Sonunda hasretini çektiğimiz huzurlu ve mutlu kamp günleri başlamıştı. Hep birlikte ateş başında yenen yemekler, çakır keyif olmuş yerlilerden dinlediğimiz kültürlerine özgü ezgiler ve eskiye nazaran daha hızlanmış araştırmalarımızla günler çarçabuk geçiyordu. Kendimizi gayet mutlu hissettiğimiz ve kaynaştığımız bu güzel günlerse, malesef, bir haftadan fazla sürmedi. Ekipçe dinlenmek için çadırlarımıza döndüğümüz bir gece olanlar aramızda tesis ettiğimiz huzuru bir çırpıda silip atmaya yetti. O gece çadırıma epey geç bir vakitte, yorgunluktan bitap düşmüş vaziyette girmiş; başımın içinde uğuldayıp duran günün hatıralarıyla kendimi yatağa bırakmıştım. Tam dalmak üzereydim ki belli belirsiz bir çıtırtıyla irkildim. İster istemez birden açılan uykulu gözlerimle etrafı kolaçan ettiğimde çadırımın çok yakınında, belirgin bir gölge dikkatimi çekti. Gölge bir insana göre fazlasıyla uzun boylu ve biçimsiz görünüyordu ve bu durum da yorgun zihnimin tedirginliğe düşmesine neden olmuştu. Ancak bu gibi ışığın az olduğu ortamlarda bu denli gölge oyunlarının sık rastlanan bir durum olduğu hepimizin mağlumudur. Bu nedenle ilk anki gerginliğimi atar atmaz, uykusu kaçan Murat'ın dertleşmek niyetiyle yanıma geldiğini düşündüm. Bir aydan uzun bir süredir bu adada olmamıza rağmen elle tutulur bir sonuç elde edemediğimiz düşünülürse bu çok olağan bir durumdu. Kendisine seslenmek amacıyla dışarı çıktığımdaysa ortalarda dolanan hiç kimsenin olmadığını gördüm. Ayrıca tüm çadırlarda yaşam belirtileri sönmüş, ahaliye uykunun derin sessizliği çökmüştü. Olduğum yerde durup hayret ve tedirginlik karışımı bir hisle etrafı dinlemeye başladım. Kısa bir an için mutlak bir sessizliğin ortasında öylece kalakalmıştım. Fakat; az sonra, ancak ormanın derinliklerine doğru koşar adım gitmekte olan bir şeyin çıkartabileceği türden çatırtılar duymaya başladım. Ne yazık ki, sesler neler olup bittiğini anlayamadan başladıkları gibi bitiverdi. Bulunduğumuz yere kadar gelmişti! Bundan emindim. Lakin bu düşünceden hoşlanmadığım için ormanda yaşayan herhangi bir şey olabileceğini düşünmeye çalıştım. Ayı mesela... Evet, pekala bir ayı olabilirdi. Hem gecenin bir yarısı herkesi uyandırıp, karanlığın içine sürüklemek pek de akıl karı bir hareket olmazdı. Böylesi bir hareket ancak Murat'a yakışırdı. O ise o sırada kimbilir kaçıncı rüyasını görerek tatlı tatlı uyumaktaydı. Ben de o an için yapılabilecek en makul şeyi yaptım. Tedirgin biçimde de olsa çadırıma döndüm ve üzerimdeki pikeyi başımı da örtecek şekilde yukarıya çektim. Ne yazık ki bu hareketim kendi kendimi lanetlemekten öteye gitmemişti. Bütün gece gözüme uyku girmemiş ve kulaklarımı dikip, aynı şeyin tekrar yaşanıp yaşanmayacağını bekleyerek sabahı etmek zorunda kalmıştım. Neyse ki şafak sökerken yakınlardaki herhangi bir canlıya ilişkin yeni bir ses duymadım. Az sonra da ekiptekiler yavaş yavaş uyanmaya başladılar.
