca tutan sıcak kalbi kabullenmiş olmasa da akışına bırakmış, hayatı yönlendirmekten yorulmuştu artık. Bu tercihi ona farklı bir yönden hayatının sürerliliğini değiştirdiğini fark ettiriyordu. Yani tercih etmemesinin de bir tercih olduğunu çok geç olsa da anlamıştı. Beklentileri kalbine ufak bir titreme getirse de hayal kırıkları o titremeyi hep gözyaşına döndürmüştü.
Altı yıl önce tekrar kralla karşılaşan Gina, artık yoktu. Tüm kalbiyle cevap bulacağına inanarak soran o ümitli gözler, solgun ve durgun bir göl gibi sessizdi şimdi.
Hayatını en başından beri yönlendiren kralın istekleri gerçekleşmişti bunca zaman. Saray dışında geçirdiği kısa süreç, hafızasını kaybetmesi, zorlu mücadelede yaşamayı öğrenmesi... Bunların hepsini kral istemişti. Şu an ellerini tuttuğu kişi de kralın isteğinin bir parçasıydı.
Saraydan giden Gina'ya ders vermek isteyen kral, onun hafızasını kaybetmesi için Kraliyet Doktoru Murphy'i görevlendirmişti. Araba kazası da düzmecenin önde gideniydi. Kral Henry, babasının ikinci eşinden kardeşi olan Andy'le adeta kumar gibi bir bahsin adını 'antlaşma' koymuşlardı. Gina'nın hafızasını kaybetme sebebi olduğu sanılan araba kazası aslında Kral Henry'nin izniyle gerçekleşmişti. Andy'nin ölümcül olmaması şartıyla bir kaza gerçekleştirmesine izin veren kral, katı bir ders vermek istemişti prensese. Otoritesi, babalığının önüne geçmişti. Yine de o, tüm bunlardan pişman değildi, hiç olmamıştı. Kazayı Denny'nin gerçekleştirmesini Andy istemişti. Doğaçlama gereği kinini öne sürerek Gina'yı öldürmesi gerektiğini söylemişti. Oğlunun kimseyi öldürmeyeceğini bildiğinden tüm kalbiyle ona güveniyordu. Bir başkası kesin öldürürdü, kendisi de, fakat onun istediği Gina'nın ölmesi değildi. Henry'nin de dediği gibi ufak bir dersti yalnızca. Andy'e göre intikam arzusunun bir parça yatıştırılması olsa da... Kral olamaması içine oturan öfkenin esas nedeni olsa da bastırılması gerektiğinin şuurundaydı. İlk ve son kez ona verilen fırsatı, kendisi kullanmamıştı. Onun kral olmasını engelleyen şey oğlu Denny'nin geç doğmasıydı. Madem öyle seçimi ona bırakacaktı. Gina ölürse antlaşmayı bozacak, krallığa savaş açıp tahtta hak iddia ederek başa geçecek; yok Denny onu yalnızca yaralarsa, Henry'e karışmayıp bu kin ve öfke dolu arsız duygularını derinlere yollayacaktı. Denny, Gina'yı öldürmemişti. Kaza sonrası Doktor Murphy Gina'ya hafızasını geçici bir süre kaybettirecek ilaçlar enjekte etmiş ve adeta oyuncağa çevirdikleri prensesin hayatını öylece oluruna bırakmışlardı. Kral Henry'e göre o bir prenses olmanın sorumluluğunu almalıydı. Verdiği kararların bedelleriyle yüzleşmeli, cesaretiyle hayata tutunup gerçekten istediği şeyi bulmalı, geri saraya geldiğinde aklını başına toplamış olmalıydı. Kısacası sarayın dışında yaşamak istiyorsa bunu öğrenmeli, hayatının istekleri doğrultusunda değil, beklenmedik sürprizlerle dolu bir ilerleyişi olduğunu görerek, yaşayarak, diğer herkes gibi bedellerine katlanarak tecrübe etmeliydi. Elbette bir şeyler kazanmıştı Gina; güven, dostluk, aşk, umut, kalp kırıkları... Yine de ters giden bir şeyler vardı. Aklını başına toplaması uğrunaydı bunca tantana. Lakin artık Gina hissetmekten vazgeçmişti. Hislerinin onu parçalayıp darmadağın edişi, en büyük tecrübesiydi. Hep olduğu gibi kralın kızıydı sözde, onun da bildiği üzere kukla bir kız. Kral isterse yaşayıp hisseden, o istemezse yok olup asla hatırlanmayan... İstemekten, umut etmekten, beklemekten yorulmuştu. Kim sonucu belirsiz bir şey uğruna ömrünü adayabilirdi ki zaten. 'Gerçek aşıklar öyle olmaz' diye düşünüyordur bazı insanlar. Gerçek aşk, bir ölümlüye olabilir miydi zaten? Sonu olan bir varlığa sonsuz bir sevgi yükleyip ondan da aynını beklemek fazla değil miydi? Bu sebeple tamamen bitiyordu onun ölümlü aşkı. Gina sevmeyi unutuyordu. Kalbi derin bir karanlıkta, uzunca geçen süreçte şunu iyi anlamıştı ki sevenler acı çekmeye mahkumdu. Sevmek, mutlu olmak için değil, acı çekmek içindi, alışmak içindi, yalnızlığa tutunmak içindi.
