⇜1⇜

230 15 3
                                    

Öncelikle belirtmek isterim ki hikayenin yazarı ben değilim.
Gerçek yazar kuzenim.
Kendisi elfenli2995 hesaabında sizleri beklemekte,hikayeyle ilgili Bir sorunuz olursa Bende cevaplayabilirim ama tabiki yazar olarak kendisi Daha ayrıntılı cevaplar verecektir.

Yayınladığımız her bölümde Bir şarkı önermek isyorum,ve bu bölümün şarkısıdaaaa

Son feci bisiklet-rahatsız vals

İyi okumalar,yıldızlamayı unutmayın.

Üçüncü çağ 425 yılı

Ateş Krallığı'nın başkenti Azurahir üzerine eoera -güneş- doğuyordu. Yükselen eoera'nın parlak beyaz ışıkları gecenin siyahını silip, onu onu yeni doğan günün aydınlığıyla boyuyordu.
"Prenses, prenses uyanın. Sabah oldu"
Eoancy, hizmetçisi Naye'nin sesiyle uyandı. Yüzüne vuran eoaranın ışığına inat yavaşça gözlerini açtı. Başını uyuya kaldığı masadan kaldırıp, gerindi. Odasında değildi. Bütün şehri görebilen sarayın, yüksek kulelerinden birindeydi. Dün gece kitap okurken uyuya kalmış olmalıydı. Uyuşukluktan kurtulmak için boynunu ve kollarını hareket ettirip, ayağa kalktı.
Eoancy on iki yaşındaydı. Zarif ve güzel bir yüzü, soyunun nişanı olan koyu mavi gözleri vardı. Gece kadar siyah saçları beline iniyordu. Yaşına göre uzundu.
"Günaydın prenses" dedi Naye. Naye yirmi yaşlarında siyah saçlı, ince yapılı, güzel bir kızdı.
"Sana da günaydın" diye karşılık verdi Eoancy ve yeni doğan eoera'nın altındaki şehri izlemek için pencereye çıktı.
Azurahir, Eonir adasında bir iç deniz olan Anka Gözü'nün üstündeki Kızıl Diş adası üzerine kurulmuştu. Şehir, yüksek ve sağlam surlarla, güçlü kulelerle çevriliydi. Surların yüksekliği otuz, kalınlığı on metreydi ve şehri çevreleyen surların toplam uzunluğu otuz kilometreye yakındı. Azurahir'in tek girişi doğuya bakan muazzam kapısının önüdeki taş köprüydü. Burası doğruca ana saraya şehrin geniş ana caddesine uzanıyordu. Azurahir'in merkezinde dik bir şekilde yükselen Ateş Tepesi vardı. Buraya inşa edilmiş olan kraliyet sarayı tüm görkemiyle şehre hükmediyordu. Saraya giden tek yol tepenin doğu yamacını zik zaklar çizerek çıkan şehrin ana caddesiyle bağlantılı yokuştu. Bu yokuş her yüz metrede bir savunma kuleleriyle korunurdu. Azurahir zengin ve gösterişli bir şehirdi. Ateş Tepesi ile surlar arasında kalan alan bakımlı ve düzgün caddelerle bölünmüş, caddelerin arasında kalan yerlere zarif park ve bahçeler, yapay göller, gösterişli malikaneler inşa edilmişti.
Eoancy şehrin manzarasını izlemeyi severdi. Eğer Naye onu uyarmasaydı şimdi de daha uzun süre izlerdi. "Prenses, eğer acele etmezseniz babanızla olan kahvaltıya geç kalacaksınız"
Eoancy içeri girdi. Kulenin merdivenlerini inip, sarayın koridorlarını geçerek Eoancy'nin odasına geldiler. Naye prensesin kıyafetlerini çıkarmasına yardım etti.
Eoancy banyoya girerek neredeyse kaynama derecesinde olan sıcak suda yıkandı. Bedenini bir havlu ile sarıp odasına döndüğünde, Naye her zaman ki gibi kıyafetlerini onun için hazıretmişti. Ateş Krallığı geleneklerinde bir kız başka bir kızı çıplak görebilirdi. Bunda hiç bir sakınca yoktu. Eoancy havlusunu çıkardı ve iç çamaşırlarını giydi. Ardından Naye prensesin lacivert renkli bol pantolonu ve iki yandan yırtmaçlı, uzun mavi kaftanı giymesine yardım etti. Eoancy giyindikten sonra aynanın karşısındaki sandalyeye oturdu ve Naye onun saçlarını yaparken gözlerini kapatıp bekledi.

"Beğendiniz mi?" diye sordu işi bitince kız.
Eoancy aynada kendini inceledi. Naye, başının iki yanından sarkan saçları serbest bıırakmış, geriye kalanları ise beline kadar inen tek uzun bir kuyruk olarak örmüştü. Naye'nin elleri hem hızlı hem yetenekliydi.
"Gayet iyi" dedi Eoancy.
"Güzelliğiniz eora gibi parlasın" dedi Naye.
Eoancy kahvaltı için bahçeye indiğinde, babası Kral Eret'in çoktan orada olduğunu gördü. Eret sandalyesine oturmuş, güzel havanın tadını çıkarıyordu. Her sabah bunu yapardı. Mevsimin kış veya yaz olması, havanın güneşli veya yağışlı olması fark etmezdi. İlk iş olarak bahçeye gelir, yeni başlayan güne kendini hazırlardı.
Eret kırk yaşındaydı. Siyah saç ve sakalını her zaman düzgün ve belli bir uzunlukta tutardı. Soylu ve yakışıklı bir yüzü vardı. Kızında olduğu gibi soyunun nişanı olan koyu mavi gözlere sahipti. Uzun boyluydu.
Eoancy babasına bir kaç adım kala durdu ve başını hafifçe eğip, sağ elini kalbinin üstüne koyup babasını selamlayarak "Günaydın baba" dedi.
"Sana da günaydın Eoancy"
Eoancy babasının yanındaki sandalyeye oturdu.
"Kardeşin gene kalkamadı herhalde" dedi Eret.
"Küçüklüğünden beri uykuyu çok fazla seviyor"
"Bu yaşta zaten uyuması gerek. Büyümesi için bu önemli. Aslına bakarsan senin bile uyuyor olman lazımdı"
"Seninle kahvaltı yapma fırsatını kaçıramam" dedi kız. Eoancy kardeşinin aksine erken kalkmayı severdi. Ama daha da önemlisi yoğun çalışması sebebiyle her zaman göremediği babasıyla bu sayede vakit geçirebiliyordu.
Eoancy babasıyla sohbet ederken bir erkek çocuk bahçeye girdi. Yüzünden ve yürüyüşünden uykulu olduğu belli oluyordu. Oda aynı şekilde Eret'i selamlayıp "Günaydın baba" dedi.
"Sana da günyadın Hareda" diyerek karşılık verdi Eret.
Hareda on yaşındaydı. Hafif uzun siyah saçlı ve tıpkı babası ile ablasında olduğu gibi koyu mavi gözlüydü. Babasının küçük bir kopyası gibiydi. Yaşıtlarına göre biraz daha uzun boyluydu.
Eret'in emriyle görevliler kahvaltı sofrasını hazırlamaya başladı. Bal, kaymak, reçel, zeytin, peynir, pastırma, sucuk, kavurma, kızarmış ekmekler ve Ateş Krallığı halkı için kahvaltının olmazsa olmazı ateş çiçeği çayı kısa sürede masaya kondu. Eoancy bu çaya bayılırdı. Ateş çiçeği çayını ısıtmaya gerek olmazdı. Kendiliğinden her zaman sıcak olurdu ve içildiğinde insanı ferahlatıcı bir etki bırakırdı. Kahvaltıyı acele etmeden, yemeklerin tadını çıkararak yaptılar.
Kahvaltıdan sonra Eret "Yemeğimiz bittiğine göre artık sabah antrenmanına başlayabiliriz. İlk hanginiz gelmek istiyor bakalım?" diye sordu
"Ben istiyorum baba" diye atıldı Eoancy istekle. Eret hafifce gülümsedi ve "Geç bakalım karşıma" dedi.
Eoancy babasının bir kaç metre karşısına geçti ve Ateş Krallarının soyu olan Eranor hanedanına ait özel göz yeteneğini aktif hale getirdi. Bu özel göz yeteneğine azulera (mavi yıldız) denirdi. Eoancy'nin göz bebekleri değişti ve mavi renkli üç köşeli yıldızımsı bir şekle dönüştü. Eoancy derin bir nefes aldı ve ard arda büyük alev topları gönderdi. Bu saldırılar on iki yaşında ki bir çocuk için mükemmeldi. Sıradan askerlerle rahatlıkla baş başa dövüşebilirdi. Ama Eret sıradan bir askerden çok üstündü. Kızının yaptığı saldırıları kolaylıkla durdurdu. Ardından hızlı ve güçlü saldırılarla karşılık verdi. Eoancy üstüne gelen ateş saldırılarının kimini elleriye karşılayarak kimini de çevik hareketlerle atlatarak savuşturdu. Eret'in yüzünde hafif bir gülümseme oluştu. Babasının dalgınlığından yararlanan Eoancy, ard arda gönderdiği ateş topları ile Eret'i birkaç adım geriletmeyi başardı. Alev topları gönderek babasının dibine kadar gelince ikisi arasında yakın dövüş başladı. Ama Eoancy ateşi kontrol etme konusunda iyi olduğu kadar yakın dövüşte iyi değildi. Kısa bir mücadelenin ardından babası onu yakalayıp yere yatırdı ve dövüşü bitirdi.
