"Neden içerde öyle bir şey yaptın?" diye kızgın bir sesle sordum Andrew'e.
Şu an tirübinde oturmuş birazdan başlayacak olan maçı bekliyorduk. Her yer o kadar doluydu ki etrafta sadece konuşan insanlar olmasına rağmen Andrew'e kendimi duyurmak için sesimi yükseltmek zorunda kalmıştım.
Josh ve Yasmin sayesinde yer sorunumuz olmamıştı neyseki. Futbol ve amigo takımında olan herkesin bir arkadaşına yer ayırma olanağı vardı ve Andrew'le sürekli en iyi yerlerde otururduk bu yüzden. Normalde bazı kişilere verilen ayrıcalıkları desteklemezdim. Ama bu futboldu. Yani fotbolcuların kendilerini destekleyen yakınları, onlara moral vermeleri onlar için çok önemliydi. En azından Josh'tan duyduklarım böyleydi. İlk başlarda buna pek inanmamıştım. Ama ardından Yasmin'in, amigo kızların görevlerinin kutsallığı ve moral verme konusundaki başarıları hakkında yaptığı uzun konuşmanın ardından bir an için ellerime ponpon alıp seçmelere katılmam gerektiğini düşünmüştüm. Şükürler olsun ki Andrew bu fikrimi anlamış ve benimle dalga geçerek kendime gelmemi sağlamıştı. İşte Yasmin'in insanlar üzerindeki etkisi bu kadar fazlaydı.
Bu gün takım kaptanının konuğuydum. Bu yüzden diğer yanımda Yasmin'in konuğu olan bir çocuk oturuyordu. Her hareketinden benden çekindiği anlaşılıyordu. Bazan gözünün ucuyla bize baksa da yakalanınca hemen bakışlarını çeviriyor, heyecanlanıp saçma sapan hareketler yapıyordu. Özellikle yanaklarının kızaması ile tam Yasmin'in tipi olduğunu anlamıştım. O, fazlasıyla şey çocukları severdi... Süt? Utangaç? Sevgili konusunda fazla tecrübesiz?
"Ben bir şey yapmadım. Sadece insanlara gerçeği söyledim." diye umursamaz çıkması için uğraştığı ses tonuyla cevap verdi Andrew.
"Gerçeği mi söyledin? Peki o gerçeği üç hafta önce edebiyat projesini benle yapmak isteyen çocuğa neden söylemedin? Kolunu omzuma atarak 'Üzgünüm dostum ama Olivia'nın edebiyat proje partneri benim. Ve olmasaydı bile randevularımızdan, seninle ödev yapmaya zaman bulabileceğini hiç sanmıyorum.' dedin. Üstelik seninle aynı öğretmenden edebiyat dersi bile almıyoruz." Geçen hafta çocuğa söylediği cümleleri sesimi kalınlaştırıp taklidini yaparak söyledim. Andrew ise taklidim üzerine gözlerini şaşkınlık ve biraz da korkuyla açarak cevap verdi.
"Tanrım! Taklidin korkunç derecede iyiydi. Bir an için aynaya bakıyorum zannettim." Cümleleri üzerine kaşlarımı çattım. Benimle dalga geçip geçmediğini anlamak için yüz ifadelerini iyice inceledim. Tam ciddi olduğunu düşündüğüm sırada dudaklarının kenarındaki ufak kıvrılmayla, benimle dalga geçtiğini anladım. Doğrusu alay etmesine sinirlenmiştim. Tam göğsünün üzerine sert bir yumruk attım.
"Ağğhh! Dalga mı geçiyorsun sen benimle?"
Önce vurduğum yeri, yüzünü buruşturarak ovaladı. Acıdığıyla ilgili birkaç şey mırıldandıktan sonra ciddiyete bürünüp ilk sorumu cevapladı.
"Öncelikle seninle sözde edebiyat partneri olmak isteyen çocuğun, aslında edebiyat partnerin olmakla hiç de ilgilenmediğini anlamıştırsın. Ayrıca iyi biliyorum ki Jason'ı herkesin ortasında reddetmezdin. Reddedemezdin."
Derin bir nefes alarak bakışlarını benim üzerimden çekip karşıya odaklandı. İzlediği önemli bir şey yoktu ama yine de bakışlarını sahadan çekmeden konuşmaya devam etti.
"Biliyorsun ki o iyi bir çocuk. Ben de ona bir şans vermenden önce önünüzdeki tüm engelleri kaldırmak istedim. Seninle maçtan sonra konuşmak isteyecek. O zamana kadar ne istediğini iyi düşünmelisin. Hem onu öperkenki duygularını göz önüne alman daha iyi olur diye düşündüm. Sen de gördün. Sadece yanağına dokunduğunda bile kendinden geçti." Son cümlesinin ardından o sahneyi hatırlamış gibi kıkırdadı.