Peki gerçekten de aşk koyu karanlıktan mı ibaretti? Her şeyi yok etmesi ne uğrunaydı? O şey değerli olmasaydı her şeyi yok etmiş olmazdı. Bu şekilde boşlukta olmazdı. Sevmeseydi, hala acı çekiyor olmazdı.
Uçsuz karanlıkta parıldayan sönük yıldız uzaktan görülmüştü. Onunla beraber tüm yıldızlar birer birer gözlerini açarak umut oldular gökyüzüne. Gina, o unuttuğu hislerin gölgede kalmış birer yıldız olduğunu hissetti. Parladıkça kalbini hızlandıran karanlığın içinde "ben buradayım" diye bağıran yıldızlar. Gökyüzü karanlık değildi. Yalnızca görmemek için gözlerini kapatmıştı Gina. Bunun farkındalığıyla yayılan sıcaklık, tüm vücuduna ulaşmıştı.
Ellerini tutan masum eş adayı, hiçbir zaman görmemişti o sıcaklığı. Kendisiyle geçirdiği süreçte hiç ısınmamıştı elleri. Bir an olsun gülümsememişti Gina onun için. Yutkunarak buruk bir gülümsemeyle gözlerinin içine baktı Gina'nın. "Beklediğin kişi gelmiş olmalı. Seni daha çok tutmak ve istemediğin bir şeye zorlamak haddim değil. Bu gülümsemeyi borçlu olduğun kişiye git." Nazik ve buruk bir veda olmuştu bu. Gina ve kralın isteğiyle Gina'yla evlenmek üzere olan kişi arasındaki konuşmayı başka kimse işitmemişti. Kalabalığın dikkatini çekmemek üzere dansı bitirip yavaşça uzaklaştılar. O, insanların tebriklerini tek başına alırken; Gina, adım adım uzaklaşıp koşarak yaklaşıyordu. Hislerini tekrar hatırlatan uzaktaki bakışlara koşuyordu. Yoluna çıkıp konuşmak, bilhassa düğünü tebrik etmek, isteyen kişilere kendisini pek iyi hissetmediğini ve biraz kalabalıktan uzaklaşacağını söylüyordu.
