Gölge

82 4 0
                                    

Doktora tezimle haşır neşir olduğum bir dönemdeydim. Yoğun dönemlerimde her zaman yapmayı tercih ettiğim gibi inzivaya çekilmiş, çevremdeki insanlar ve olup bitenlerle tamamen ilişiğimi kesmiştim. Gecenin ilerleyen saatleriydi ve uzun bir günün ardından bir hayli yorulmuş bir zihinle, uyur uyanık bir halde o gün için seçtiğim makalelerden birini okumakla meşguldüm. Tam kendimi uykunun huzurlu kollarına bırakmak üzereydim ki şiddetli bir gürültüyle irkilerek kendime geldim. Kapım çalınıyordu.Yakınlarım, rahatsız edilmemem konusundaki takıntımı iyi bildiklerinden kendiliğimden ortaya çıkmadığım sürece beni çalışmalarımla baş başa bırakırlardı. Bu nedenle de o akşam herhangi bir ziyaretçi beklemiyordum. Kapıdaki, her kimse, ısrarla hem zili çalıyor hem de sertçe kapıyı yumrukluyordu. Gecenin bu geç saatinde kim gelmiş olabilirdi? Davetsiz misafirimin ısrarcı tutumu önemli bir haberin gelmekte olduğuna bir işaret gibiydi. Oyalanmadan kapıyı açtım. Gelen en yakın arkadaşım Murat'tı. Kapıdakinin o olduğunu görmek biraz olsun içimi ferahlatmıştı. Fakat, bu beklenmedik ziyarette kesinlikle sıra dışı bir şeyler vardı. Murat'la, daha birkaç gün önce, ailesiyle birlikte Seyşel adalarına tatile gidecekleri için vedalaşmıştık. Geri dönmelerine de daha iki haftadan uzun bir süre olmalıydı. Bu nedenle gecenin bir yarısı aniden kapıma dayanması hiç normal değildi. Tez çalışmalarım nedeniyle kafam karışık olduğundan tarihleri yanlış hatırlıyor olabilirdim, ancak, Murat söz konusu olduğunda ayağının tozuyla kapıma dayanması da pek beklenen bir davranış olmazdı. Uzun süren yorucu yolculuklarının ardından genellikle bir veya iki gün dinlendikten sonra yeni maceralarını paylaşmak üzere evime gelirdi. Oysa bu defa hiç düzenli bir uyku çekemediği göz altlarında oluşan torba ve morluklardan belli oluyordu. Ayrıca fazlasıyla gergin olduğu her halinden belliydi. Yine de tedirginliğimi bir kenara atarak, gülümsedim ve Seyşellerin nasıl olduğunu sordum. O ise yüzüme bile bakmadan, aceleyle salona yöneldi. Bu garip tavrıysa daha da tedirgin olmama neden oldu. Önemli bir şey olmadığını umarak kapıyı kapatıp, ardı sıra salona yöneldim. Kötü bir şeyler olduğunu sezebiliyordum. Kendisi burada olduğuna göre ailesinden birinin başına bir iş gelmiş olabileceğini düşündüm. Yine de peşi sıra yürürken, ortama ağırlığını koyan gergin havayı dağıtmak için deniz, kum ve güneş üçlüsünden bu kadar çabuk mu sıkıldığını sordum. Bir yanıt gelmedi.

Ben kapıyı kapatıp odaya dönene kadar köşedeki portatif bara ulaşmıştı. Bulabildiği en sert içkiyi, bir votka, kapmış; titrediğini kapı eşiğinden bile seçebildiğim elleriyle içmeye başlamıştı. Elindeki kadehi bir dikişte bitirip, sert içkinin ekşittiği yüzüyle bana dönerek, kadehi barın üzerine geri koydu. Şaşkınlığımı gizlemeye gerek duymayarak neler olup bittiğini anlamaya çalışan bir ifadeyle yüzüne bakmaya başladım. Murat'ın kendisini toparlamasına yetecek zamanı bulduğuna karar verdikten sonra, her ne kadar bu türden prosedürlere aramızda gerek olmasa da, lafa girmek maksadıyla, ikinci bir kadeh isteyip istemediğini sordum. Sarhoş olarak anlatacaklarını bir gün daha ertelemek istemediğini söyledi. Ayrıca az önceki sorumu duyduğunu belli edercesine "Elbette Seyşeller harikaydı! Ancak, keşfettiğim şeyi gördüğünde basit bir tatilden çok daha fazlasını bulduğumu anlayacaksın!" diye ekledi. Murat bir antropologtu ve hayvanlarla insanlar arasındaki ilişkiler üzerine araştırmalar yapıyordu. Materyalist bir insan olduğu için evrim teorisine inanıyor ve gerçekliğini ispatlamayı hayat gayesi olarak görüyordu. Bu amaçla da dünyanın dört bir yanını dolaşmış, bu süreçte de primat türleri hakkında epey bilgi sahibi olmuştu. Söylediklerinden anlaşıldığı üzere tatilde de boş durmamış, ailesiyle hoşça vakit geçirebileceği bu boş zamanı yeni keşifler için iyi bir fırsata çevirmişti.

Açıkçası sözleri ilk anki gerginliğimden sıyrılmamı sağlamıştı. Ben de işi şakaya vurmaya başladım ve iş hastalığının artık kendine ve ailesine vakit ayırmasına engel olmaya başladığını söyledim. Yüzündeki gergin ifadeyi değiştirmeden bu kez bir şey yapmadığını, keşfin kendi ayaklarıyla geldiğini söyledi. Yarı şaka yarı ciddi "öyle mi?" diye sorduğumda, beraberinde getirdiği bir fotoğrafı ceketinin iç cebinden çıkardı ve buna kendimin karar vermem gerektiğini söyleyerek, titreyen ellerle bana uzattı. Arkadaşımı bu kadar heyecanlandıran şeyin ne olabileceğini merak ederek fotoğrafı aldım. İlk bakışta görebildiklerim sık çalılarla sarılmış bir ağaç kümesinin önünde uzanan bembeyaz bir kumsal ve bu güzel görüntüyü arkasına almış, alelade bir maymundan ibaretti. Sık sık gerçekleşen dostça sohbetlerimiz sırasında gerek anlattıkları, gerek yanında getirdiği fotoğraflar ve akademik makaleler sayesinde genel olarak primat familyaları ve yeni keşfedilen türler hakkında bilgi sahibiydim. Bu yüzden de resimdeki türü kolayca tanıdım. Murat sağ olsun, bu türe verilen latince ismi bile bir çırpıda söyleyebilirdim. Familyasının keşfedilmemiş bir alt türü olduğunu düşündürecek herhangi bir bulguya da rastlamamıştım. Doğal olarak bunda ilginç olanın ne olduğunu sordum. Arkadaşım henüz yatışmadığı belli olan heyecanıyla maymuna değil, arkasındaki ağaçlık bölgeye bakmamı söyledi. Ağaçların arasına saklanmış bir şeyler dikkatini çekmiş olmalıydı. Fakat, ben yerden bitme sık bir bitki örtüsünden başka herhangi bir şey göremiyordum. Bu nedenle de arkadaşımı heyecanlandıran şeyin ne olduğunu, biraz da ti'ye alarak, "ne var oğlum, uzaylı mı gördün?" şeklinde bir daha sordum. Onun yanıtıysa uzaylıların varlığından şimdilik emin olamadığı ama fotoğraftaki şeyin yaşadığımız dünya üzerinde kesinlikle var olduğundan emin olduğuydu.

GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin