Uzunca bir süre sonra kafamı çadırdan çıkartarak hala geri dönmediğini fark ettiğim arkadaşıma seslenmeyi denedim. Ne yazık ki herhangi bir yanıt yoktu. Bir süre daha böylece çadırda oyalandıktan sonra cesaretimi toplayarak, Murat'ın genellikle ihtiyacını gidermek için kullandığı yere doğru yürümeye başladım. Tedirgin adımlarla ağaçların ardına vardığımda Murat'tan eser olmadığını gördüm. Yalnız, yanımdan ayrılırken tedbir olarak birlikte götürdüğü tabancası yere fırlatılmış biçimde durmaktaydı. Karşılaştığım manzara doğruca yaratığın bir kez daha gelerek, arkadaşımı da alıp gittiği fikrine kapılmama neden olmuştu. Neden onu da öldürüp bırakmayarak kaçırdığınaysa bir yanıt bulamamıştım. En sonunda bu hareketinin beni de tuzağa çekmek niyetiyle yapılmış bir manevra olduğunu düşünmeye başladım. Ya da ikimiz için başkaca planları vardı ki aylardır gözlediği bu iki ahmak için güzel bir eğlence planlamış olmasına hiç şaşırmazdım. Her iki durumda da Murat'ın hala yaşıyor olma ihtimali yüksekti. Artık taşın altına elimi koyma vaktinin geldiğini düşünerek, yerdeki silahı aldım ve kabaca yürüttüğüm bir tahminle, yaratığın gitmiş olabileceği yöne doğru körlemesine yürümeye başladım. Bu geri dönüşsüz kararı verirken ömrümde ilk defa, garip biçimde, tüm korkularımdan arınmış olduğumu fark ettim. O anda yalnızca saf bir intikam duygusuyla beslenen bir öfke duyuyor ve yere sağlam adımlarla basıyordum. Can dostumu o vahşi yaratıklara kurban vermemekte kararlıydım. Gerekirse kanımın son damlasına kadar savaşacak ve arkadaşımı kurtararak birlikte adadan ayrılacaktım. Bunu başaramasam da bu yolda ölmeye hazırdım. Madem ki arkadaşım tek güvendiği kimse olarak bana sırtını dayamıştı, sonu ölüm bile olsa ona arkamı dönmeyecektim. Zihnimde dolanan bu düşüncelerle ne kadar olduğunu kestiremediğim bir süre hiçbir şey ile karşılaşmadan, karanlığın derinliklerine doğru ilerledim. Sessizlik içerisinde akıp giden sonu belirsiz yolculuğum ormanın derinliklerinden gelen birtakım seslerle kesildiğinde ay gökyüzünde bir porselen tabak gibi olanca gücüyle parlıyordu. Duyduğum seslerin neye ait olduğunu tam olarak kestirememiştim; ancak, bu patırtılar çılgınca eğlenen bir güruhun çıkartacağı türden bir gürültüyü andırıyordu. Uzunca bir süre sesin kaynağına doğru yürüdüm. Her adımda daha da yükselen sesler, ağaçların arasında beliren ufak bir köyle anlam kazandı. Bulunduğum noktadan köy merkezini göremiyordum. Ancak tüm halkın bir araya toplandığı bir etkinliğin üzerine geldiğim belliydi. İçimden bir ses, bulduğum bu köyde tekinsiz bir şeylerin döndüğünü söylemese doğruca köy meydanına atılıp, eğlenceye katılabilirdim. Fakat, o anki ruh halimden midir bilinmez, duyduğum seslerde hiç de kulağa hoş gelmeyen, rahatsız edici bir şeyler olduğunu düşünerek, daha dikkatli hareket etmemin doğru olacağına karar verdim.
Orada burada birkaç saptan samandan kulübe dışında ilgi çekici bir şey görülmeyen köyün meydanında bir hengamedir gitmekteydi. Tüm halk bir ateşin etrafında toplanmış, bana hiç de doğal gelmeyen sesler çıkartarak bağırmaktaydılar. Neler olup bittiğini daha net görebilmek için biraz ilerimde duran kulübeyi kendime siper ederek meydandaki curcunayı gözetlemeye başladım. Görebildiğim kadarıyla köy meydanına kurulmuş bir düzenekte, daha on sekizini bile görmemiş bir kızcağız, ayaklarından bağlanmış vaziyette, tepe üstü ve çırılçıplak olarak asılı duruyordu. Döktüğü gözyaşlarına aldırmayan diğer insanlarsa çevresinde garip danslar eşliğinde bağırıp çağırmaktaydılar. Karşılaştığım manzara karşısında içim cız etmişti. Gencecik kızı bu manyaklar sürüsünün eline bırakmayı hiç istemesem de elimdeki az miktardaki mühimmatla bu kadar insanı etkisiz hale getiremeyeceğim gerçeğiyle yüzleşerek, çaresizce olduğum yerde kaldım ve az sonra olacakları bile bile izlemeyi sürdürdüm. İzlemek zorunda kaldığım dehşet verici sahnenin etkisiyle dalıp gittiğim esnada kendime siper edindiğim kulübenin kapısının açıldığını ve iki kişinin dışarı çıktığını gördüm. Neyse ki benim bulunduğum yere ters kalan köy meydanına yönelmişlerdi. Telaşla meydandaki hengameye doğru adım atan ikilinin törene geç kalmış iki köylü olduğunu düşündüm. Ancak ateşin ışığında gidenlerden birinin elinde parlamakta olan büyük bıçağı fark ettiğimde ikilinin esasen kurban törenini düzenleyecek rahipler olduğunu anladım. Zaman gelmiş, rahipler de törendeki yerlerini almışlardı Rahiplerin yeterince uzaklaştığını düşünüp rahatladığımda kulübenin kapısını açık unuttukları dikkatimi çekti. Murat'ın bu köyde olduğuna dair içimde beliren tuhaf inanç ve tüm halkın bir arada olması gereken bir zamanda kimselerin engeline takılmadan incelemelerde bulunabileceğim düşüncesinin verdiği cesaretle kulübenin içine girerek etrafa şöyle bir göz gezdirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGE
HorrorÇekilen bir kare fotoğrafla hayatları altüst olan iki arkadaşın bir gölgenin peşinde çıktıkları yolculuğun hikayesi.