Batan eoera, ufku koyu maviden siyaha doğru boyarken Azurahir'in surları gözükmüştü. İki kardeş sekiz yıl önce ayrıldıkları evlerini yıllar sonra ilk kez görüyorlardı. Surlar tüm haşmetiyle yükseliyor, sağlam burçlar etrafa tepeden bakıyordu. Şehrin merkezindeki tepeye inşa edilmiş kraliyet sarayı tüm ihtişamıyla Azurahir'e hükmediyordu. Azurahir masmavi göl üstünde duran kıpkırmızı bir safir gibiydi. Eoancy kalbinin derinliklerinde bir yerin sızladığını hissetti. Hatıralar gün yüzüne çıkmak istiyor, çatlaklardan sızmaya çalışan hüzün ve özlem kalbini sarıyordu. Ama Eoancy duygularını dizginleyerek buna izin vermedi.
"Hiç değişmemiş. Tıpkı bıraktığımız gibi" dedi Hareda. Duygulandığı sesinin titremesinden belliydi.
"Zamanı geldiğinde, bizden çaldığı her şeyin intikamını Naetor'dan aldığımda, yuvamıza kavuşacağız" dedi Eoancy öfkeyle.
Azurahir'e giden kalabalık ana yolu takip ettiler. Şehre giden veya oradan dönen binlerce kişi vardı. Onların arasında dikkat çekme ihtimalleri azdı.
Azurahir'i karaya bağlayan geniş taş köprüyü geçerek ana giriş kapısının önüne geldiler. Tahtadan yapılmış, çelik ve taşlarla desteklenmiş ağır kapı yıkılmaz görünüyordu. Kapıda nöbet tutan askerler kalabalığı dikkatle süzüyorlardı. Gözünün tutmadıklarını kenara çekip sorguluyorlardı. Tam kapıdan gireceklerken bir asker emreden bir tonla bağırdı “Hey siz ikiniz şöyle kenara gelin bakayım"
Saçları grilermiş, orta yaşlı, sert yüzlü, uzun sayılmayacak bir askerdi. İki kardeşi sorgularcasına süzdükten sonra “Adınızı ve buraya neden geldiğinizi söyleyin”
Benim adım Lissen ve bu da kardeşim Itare" diyerek tanıttı kendilerini Eoancy "bizler sadece ülkemizi gezip görmek isteyen gezginleriz. Kuzeyden Adatepe köyünden geliyoruz. Azurahir'in dillere destan güzelliğini görmeden gidemezdik"
Adam bir kez daha süzdü onları. Bu açıklamaya inanmış gibiydi. Sert yüzündeki ifade biraz yumuşamıştı "Pekala girin içeri. Ama düzeni bozar, bir sorun çıkarırsanız gözünüz yaşınıza bakmam kendi ellerimle surların dışına atarım sizi"
"Merak etmeyin efendim" diye karşılık verdi Hareda dostça gülerek.
Kapıyı geçip içeri girince Azurahir'in ihtişamı karşıladı onları. Sokaklar her zaman olduğu gibi bakımlı ve güzeldi. Park ve bahçelerde ağaçlar çiçek açmıştı. Aynı zamanda eskiden olduğu gibi kalabalık ve hareketliydi.
Uzaktan Azurahir'i uzaktan gördüğünde aklına gelen anılar aslında bir hiçmiş. Şimdi aklına duvarını yıkmış sel suları gibi geliyorlardı. Bu sokaklarda arkadaşlarıyla koşmuş, eğlenmiş, ağlamış, zaman zaman başını belaya sokmuştu. Acı tatlı pek çok olay yaşamıştı ve simdi bütün bunlar birden aklına doluyor, bir bir gözlerinin önünden geçti. Bir az önce Azurahir'i uzaktan gördüğünde hissettiği çatlaklar şimdi birer uçuruma dönmüştü sanki. Bir duygu karmaşasının içine düşmüştü sevinçle gülmek kahkahalar atmak istiyor, bir yandan yılların özlemi gözlerinden yaş olup akmak istiyordu. Ama hepsinin üstüne öfke ve nefretin alevleri onları yakıp, boğuyordu. Kendisine bunları yaşatan Naetor'u öldürmek istiyordu. Gözlerini kardeşine çevirdi. Tek kelimeyle mutlu görünüyordu. Evine duyduğu hasreti gidermenin mutluluğu... Eoancy onun gibi hissetmek isterdi.
Onlar şehrin manzarasına ve hatırlarına dalmış bir şekilde yürürken, önlerinden küçük bir çocuk koşarak geçti. Peşinde ablası vardı. Ancak kız dalgınlıkla Hareda’ya çarptı. Bir an göz göze geldiler. Kız utanarak gözlerini çekti hemen “Özür dilerim” diyerek yoluna devam etti.
İki kardeş yürümeye devam ederken "Onu hatırladın mı?" diye sordu Eoancy. Hareda hayır manasında başını salladı. "Teraale Hinavin" dedi Eoancy. Kız küçükken çok tatlı ve sevimliydi. Eoancy'i ablası gibi görür peşinden ayrılmazdı. Pek çok kere sırf Eoancy'nin peşinde olduğu için başı belaya girmişti. Şimdi ise boyu uzamış, vücudu gelişmişti. Sevimliliğine birde güzellik eklenmişti.
"Çok güzel... Onunla konuşmam gerek" dedi Hareda.
Tam adım atacakken Eoancy onu kolundan yakaladı ve "Deli olma. Kimliğimizi açığa mı çıkarmak istiyorsun" dedi.
"Hadi ama abla. Eskiden onunla kardeş gibiydin. Bu kadar şüpheci olamazsın"
"Hareda bu işi uzatma"
Kardeşi ona daha fazla itiraz etmedi.
"Peki şimdi Tilki'yi nasıl bulacağız? Aklında bir şey var mı, abla?"
Eoancy başını olumsuz manada salladı "Bundan sonra risk almamız gerekecek. Onun savaştan geldiğini biliyoruz. Askerler arasında, güvende bir yerde olmalı. Ama bu tahmini doğrulamak gerek. Yoksa her şeyi tehlikeye atmış oluruz"
"Peki ya bunu nasıl teyit edeceğiz?"
"Bence sıradan bir asker bile bunu bilebilir. Birini konuşturup bilgi almalıyız"
"Azulera sayesinde bunu kolaylıkla hallederiz"
Bu işi yarına bırakmaya karar verdiler. Tehlikeli olsa da uzun zamandır ayrı kaldıkları şehirleriyle hasret gidermek istiyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Asuraların Yükselişi
FantasyGüçlerinin varlığından habersiz Bir şekilde Azurahinin görkemli sarayın da yaşayan Eoancy'nin hikayesi. Ailesinin uğradığı ihanetin bedelini ödeyen Bir kız hem de amcasının ihanetiyken Daha da zor olmalı. Birde ölümler olmasa Daha mı kolay olur si...