Kampta bıraktığım bavullarımı alarak ilk uçakta yer ayırtmak üzere havalimanına doğru hareket ettim. Fakat yakınlarda kopan tropik bir fırtına nedeniyle tüm uçuşlar iptal edilmişti ve bir hafta boyunca da herhangi bir uçuş beklenmiyordu. Bu beklenmedik gelişme bütün planlarımı altüst etmişti. Ne yapacağımı bilemez bir halde bir kez daha kendime bir bungalov kiraladım ve kendimi ev hapsine kapattım. Zorunlu ihtiyaçlar haricinde dışarıya adım atmazsam o ucubelerin beni bulma ihtimali de azalırdı. Ancak akşama doğru adaya ulaşan fırtınayla basit bir bungalovda gizlenmenin pek de mümkün olmayacağını kavradım. Dışarıda bir curcuna kopmaktaydı ve kıyıya vuran dalgaların gürültüsünde hiç alışık olmadığım bir şeyin gizli olduğunu hissedebiliyordum. Bir müddet içimdeki bu tuhaf hissin nedeni üzerine kafa yorduğumda dalgalarla aklımdan hiç çıkmayan korkular arasındaki bağı fark ettim. Denizin böylesine köpürdüğü bir gece denizden gelenler için arayıp da bulunamayacak bir fırsattı. Bu hengamede bir baskın verip istediklerini kolayca alabilirlerdi. Hem yerli halk da onlara koşulsuz boyun eğmemiş miydi? Beni en ufak bir tereddütte bile bulunmadan onlara teslim edebilirlerdi. Kulağa sıradışı gelen en ufak bir seste camları kontrol ediyor; gözüme çarpan en basit bir gölge oyununda odanın köşesine siniyor, dakikalarca elimde silah, pür dikkat pencereden fırlayacak canavarları ya da beni onlara teslim etmek için gelmiş yerli halktan birilerinin kapımı kırarak içeri girmelerini bekliyordum. Her geçen dakikayla fırtına da korkunç boyutlara ulaşmış, içerisinde durduğum bungalovu kökünden sökmek istermişçesine sarsmaya başlamıştı. Dayanıksız kulübenin kibrit çöpü gibi sarsıldığı o anlarda aklıma yaratıklardan çok daha korkunç bir şeyin uyanmış olabileceği geldi. Tam da adadan ayrılmaya karar verdiğim anda patlayan bu fırtına başka bir anlama gelemezdi. Dagon'un laneti binlerce yıl sonra bir kez daha adayı teslim almaya gelmişti. Sırf beni teslim almak için kıyıyı öfkeyle dövüyor, binaları yerinden oynatabilecek rüzgarlarla beni saklandığım yerden çıkmaya zorluyor, insanın tüylerini diken diken eden şimşeklerle de henüz emeline ulaşamadığı için deliye döndüğünü herkese göstermeye çalışıyordu. İşte bu dehşetli hayaller arasında akli dengemi koruyabilmek için kıvranıp dururken yumruklanan kapıyla yerimden sıçradım. En sonunda gelmişlerdi. Beni alacak ve o ruhsuz yaratıkların eline teslim edeceklerdi. Yutkunarak kalp atışlarıma bir düzen vermeye çalıştım ve dışarıdaki kişinin hangi kılık ve bahanede geldiğini anlayabilmek için seslendim. Gelen yerel polis teşkilatından bir memurdu. Fırtınanın yönünü adaya çevirmesi ve şiddetini de arttırması üzerine yetkililerin bungalovlarda kalmakta olan turistlerin uygun yerlere yerleştirilmesi emri verdiğini, bu nedenle boş bir otel odasına transferimde bana eşlik etmek üzere görevlendirildiğini söylüyordu. Her ne kadar bunun da ustaca kurgulanmış bir oyun olduğunu düşünsem de içerisinde bulunduğum kulübenin sabahı çıkartamayacağı ortadaydı. Bu yüzden ihtiyatı elden bırakmadan memuru içeri buyur ettim. Toplamam gereken çok eşya vardı. Özellikle tez çalışmam için gerekli dosyaların bulunduğu bavul başlı başına bir yüktü. Fakat fırtına her saniye kuvvetleniyor, dalgalar yükseldikçe yükseliyor, okyanus her saniye biraz daha içlere sokuluyordu. Biraz daha burada kaldığım takdirde sürdürebileceğim bir kariyerin kalmayacağını, tez çalışmasını en baştan alabileceğimi düşünerek yanıma yalnızca silahımı ve ne idüğü belirsiz o ketum bakışlı heykelciği alarak oradan ayrıldım.
İnsan kendini yerden otuz altı metre yükseklikte, gayet lüks döşenmiş bir otel dairesinde yerde olduğundan nazaran daha huzurlu hissedebiliyormuş. Uzun zamandır doğru dürüst rahat yüzü görmemiş sırtım yumuşacık yatakta rahatlamış, beni de tatlı bir uykunun derinliklerine çekmişti. Ancak kısa bir süre sonra korkunç kabuslar eşliğinde kan ter içerisinde uyandım. Rüyamda o melun yaratıklardan kaçıyor, ama ne yaparsam yapayım, çaresiz, yakalanıp, kendimi o şeytan işi sunakta buluyordum. Gözlerimi açtığımda aklıma gelen ilk şey uyumadan önce başucumdaki komidinin üzerine bıraktığım o çirkin idol oldu. Ellerim ne yaptığını bilmeksizin heykelciğe sarılıp dudaklarıma götürmüş, gözlerim kontrolsüz yaşlar dökmeye başlamıştı. Yaşadıklarımın üzerimde bıraktığı korkunç etkiler daha uzun süre silinmeyecekti. O günü takip eden hafta boyunca bana tesis edilen otel odasında fırtınanın kesilip uçuşların başlayacağı günü bekleyerek geçirmiş; kaçırılma korkusuyla odamdan dışarı adımımı bile atamamıştım. Kabuslarsa bir an bile kesilmiyordu. Neyse ki geceler bölük pörçük uykular yüzünden zehir olsa da zamanla gündüzleri kendimi biraz daha rahat hissetmeye başlamıştım. Elbette arada bir çektiğim birkaç duble içki de rahatlamamda bir hayli yardımcı oluyordu. Bir başıma geçirdiğim bu uzun süre zarfında düşünmek için bir hayli fırsatım oldu. Günün büyük bir kısmını arkadaşımın ve hunharca katledilen o kızın son görüntülerini hatırlayarak girdiğim, saatler süren buhranlarla geçiriyor; geri kalanındaysa hayatımın bundan sonraki kısmında yaşantımı şekillendirecek olan yeni inançlarım üzerine kafa yorarak geçiriyordum. Yirmibirinci yüzyılı yaşıyorduk ve dünya hala önümüze yepyeni gizemler sunmaktaydı. Son birkaç ayda yaşadıklarımsa ne bilimin ne de dinin kabul edebileceği gerçekler barındırmaktaydı. Bildiği ve inandığı her şey kökünden sarsılmış biri olarak yaşamın kaynağı ve insanlığın geleceği üzerine yepyeni teoriler geliştirmeye başlamıştım. Eğer Darwin benim gördüklerimi görmüş olsaydı herhalde tüm yazdıklarını yırtıp atar, her şeyi en baştan yazmak zorunda kalırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGE
HororÇekilen bir kare fotoğrafla hayatları altüst olan iki arkadaşın bir gölgenin peşinde çıktıkları yolculuğun hikayesi.