"Gayet iyiydi. Günden güne kendini geliştiriyorsun" dedi Eret. Sonra gülerek ekledi "Yakında beni bile geçeceksin"
"Ya baba dalga geçme"
Eret bir kahkaha attı ve "Hareda geç bakalım karşıma" dedi. Eoancy babası ile kardeşi arasındaki mücadeleyi izlemek için kenara çekildi. Ama baba-oğul arasındaki dövüş daha kısa sürdü. Hareda henüz bu konularda kendini geliştirmemişti.
"Unutma Hareda ateşin enerji elementidir. Enerjimizin kaynağında ise nefesimiz vardır. Nefesin güçlü olsun ki ateşin güçlü olsun" dedi Eret.
Eoancy bu sözleri yüzlerce kez duymuştu ama yinede bunları aklının bir köşesine tekrar not etti.
Bu sırada bir görevli yanlarına geldi ve Eret'in önünde eğilerek "Efendim size bir mektup geldi" dedi. Eret kendisine uzatılan kağıdı aldı ve mührü kırıp bir göz attı.
"Bugünlük antrenmanı bitirelim. İlgilenmem gereken acil işler var" dedi.
İki kardeş babalarının bu hallerine alışıktı. Devlet işleri beklemezdi. Kral ailesinden çok halka aitti. Kraliyet ailesinden olmanın getirdiği bir sorumluluktu bu. Eoancy sırf bu yüzden bir prenses olmak yerine basit bir çiftçi kızı olmayı isterdi. Böylece babasıyla doya doya vakit geçirebilirdi.
"Abla bugün beraber çalışabilir miyiz?" diye sordu Hareda.
"Evet, elbette. Ama dışarıda çalışalım. Bugün güzel bir gün. Hem de gezeriz biraz"
"Hava sıcak hem. Mavi nehirde de yüzeriz biraz" dedi Hareda sevinçle.
Odalarına çıkıp hazırlandılar. Sonra bahçede buluşup, sarayı şehre bağlayan taş döşeli zik zaklı yokuşu inmeye başladılar. Yol boyunca belirli aralıklarla inşa edilmiş kulelerin her birinde, birer asker nöbet tutuyordu. Savaş buralara gelmediği için şu an fazladan güvenliğe gerek yoktu.
Ateş tepesinin dibindeki, sarayın dış ana kapısını geçerek şehre çıktılar. Bu kapı Azurahir'in geniş ana caddesine açılıyordu. Taş döşeli bakımlı sokaklar kalabalıktı. Park ve bahçeler dolup taşıyordu. Güzel havanın tadını çıkartmak isteyen herkes kendini dışarı atmıştı. İki kardeş rahatlıkla kalabalığın arasına karıştı.
Caddeyi geze geze en sonunda Azurahir'in ana kapısına geldiler ve şehri karaya bağlayan taş köprüyü geçtiler. Köprü çıkışının hemen sağ tarafında büyük büyük bir ahır vardı. Hem saraya ait hem de diğer vatandaşlara ait atlara burada bakılırdı. Azurahir'e binek hayvan ile girilmesi yasaktı.
"Hoş geldiniz prens Hareda ve prenses Eoancy" dedi görevli kadın Rahen.
"Kardeşim ve ben biraz gezeceğiz" dedi Eoancy.
"Ben hemen atlarınızı hazırlayayım"
Fazla beklemediler. Rahen hazırladığı atları getirdi. Eoancy'nin atı Alev gece gibi karaydı. Hareda'nın atı Bulut ise gri renkliydi.
Hareda atına biner binmez "hadi yarışalım" dedi ve hızla fırladı. Eoancy daha atına binememişti bile "Hey bekle beni" diye bağırdı. Ama Hareda onu dinlemedi bile. Eoancy Alev'e biner binmez hızla yola koyuldu.
Yanından ağaçlar akıp gidiyordu. Birkaç meraklı göz onlara çevrilmişti. Eoancy ise tüm dikkatini kardeşine vermişti. Ne kadar hızlı giderse gitsin farkı kapatamıyordu. Hareda iyi bir biniciydi. Çevik bir hamle ile döndü ve önündeki engeli üstünden atlayarak ağaçların arasına daldı. Eoancy'nin aynı yerden dönebilmesi için atını yavaşlatması gerekti.