Kalabalığın bittiği yerdeydi az önce, şimdi ise gözükmüyordu. Korkuyla etrafına bakındı. Acaba bunca zamanın büyüsüyle beyni onu aldatmış mıydı? Gerçek değil miydi yine umutları? Sarayın ana bahçesinden, bir zamanlar yalnızca kendisinin çıkabildiği, küçük bahçeye dönen yolda gördü onu. Tekleyen kalbi acele etmezse sonsuza kadar pişman olacağını biliyordu. Koşarak Mick'i sarayda ilk kez gördüğü bahçeye girdi. Yoktu. Burada da değildi. Gerçekten de gitmiş olmalıydı. Belki de hiç gelmemişti. Güçsüzce birkaç adım attı. Arkasından yaklaşıp koluna dokunan kişiye tüm heyecanıyla döndü. "Prenses, burada ne işiniz var?" Suratı asılmış, göz yaşları hücum etmek için yerlerini almıştı. Beklediği kişi kesinlikle Frank değildi. "Gina, burada olmamalısın. Mick seni bekliyor." Bu kez duydukları artık tüm kalbiyle beklediği şeylerdi. Hayal olmadığından emin olmak için elini tırnakladı. Buna rağmen inanmakta güçlük çekiyordu. "Sen, sen gerçekten..." "Hadi ama Gina, yalan söylemek için bir nedenim bile yok. Hem yakalanırsan kral beni idam ettirebilir o yüzden birileri görmeden acele et." dedi Frank. "Bu taraftan..." Umutsuzluğun, umudu bekleyiş olduğunu anlamıştı o an. Her şeyi bir kenara koyup, uğruna pek çok şeyden, yıllarından vazgeçmiş olmak, ufacık bir bedel gibiydi geride kalan. Sıcacık kan kalbinden pompalanıyordu tüm vücuduna. Her zerresinde bunu hissediyordu. Soğumuş parmak uçlarının aksine içinde büyük bir yangın vardı şimdi. Öyle büyük ki gözünün önü buğulanıyor, konuşmak, tek bir cümleyi söylemek için altı sene beklemesine karşılık kurumuş dilini hareket ettiremiyor, boğazı düğümleniyordu. Kenetlenmişti dudakları bu altı yılın hüznünü, o burukluğu, tekrar yaşarcasına. Açamıyordu, kelimeler ona yabancıydı sanki. Buraya gelmişti, o kadar kalp kırığını hiçe sayıp gelmişti lakin bedeninin o kırgınlığı yansıtmasına engel olamıyordu. Tam karşısında duruyordu Mick. Arada tam altı senelik bir mesafe...
Bunca yıl Mick'i de değiştirmişti. Yalnız fiziki değil, ruhu çok ama çok değişmişti onun da. Vazgeçmek uğruna prensesi krala teslim ettikten sonra ayrılmıştı saraydan. Giderken duyduğu bir cümleydi onu unutmaktan alıkoyan. Tüm duygularına gem vurmuştu bu vakte değin. Zarar vermekten korkmuş, onu incitmek istememişti. Korkağın teki olarak kaçmıştı ondan, bilhassa kendinden. Korktuğu kişi kendisiydi. Kaybetmekten korkuyordu, ailesini kaybettiği gün kendini de karalayıp atmıştı. Fakat Gina'yı tanıdıkça kendisine hissetme hakkı doğdu. Farkına bile varmadan tekrar hayatına tutunmaya başlamıştı. Bu hisler onu bencil yaşantısından sıyırıyordu. Alışmadığı bir kişiye dönüştükçe hırçınlaşıp korkağın tekine dönüşmüştü Mick. Asiliği kendineydi, hak etmediğini düşünüyordu onca şeyden sonra yaşamayı. Sevdikleri yanında değilken gülümsemek ceza gibi oturuyordu yüreğine. Prensesten ayrıldığı zaman anlamaya başladı. Çoktan hak etmediğini sandığı duyguları, etrafını sarmıştı. Kaçtığı halde kaçamıyordu. Mesafe ne kadar artmış, kaç yıl geçmiş olursa olsun vazgeçemiyordu onu düşünmekten. Bir başkasını onun yerine koyma fikri dahi kendinden tiksinmesini sağlıyordu. Korkularıyla kaçtıkça korkuları onun üzerine koştu. Büyüyüp bir çığa dönüştü korkaklık korkusu. Ya altında ezilecek ya da karşıya geçip ona elini uzatan prensese tutunacaktı. Bunca zaman kendisini düşünmekten alıkoyamadığı prenses şimdi karşısındaydı. O korkulu dakikalarında elini uzatacak mıydı emin bile değildi. Lakin kaçmak, ondan uzaklaşmak kabus gibiydi. Ölecekse aşkının elinden ölmeyi tercih etti. Onsuz değil, onunla bitecek bir sona ihtiyacı vardı. Reddedilmeyi bile göze alıp gelmişti, kaybedecek başka hiçbir şeyi yoktu çünkü.