Kahvaltı için bir araya toplandığımızda yorgunluğum dikkatli gözlerden kaçmamıştı. Bir sıkıntım olduğunu anlayan Murat, yanıma gelerek, bir sorun olup olmadığını sordu. Kendisini ekibin geri kalanından uzak bir köşeye çekerek, gece yaşananları ve gece boyu tarifsiz duygular içerisinde nasıl nöbet tuttuğumu anlattım. O ise en ufak bir çıtırtı bile duymadığını söyledi ve memleketimizden çok uzaklarda sürdürmek zorunda kaldığımız, sonuçları belirsiz bu araştırmanın insanın sinirlerini bozabileceğini ima etti. Yaşadıklarımı ve duygularımı hafife alan Murat'ın tavrı zaten yorgunluktan bir hayli yıpranmış olan sinirlerimi iyice bozmaya yetmişti. Kontrolümü kaybederek bağırmaya başladım. İçerisinde bulunduğumuz durumun vahametini anlamasını istiyordum. Gece yaşananları ekiptekilerin de bilmeye hakkı vardı. Dahası eğer o şey gerçekten yanı başımıza kadar gelebildiyse bunu bilmeleri kendilerini koruyabilmeleri açısından önemliydi. Murat ise olanları adamlara aktardığımız taktirde, halihazırda pamuk ipliğine bağlı olan bağlarını hiç düşünmeden kopartmalarından korkuyordu. Böylesi basit bir olay için de araştırmalarına son veremezdi. Kampı kurduğumuz günden bu yana ilk defa böylesi bir tartışma yaşıyorduk ve daha önce bizi bu halde hiç görmemiş köylülerse ciddi bir sorun olup olmadığını anlayamayarak, endişeli gözlerle bizi izliyorlardı. Biz ise dilimizi bilmediklerini düşündüğümüzden, aklımıza gelen hemen her şeyi söylüyor, akşam olanların bir başlangıç olup olamayacağı üzerine rahatça tartışıyorduk. Ne yazık ki yanımızdakilerden birinin az çok Türkçe anlayabildiğini unutmuştuk. Konuştuklarımızdan birkaç şey anlayarak, kendince çıkarımlar yapan köylüyse, gece yaşadığım olayı vakit kaybetmeden arkadaşlarına çıtlatmıştı. Çok geçmeden ekip içerisinde huzursuzluk baş gösterdi. Herkesin çok korktuğu belliydi. Hemen hepsi daha fazla şansımızı zorlamamamız konusunda hemfikirdi. Bu işi sürdürecek olursak o şeyin daha da yakınımıza gelmeye başlayacağından endişe duyuyorlardı. Ben de köylülerin safını tutarak, artık toparlanmanın bizim için daha doğru olacağını savundum. Çadırlarımızın bu kadar yakınına gelebilecek kadar kamuflaj yeteneğine sahip bir canlının, en zayıf anımızda bizi tuzağa düşürmesinin işten bile olmayacağının da altını çizdim. Israrlarımıza dayanamayan Murat'sa, en sonunda hepimizin sinirlerinin yatışması için birkaç günlüğüne aramalara ara verme kararı aldı.
Yeni bir bungalov kiralayıp birkaç geceyi huzur içerisinde geçirdikten sonra kampa döndük. Olanları geride bırakıp ailelerinin yanında birkaç gün geçiren adamlarımızın mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Bu durum bizi de sevindirdi. Bütün yaşanan gerginlikler unutulmuş gibiydi. Artık kaldığımız yerden devam etme vakti gelmişti. Fakat; yoğun çabalarla geçen bir haftaya rağmen bir kez daha aradığımız canlının varlığına ilişkin en ufak bir veri elde edemedik. Daha geçen hafta kapımıza kadar gelerek sanki ilk uyarısını verircesine etrafımızda dolaşan şeyden şimdi eser yoktu. Yer yarılmış da yerin dibine girmişti. Çalışmalarımızdaki monotonluksa bir zaman sonra insanı kayıtsızlığa itecek seviyelere ulaşmıştı. Can sıkıntısı ve meraktan yerlilerin batıl inançlarını kurcalamaya başladım. Kurduğumuz ekibin tamamen yerlilerden oluşması da beni buna itmişti. Daha önceki denemelerimizde ağızlarını bıçak açmayan köylüleri birazcık daha sıkıştırırsam, bir sonuca varabileceğimi düşünüyordum. Nihayetinde bunca zaman bir arada vakit geçirmiş, birbirimize karşı bir nevi güven geliştirmiştik. Ayrıca paralarını ödediğimiz adamların suskunluklarını bir şekilde bozabileceğimi düşünerek adamlarla bir kez daha konuşmayı denedim. Sohbet etmek niyetiyle tek tek yanlarına sokulduğum adamları diğerlerinin konuştuklarımızı duyamayacakları bir mesafeye çekiyor, bir süre havadan sudan konuştuktan sonra da bahsi aradığımız yaratığa getiriyordum. Bunu yaparken en ufak bir hataya mahal vermemek içinse ormanda dağınık biçimde arama yaptığımız zamanları kolluyordum. Böylece diğerleri tarafından duyulma ve bir infial çıkma olasılığı da oldukça zayıflıyordu. Ancak ne yaptıysam olmadı.
