Kendimi ortasında bulduğum durgunluk hissine ironik bir şekilde zıt olarak, etrafım aceleyle koşuşturan insanlar tarafından sarılıydı. Birgrup kız heyecanla birbirlerine bir şeyler anlatıp kıkırdaşıyor; hızlı, seri ama bir o kadar da zarif adımlarıyla koridorun sonuna ilerliyorlardı. Onların ardından gelen erkekler tuhaf bir biçimde onlara bakmak yerine kendi aralarında hararetle tartışıyorlardı. Bu denli kendilerinden geçmelerine ve önlerinde bulunan, kendi deyimleriyle çıtır kızları fark etmelerine engel olan konu tabii ki spordu.
Kalabalığın ilerleyişine ters olarak yürüyen birkaç öğrenci sürekli olarak omuz yiyor, dolaplar ve öğrenciler arasında eziliyor ve sürekli olarak ağır darbe alıyorlardı. Birkaç zeki öğrenci ise bunun böyle olmayacağını anlayıp bir kenara çekilmiş ve kalabalığın azalmasını bekliyordu. Ama uzun bir süre beklemeleri gerekecekti. Çünkü bu gün Lincoln Lisesi ile maçımız vardı.
Bizim okul ve Lincoln Lisesi arasında uzun zamandır süregelen bir çekişme vardı. Maçlarda tirübinler ağzına kadar dolu olur, kalabalıktan yükselen ses yüzünden kendi iç sesinizi bile duyamazdınız. Futbol maçı kadar olmasa da basketbol maçları bile oldukça ilgi görürdü. Doğruyu dile getirmek gerekirse rekabetin olduğu her ortamda bu iki lise arasındaki çekişme herkesin ilgi odağı olurdu. Ama bu gün en önemli sayının alınacağı gündü. En önemli yarışmanın en önemli ödülü... Liseler arası futbol turnuvasının final maçıydı. Uzun süredir yapılan hazırlıkların ardından son bir haftadır daha da abartılmış, amigo kızlar ve futbol takımı hiç derse girmemiş hatta okul sonrası bile antrenmanlar yapılmıştı.
Son bir haftadır ne Josh'ı ne Andrew'i ne de Yasmin'i doğru düzgün görebilmiştim. Yasmin ve Josh'ın antrenmanları vardı ve doğru düzgün öğle arasında bile görüşemiyorduk. Andrew ise Bay Coulson'ın dersinden kalmak üzere olduğunu fark etmiş ve özel ders almaya başlamıştı. Kafasını kitaplardan kaldıramıyordu. Ve herkesin aksine onun için bu günün büyük gün olmasının nedeni sınavının iyi geçip geçmeyeceğiydi.
Onlara, gideceğimi söylemek için doğru anı bekledim ama bir türlü bulamadım. Ben de maçtan sonra söylemeye karar verdim. Ama sanki şu son bir haftaki durgunluğum ve her zamankinden fazla olan yalnızlığım, okuldan ayrılınca hissedeceklerimin ön gösterimiydi. Ve onlara ne kadar bağlandığımı yeni yeni anlıyordum. Tanrı biliyor ya Bayan Hudson'ı bile özleyebilirdim.
Omuzumda hissettiğim elle başımı yukarı kaldırdım. Andrew yüzündeki gülümsemeyle konuşmaya başladı.
"Maça gitmeyi düşünmüyor musun?" O da benim gibi pencerenin kenarına oturdu. Yaklaşık on beş dakikadır onu bekliyordum. Pencerenin kenarına bıraktığım çantamı omzuma attım ve ayağa kalktım. Sitemkar bir şekilde Andrew'in kafasına vurarak konuşmaya başladım.
"Seni bekliyordum aptal! Sınavın nasıldı?" Önce vurduğum yeri biraz ovuşturdu. Ardında büyük bir sırıtmayla karşılık verdi.
"Sadece bir hafta çalışmayla sınavın bu kadar kolay geçeceğini bilsem daha önceden başlardım çalışmaya." Ayağa kalktı ve beraber futbol sahasına doğru yürümeye başladık.
"Hayır başlamazdın." diye karşı çıktım.
"Haklısın başlamazdım. Her şeyi son ana bırakmak benim için bir hobi." dedi yaramaz bir sırıtışla. Ardında konuşmaya devam etti.
"Hadi acele edelim. Maçı kaçırmak istemiyorum." Arkama geçti ve çantamdan iterek hızlanmamı sağladı. Sahaya yaklaştığımız zaman her maç öncesi olduğu gibi Josh ve Yasmin'e başarılar dilemek için onların yanına uğradık.
Tüm hafta bu maç için hazırlandıklarından koç yarım saatlik dinlenme süresi vermişti. Soyunma odalarının yanındaki büyük çalışma salonunda toplanmıştı herkes. Sağ tarafta bazı amigo kızlar ısınma hareketleri yapıyorlardı. Ama çoğunum amaçlarının erkeklere gösteri sunmak olduğunu biliyordum çünkü sabahtan beri onlarca pratik yapmışlardı ve buna gerek olduğunu hiç sanmıyorum. Sadece bir kaçı stres atmak için yapıyor gibi görünüyordu çünkü bunlar sol taraftaki erkeklerle ilgileniyor gibi durmuyordu.
Erkeklerden ise bazıları amigoları izliyor bazıları ise hararetle tartışıyordu. Ve evet tartışanların büyük çoğunluğu futbol takımıydı.
Bizi ilk fark eden Yasmin oldu. Konuştuğu kızlara bir saniye işareti yaprak koşarak üstüme atladı. Tabi koşarken de tüm dikkati üzerimize çekecek şekilde şakımaktan da geri kalmadı.
"Ollie! Nerde kaldınız! Sizi bekliyordum." Sonunda üzerimden inmeyi akıl ettiğinde şirin bir şekilde gülümsemeyi unutmadı.
"Bazıları Bay Coulson'ın dersinden kalmasaydı eminim daha erken gelebilirdik." dedim göz ucuyla Andrew'e bakarken. O ise iki elini cebine koydu ve omuz silkmekle yetindi.
"Ben demedim Bay Coulson'a beni bu kadar geç saatte sınav yapmasını. Git hıncını ondan çıkart." dedi umursamaz tavırla. Sonra ise aklına bir şey gelmiş olmalı ki aceleci bir tavırla bana döndü ve iki elini hayır anlamında sallayarak konuşmaya başladı.
"Vazgeçtim! Vazgeçtim! Sakın ondan çıkartma sinirini. Senin ona dersin yok ama eğer benim yüzümden ona bir eşek şakası yaptığını anlarsa bu sefer gerçekten dersinden kalırım." Söylediği şeye güldüm ama göz devirmeyi de ihmal etmedim. Etraftan da birkaç kıkırtı duyunca hâlâ çoğu kişinin dikkatinin üzerimizde olduğunu anladım. Bu sırada Josh da yanımıza gelmişti. Tam ağzını açmış bir şeyler söyleyecekken kapıdan, tüm salonu inleten Koç Smith'in sesi duyuldu.
"Tüm takımı soyunma odasında istiyorum! Odamdan birkaç şey alacağım. On dakika içinde takımda tek bir eksik bile görnek istemiyorum. Son dakikalarınızın tadını çıkarın! " Salonun ön kapısından girdikten sonra salonun merkezine gelene kadar bağırarak konuştu. Ardından gözlerini salondaki amigo kızlara ve takımdakilere şans dilemek için gelen kızlara dikti. Gözlerini kısarak her zerresine kadar tehdit içeren ses tonuyla konuşmasına devam etti.
"Ve siz kızlar. Oyuncularımın dikkatini çok dağıtmamaya çalışın." Salonun arka kapısına ilerlerken, az önce tartışan ve kız kesen erkeklerin hepsi mum gibi dizilmişti. Arka kapıya en yakın bizler olduğumuz için yanımızdan geçerken bana tuhaf bir bakış attı. Bu tuhafıma gitmişti çünkü koç ve benim aram iyi sayılırdı. Yani sevdiğim sayılı öğretmenlerden biriydi. Ama deminli gülümsemesi, sanki ona bir eşek şakası yapmışım da, o da karşılığını başka bir şakayla vermek üzereymiş gibiydi. Ama Tanrı biliyor ya koca okulda kafa tutamayacağım tek öğretmen oydu.
Az önce bizim girdiğimiz kapıdan çıkarak odasına yöneldi. Kapı, onun çıkmasının ardından kendiliğinden kapandıktan sonra herkes tuttuğu nefesini vermeye başladı.
Koç Smith'in çıkmasını fırsat bilen üst dönemlerden bir çocuk bağırarak tüm odadaki dikkati üstüne çekti.
"Şimdi ise gelenekleri devam ettirme zamanı!" Söylediği cümle üzerine odadaki herkes -neredeyse herkes- alkış tutup tezahürat etmeye başladı. Evet okulumuzun bazı klişe gelenekleri vardı. Maçtan önce takımdan biri seçilir ve odadaki bir kişiden şans öpücüğü isterdi. Ve tuhaf bir biçimde şu ana kadar şans öpücüğü alınmayan her maçı kaybetmiştik. Bazılarında seçilen kız öpücük vermeyi reddetmiş bazılarında ise bu gelenek boşverilmişti. Ama son bir buçuk yıldır bu gelenek kendini korumuş ve bir kez bile aksatılmamıştı. Tamam biz her maçı kazanmamıştık ama en azından o öpücük alınmasaydı kesinlikle kaybedecektik. Ve evet ben de bu geleneğe inanıyorum. Belki size tuhaf gelebilir ama birçok batıl inancım vardır.
Üst dönemdeki çocuk alkışları azaltmak için elleriyle kalabalığa sessiz olalarını işaret etti. Sessizlik sağlandığında ise kendinden emin bir şekilde konuşmaya devam etti.
"Şimdi herkesin bildiği gibi bu gün en büyük mücadelemizi vereceğiz! Bu yüzden özel istek üzerine geleneğimizi sürdürmesi için en uygun kişinin takım kaptanı olacağına karar verdik. Jason gel dostum! Yanıma çık ve bize bu gün şans getirecek güzel hanımı seç!"
Jason arkadaşının yanına çıktı. Ki kürsü olarak kullandıkları şey bir masaydı. Takım kaptanı olmasına rağmen Jason bir kez bile çıkmamıştı o masaya. Her zaman geride durup tezahürat yapan taraf olmuştu. Az önce Matt'in söylediğine göre bu gün seçilmeyi kendi istemişti . Demek ki etkilemek istediği biri vardı. Gerisinin çok da önemli olmadığını düşündüğüm için Josh'a dönüp konuştum.
"Biz yerlerimize geçiyoruz. Size iyi şanslar!" Ardından Andrew'in kolunu tutup dışarı doğru çekmeye başladım.
"Hadi gidelim koca bebek!" İki üç adım atmıştım ki arkamdan Jason'ın sesini duymamla yerime çakılı kaldım.
"Olivia Adams! Bu günkü şans meleğim olmaya ne dersin?"