İkisi de aradaki mesafeyi kısaltacak yalnızca birer adım attılar.
"Mick..."
Titrek sesi düşen gözyaşları eşliğinde oluşmuştu.
"Gelinlik, yakışmış."
İçlerinden şunu geçirdiler bu son sözün ardından: 'bir başkasıyla evlenmek adına giyindiğim gelinlik için ne gereksiz bir kibarlık.', 'Ben ne saçmalıyorum, sanki başkasıyla evlenmesini tebrik etmeye gelmişim gibi...'
Fazla sürmedi ki Mick yanlış anlaşılmayı düzeltti: "Onunla evlenmeyeceksin değil mi?" Gina, Mick'in ciddiyse bile komik bir cümle kurduğunu düşündü. Her şey onun içindi, buraya gelmesinin başka bir nedeni de yoktu. Kırgınlığını şakayla karışık söyledi: "Öyleyse ne olmuş, belki veda etmeye geldim sana." "Yapma... Beni daha çok parçalama." Bir çocuğun acizliğiyle yalvarıyordu Mick. "Bunca yıl sensiz nasıl geçti biliyor musun? Geçmedi, her saniye, her dakika 'geri gelir mi?' diye umutla bekledim. Göğsümü parçalayan yanıtlar beni yiyip bitiriyordu ama sen yoktun. Ben, sevmediğim biriyle evlenmeyi bile göze aldım. Bunun ne demek olduğunu biliyorsun değil mi? Artık sana umudum kalmamıştı. Şimdi ise gelmişsin, karşımdasın."
"Biliyorum bunu hak etmedim, geri dönmek beni yüzsüz birine çevirdi. Ahlaksızca ortadan kaybolup, yokluğunda yaşayamayacağımı anladım, şimdi de şımarıkça benimle evlenmeni, buradan kaçmayı sana teklif ediyorum. Bunu yaptığımda kralın emriyle senin koruman olup, sana belki bu sebeple aşık olduğumu düşünmemen içindi geçen altı yıl. Ben sana gerçekten aşık olduğumu bilerek, bir koruma olarak değil, senin sevgini kazanmaya çalışan aciz bir adam olarak geldim. Prenses olman değildi beni sana bağlayan. Ben sende masumiyeti, safiyane duygularla bağlanmayı gördüm. Bencilliğimden körleştiğim halde yaşamak için bir sebep sundun bana. Bu sebeple buradayım. O sebebi kaybetmemek için buradayım. Seni seviyorum."
"Ben, senin için son bir kez umutlanmasaydım şu an buraya gelmezdim. Üzerimdekinin güzel olduğunu söyleme, bunu içinde sana yabancıyım. Bunu senden vazgeçtiğimde giyindim. Umarım daha rahat bir kıyafet getirmişsindir." Gina, hafifçe gülümsedi.
Mick, büyük adımlarla mesafeyi tamamen kapattı. Gina'ya sımsıkı sarıldığında gözyaşlarını tutması için bir neden kalmamıştı. İlkin şaşırsa da ona karşılık verdi Gina. "Ben de seni seviyorum Mick. Bir daha beni bu kadar bekletme." "Söz veriyorum bir daha bekletmeyeceğim, asla." Uzunca bir süre sarıldılar. Karşılıklı kalpleri, birbirlerindeki boşlukları doldurdu. Sevgiyle, hasretle...
Sonsuz sandıkları bekleyiş bir başlangıca kavuşuyordu nihayet. Sonsuz bekleyişlerin sonu olmazdı, onun sonsuz olmadığını anladığınızda bile o bir sona kavuşmazdı. Sonsuz olmayan yeni bir başlangıca ulaştırırdı bu farkındalık. Sonu olan bir aşka...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölgede Kalan Yarım
ChickLit~Kendisi olmak zordu kim olduğunu bilmeden. Hissettikleriydi onu tekrar kendisi olmaya sürükleyen. Kaybettikleriydi onu adım adım tehlikeye sürükleyen. Ya bir ömür kim olduğunu bilmeden yaşayacaktı ya da ömrünü kim olduğunu öğrenmeye adayacaktı. O k...