En sonunda içlerinden birini sarhoş edersem ağzındaki bağı çözebileceğimi düşündüm. Bunun için daima cebimde taşıdığım metal konyak kutusu yeterli olacaktı. Ancak adam sarhoşken bile kendine hakim oluyor, bütün içkiyi içmesine rağmen bana mısın demiyordu. Ağzından çıkan tek söz, onların sadece o şeyin yerini tespit edinceye kadar yanımızda olduğu, daha sonrasındaysa yalnız olduğumuzdu. Kendisine çift yevmiye teklifim bile işe yaramadı. O şeyi bulduğumuzda çok pişman olacağımızı, o gün geldiğindeyse artık çok geç olacağını, bu nedenle onu öldürsem dahi tek kelime edemeyeceğini söyledi. Son olaraksa o şeyi kendisi istemedikçe görmemizin imkansız olduğunu belirtti. Hiçbir şey bulamayacağımızı anladığımız gün kendiliğimizden çekip gideceğimiz umuduna sımsıkı sarıldığı belliydi.
Bu kısa sohbetimiz endişeli duygularımı tetiklemişti. Neyi aradığımız belli değildi. Adeta gerçekliği şüpheli bir hayaletin peşinde haftalardır gezip duruyorduk. Belki de burada boş yere vakit harcadığımızı, doktora tezimle uğraşmam gereken bir dönemde çok vakit kaybettiğimi düşünmeye başladım. Ancak o şey bu kadar yakınımıza gelmişken de pes etmek biraz saçma olacaktı. İkinci aya girerken gece gündüz araştırmaktan artık bitkin düşmeye başlamıştık. Üstelik tez çalışmamda da bir arpa boyu yol katedememiştim. Dosya ve kaynak kitaplarım hiç açılmamış biçimde bavulumda yatmaktaydılar. Akşam ateş başında bir şeyler içip sohbet ederken, birden, daha fazla adada oyalanamayacağımı, önümüzdeki iki gün içinde yeni bir gelişme yaşanmadığı takdirde evin yolunu tutacağımı söyledim. Murat bu çıkışıma yanıt vermese de hoşnutsuzluğu gözlerinden okunabiliyordu.
İkinci günün akşamında hala elimizde elle tutulur bir şey yoktu. Artık gitme vaktiydi. Fakat Murat'ın ısrarcı tarafı bir kez daha gün yüzüne çıktı ve bir hafta daha burada kalmam konusunda ısrarlarına başladı. Ben de bir defa daha dostumu kıramadım ve gidişimi hafta sonuna kadar erteleyeceğimi, yine bir gelişme yaşanmazsa bu defa kesinlikle gideceğimi söyledim. Ancak, haftasonu da gelmesine rağmen hala ellerimiz bomboştu. Artık gitmeliydim. En basit bir ümidi bile ateşleyecek bir şey bulamadığımız araştırmamıza nokta koyma vakti gelmişti. Murat çaresizlikten boynu eğik bir şekilde kararıma saygı duydu ve bu defa kalmam konusunda ısrarcı olmadı. Fakat ben geri dönsem bile kendisi bir sonuç alana kadar burada kalmakta kararlıydı. Arkadaşımı yalnız bırakmaktan dolayı içimde buruk, tarifsiz bir his duyuyordum; ancak, yapmam gerekenler ağır basarak kararımdan caymadım. İkinci gelişimizden bu yana kampta geçirdiğimiz on ikinci gecenin sabahında, yani tam da adadan ayrılmayı planladığım gün, köylülerin endişelerinin gerçek olabileceğini düşündüren yeni bir gelişme yaşanmasaydı bir süre daha kalmaya hiç de niyetim yoktu. On birinci gece yine herkesin ferah bir uyku için evlerine dönmesini kararlaştırmıştık. Böylelikle bir süredir eksikliğini duyduğumuz birkaç şeyi yerleşim merkezinden temin edebilecek, aynı zamanda ekibimizdeki yerlilerin biraz olsun ferah bir nefes almasını sağlayabilecektik. Ayrıca arkadaşımla birlikte geçireceğimiz son akşamı avcılık muhabbetlerinden uzak, eğlenceli bir şekilde tamamlamak istiyorduk. Son defalığına bir gecelik yeni bir bungalow kiraladık ve ertesi sabah belirlediğimiz saatte buluşmak üzere kampı toparlamaya gerek duymayarak dağıldık. Zaten ortalarda görünmeyen yaratığı hesaba katmaya bile gerek duymamıştık

ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGE
HorrorÇekilen bir kare fotoğrafla hayatları altüst olan iki arkadaşın bir gölgenin peşinde çıktıkları yolculuğun hikayesi.