En sonunda Eoancy kardeşini yakaladığında Hareda atından inmek üzereydi. Gürül gürül akan bir nehrin kenarına gelmişlerdi.
"Nerde kaldın? Kaç saattir seni bekliyorum?"
"Hem önden başlayıp hemde bir kaç dakika farkattın diye ne bu havalar? Dönüş yolunda bir kez daha yarışalım isteren"
"İstersen otuz saniye avans vereyim"
Eoancy yenilgiyi kabul etmek zorundaydı. On saniye avansla bile Hareda onu geçerdi. Konuyu değiştirmek için "Neyse biz buraya ateş kontrolü çalışmaya geldik. Buna odaklanalım" dedi. Hareda bir kahkaha atmaktan kendini alamadı. Ablasının amacını anlamıştı ama onun sert bakışlarını görünce "Tamam tamam hadi başlayalım" dedi.
"Vücut enerjimizin ve ateşimizin kaynağı nefestir. Bu yüzden nefesimizin gücü bizim de gücümüzü belirler. Güçlü bir nefes ise burundan alınır ve ağızdan verilir"
Hareda hevesli bir öğrenciydi. Ablasının anlattıklarını dikkatle dinledi. İlk başta ormanın temiz havasıyla nefes alma eğitimi yaptılar. Eoancy zaman zaman müdahale ederek kardeşinin hatalarını düzeltti. Hareda Eoancy'nin beklediğinden daha çok sabır gösterdi. Normalde bu tarz hareketi az eğitimler onu sıkardı.
"Şimdi ateş ile çalışalım" dedi Eoancy iki saatin sonunda. Hareda'nın işin temelini kaptığını düşünüyordu.
"Oh be nihayet. Bu can sıkıcı nefes eğitiminin sonu hiç gelmeyecek sanmıştım"
İki kardeş aynı anda derin nefes aldılar ve bu sefer ellerinden alev çıkarttılar. Ardıdan diğer elleriyle hareketi tekrar ettiler.
"Gayet iyiydi. Hadi devam edelim" dedi kız. Sonraki bir kaç saat boyunca ellerinden ve ayaklarından ateşler çıkararak çalıştılar.
Eoancy çalışmayı bitirdiğinde iki kardeş terden sırılsıklam olmuştu. İkisinin de kolları ve bacakları ağrıyordu. Eoancy kardeşinin eğitimi tam manasıyla kavraması için, Hareda'da ablasının emeklerine karşılık vermek için kendini zorlamıştı.
Eğitimden sonra yüzüp serinlemek için kıyafetlerinin altına yüzme kıyafetlerini giymişlerdi. Mavi nehrin gürül gürül akan buz gibi akan sularına kendikerini bıraktılar. Eoancy sıcak suyu her zaman daha çok sevmişti ama bu sefer durumdan şikayetçi değildi. Terden sırılsıklam olmuş vucuduna, soğuk suyun dokunuşu mükemmel gelmişti.
Saraya döndüklerinde ikisi de yorgunluktan ölüyordu. Kendilerini yatağa zor attılar.
Ertesi gün hava kapalıydı. Gri yağmur bulutları gökyüzünü kaplamıştı. Yılın ikinci ayındaydılar. Bahar her zamanki gibi yağmurlarla gelmişti. Eoancy yağmuru severdi. Ama bugün yağmur ona hüzünlü anılarını hatırlatıyordu. Annesi, dört sene önce bugün, yine böyle yağmurlu bir günde ölmüştü. Her sene ölüm yıl dönümünde babası ve kardeşiyle birlikte onu ziyaret ederlerdi.
Naye bugün onu yalnız bırakması gerektiğini biliyordu. Eoancy tek başına hazırlandı. Dünkü eğitimin kirlerinden kurtulmak için banyoya girdi ve sıcak suyun altında çiçek kokulu sabunlar ile yıkandı. Odasına döndüğünde geleneklerine uygun olacak şekilde beyaz bir elbise giydi. Uzun saçlarını serbest bıraktı ve beyaz türbanlı siyah bir fes taktı. Sonra odasından çıktı ve bahçeye indi. Babası ve kardeşi onu bekliyordu. İkisi de beyaz giyinmiş ve özenle hazırlanmışlardı.
Bu onlar için özel bir zaman dilimiydi. Yanlarına muhafızlarını almadan saraydan çıktılar. Sarayı şehre bağlayan yolu indiler. Azurahir'in geniş caddelerini yürüyüp, şehri karaya bağlayan köprüyü geçerek, şehri geride bıraktılar.

