Yüzyıllar boyunca dilden dile aktarılarak ihtiyara kadar ulaşan efsane, asırlarca öncesinde adaya ilk ayak basan ve şiddetten uzak, sakin bir yaşantıyı benimseyen ilk insanların, denizden gelenlerle ilk temas kuran insanlar olarak hazin bir sonla biten hikayeleriydi. Her şeyin güllük gülistanlık olduğu bir yaz akşamı, deniz kıyısında eğlenen birkaç çocuk ve onlara göz kulak olan ebeveynlerinin şaşkın bakışları arasında dört garip yaratık yüzerek denizden çıkagelmiş ve tuhaf gurultular çıkartarak yerlilerle iletişim kurmaya çalışmışlardı. İnsanın aklını başından almaya yetecek derecede ürkütücü bir görünüme sahip canlılar, genel hatlarıyla insana benzeseler de kesinlikle birer insan değillerdi. Ancak adaya ilk insanın adım atmasından çok önce de adanın sakinleri olan maymunlara da benzemiyorlardı. Bunlar daha çok içerisinden yüzerek çıktıkları denize özgü canlıları andırıyorlardı ki zavallı köylüler böylesine bir şeyi daha önce ne görmüş ne de duymuşlardı. Tıpkı balıklar gibi pullu birer deriye sahip yaratıkların sırtlarında ve boyunlarında solungaç benzeri çıkıntılar ve pençeyi andıran el ve ayaklarında uzun tırnaklar ve parmak aralarını kaplayan, yüzmeyi kolaylaştırıcı, perdeler vardı. Fakat, belki de en korkutucu yönleri yüzleriydi. Yaratıkların yüzlerindeki çarpık ifade ancak ve ancak ölü bir balığın yüzünde rastlayabileceğimiz cinstendi. Öne doğru çıkık, geniş, yuvarlak ağızları içerisinde sayısız uzun ve sivri diş tehditkar biçimde sırıtıyor; başlarının üst kısmında, hafif dışa dönük gözleriyse, gözkapaklarından kurtulmuş biçimde, serbestçe bir o yana bir bu yana dönerek etrafı tarıyorlardı. Korkunç görünümleriyle insanı dehşete sürükleyen yaratıklar, nasıl olduğu bilinmeyen bir şekilde, aynı dili konuşmamalarına rağmen, köylülerle kolayca iletişime geçmeyi başarmışlardı. Kullandıkları iletişim tekniği o dönemin bilgileriyle tam olarak kavranamasa da bir çeşit zihinsel iletişim yöntemiydi. Yerliler, yaratıkların ağızlarından yalnızca garip, telaffuzu zor ve anlamsız gurultular çıktığını duyuyor, fakat, kulaklarına hiç de tanıdık gelmeyen bu sesleri zihinlerinde gayet net ve canlı biçimde anlamlandırabiliyorlardı. Oraya onlara zarar vermek amacıyla gelmediklerini söyleyen bu tuhaf biçimli ve yetenekli canlılar, kararlı bir tavırla, yerlilerin kabile şefleriyle görüşmeyi talep etmişlerdi. Tüm bu kan dondurucu özelliklerine rağmen, garip biçimde, tüm köylüler hipnoz olmuşçasına bu canlıların zararsız varlıklar olduğuna inanmış ve görüşme talebi şeflerine iletilmişti.
Kısa süre sonra dört garip yaratık kabile şefinin huzurundaydılar. Kabileye önderlik eden şef, yaratıkların ürkütücü görüntüleri karşısında şok geçirse de o da diğerleri gibi kısa sürede bu tuhaf canlıların iradesine boyun eğerek sakinleşmiş ve kibarca kim olduklarını ve orada ne amaçla bulunduklarını sormuştu. Bu soru üzerine, grubun önünde durarak liderleri olduğunu belli eden yaratık sözü devralarak; sular altındaki her canlının hükümdarı, denizler tanrısı Dagon'un sadık birer hizmetkarı olduklarını ve efendilerinin biat çağrısını kendilerine bildirmek üzere geldiklerini; efendilerinin isteğine boyun eğmeleri ve bazı ufak isteklerini yerine getirmeleri halinde sonsuz bir mutluluğa ereceklerini müjdelemişti. Ancak atalarından kalma dinlerini değiştirerek bu ucubelerin boyunduruğuna girmek istemeyen şef, tekliflerini reddettikleri halde ne olacağını merak ettiğini söyledi. Malesef, Dagon'un olumsuz bir yanıta tahammülü yoktu. Kendisine boyun eğilmediği takdirde ada üzerinde tek bir canlı kalmayıncaya dek sürecek bir saldırıya hazırlıklı olmaları gerekecekti. Şef ise kararını çoktan vermiş ve bu karardan dönmeye de pek niyetli değildi. Lakin, durumun ciddiyetini de kavramıştı. Bu nedenle neler yapabileceğini düşünebilmek amacıyla vakit kazanmak istemiş ve onlardan ne gibi isteklerde bulunacaklarını sorarak, çoktan bitirmeyi düşündüğü görüşmeyi bir süre daha uzatmıştı. Ancak, bu ürkütücü canlıların yerlilerden talepleri en az görünümleri kadar kan dondurucuydu. Dagon'a biat etmeyi kabul ederlerse onlara birtakım ritüeller ve dualar öğretilecekti. Yılın belirli dönemlerinde köylerinden seçtikleri on sekizini geçmemiş bakire bir kızı, bu dua ve ritüeller eşliğinde ve yine onların tarifine uygun biçimde hazırlanmış bir sunakta, Dagon'a kurban etmeleri gerekecek; sonrasındaysa sunaktaki yayvan bir kapta toplanan kurbanın kanının öğretilen dualar eşliğinde bir kayalığın üzerinden denize dökülerek Dagon'a sunulması gerekecekti. Dagon bedenleri önemsemezdi. Onu tatmin eden tek şey denize yayılan kanın kokusuydu. Ayrıca her ay, o ay içerisinde doğan en gürbüz bebeği gelen elçilere teslim etmeleri gerekecekti. Yaratıkların kan donduran teklifleri kabul edilemezdi. Böylesine vahşi bir teklifi onlar gibi barışçıl bir kabileye getirmelerini hakaret sayan şefin teklifi reddetmekten başka bir yolu kalmamıştı. Bu ruhsuz yaratıklara derhal kendisine ait olan toprakları terk etmeleri gerektiğini söyleyerek görüşmeyi sonlandırdığını belirtti. Adalıları ikna etmek için birkaç kez daha dil dökmeyi deneyen yaratıklar, çabalarının boşa olduğunu kavradıklarında, gerçek yüzlerini göstererek, çok kısa bir sürede Dagon'un lanetini tadacakları tehdidini savurarak geldikleri gibi denizin karanlık sularında kayboldular. Şef, halkına en ufak bir zarar bile gelsin istemiyordu. Bu zamana kadar en ufak bir çatışmaya bile girmemiş halkının o iri kıyım yaratıkların karşısında çaresiz kalacağı yadsınamaz bir gerçekti. Öte yandan nereden geldikleri meçhul bu garip yaratıkların korkunç isteklerini yerine getirmek adına insanlıklarından çıkmalarını da istememekteydi. Durumu düzeltmek adına bir çıkar yol bulmaya çalışıyor, ama, bulamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGE
HorrorÇekilen bir kare fotoğrafla hayatları altüst olan iki arkadaşın bir gölgenin peşinde çıktıkları yolculuğun hikayesi.