Hanedan mensupları şehrin yaklaşık bir kilometre kadar kuzeyindeki yüksek bir tepe olan Kızıl Tepeye gömülürdü. Burası şehrin dışında olsada ana sarayın bir parçası olarak kabul edilirdi. Tepenin en üstünde, krallığın ve şehrin kurucusu olan ilk kral Azur ve eşi Rasel'in mezarları duruyordu. Tepeden aşağı inildikçe diğer Ateş Kralları ve eşleri, hanedan mensupları sırayla yatıyordu. Eret'in eşi ve çocukların annesi olan Elis tepenin orta kısımlarındaydı. Kraliyet ailesinden en son ölen kişi o olduğu için mezarı girişe en yakın olan oydu.
Baba ve çocukları mezarın başına geldi. Saygılarının bir ifadesi olarak, sağ ellerini kalplerinin üzerine koyup bir kaç dakika sessizce beklediler. Eoancy annesinin mezar taşına çizilmiş olan resmi inceledi. Sanatçılar gerçekten müthiş bir iş çıkarmışlardı. Ama yine de bu resim annesinin güzelliğini ve zerafetini anlatmada eksik kalıyor gibiydi. Resmin hemen üstünde zarif bir yazıyla Ateş Kraliçesi Eranor Elis yazılmıştı.
Elis de kocası gibi Eranor kanından geliyordu. Eret amcası Rahad'ın kızıyla evlenmişti. Böylece yeteneklerin babadan çocuklarına geçtiği Eranor hanedanında, binlerce yıldır ilk kez, hem babası hem de annesi Eranor kanı taşıyan, safkan çocuklar olarak Eoancy ve Hareda dünyaya gelmişti.
Baba ve çocukları yanlarında getirdikleri çiçek demetlerinden bir tane çiçek çekip ateşe verdiler ve Elis'in toprağı üzerine koydular. Etrafı çiçeklerin güzel kokusu kapladı. Geriye kalanlarla da mezarın üstün süslediler. Bir süre orada oturup beraber geçirdikleri günleri andılar.
En sonunda veda etmek için ayağa kalkıp, ellerini kalpleri üzerine koyarak Elis'i selamladılar ve onu sessiz uykusunda bırakıp saraya döndüler.
↭↭↭↭↭↭↭↭↭↭↭↭↭↭↭

Asuraların YükselişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin