Bomboş hissediyordum, tıpkı kışın en soğuk gününde kanatları kırık, donmak üzere olan bir serçe gibi...
Kurtarılmaya ihtiyacım vardı, ama kimseye güvenemediğim bu hayatta kurtarıcıma da güvenmezdim, güvenemezdim.
Okula doğru yürürken kulaklıklarımı kulağıma takmış ve Londra'nın kulak tırmalayan gürültüsünü duymamanın verdiği bir gram huzuru tatmıştım. İngilizcem bu şehirde yaşayabilecek kadar iyiydi; yıllardır gittiğim yaz kursları, hafta sonu kursları ve bazı özel İngilizce kampları sayesinde kendimi oldukça geliştirmiştim.
Şimdi ise geçen yıl hayalleriyle bile mutlu olduğum o üniversiteye, her şeyden nefret ederek gidiyordum.
İnsanları inceliyor, benim gibi hayattan bu denli soğumuş başka birisi var mı anlamaya çalışıyordum. Görünüşe bakılırsa, yoktu.
"Yalnızım," diye mırıldandım.
"Yalnızsın..." diye tamamladı iç sesim beni.
-
Okulun ihtişamlı kapısından içeri girdiğim anda, koridorda yüzlerce sima gördüm. Birbirinden farklı, çeşit çeşit insanlar... Hepsi aşırı yapmacık görünüyorlardı. Gülüyorlar, çok ve boş konuşuyorlardı. Tiksintiyle onlara bakıp müdür odası denen yeri bulmaya çalıştım. Yaklaşık beş dakikamı almıştı üniversite müdürünün odasını bulup içeriye girmem.
Müdür bey gözlüklerini düzelip eliyle koltuğunu gösterdi.
"Buyrun," deyip gülümserken bile ne kadar itici olduğunun farkında değildi. Koltuğa oturup onun bir şey demesini beklemeden konuştum.
"Ben yeni öğrencilerden, İrem. Türkiye'den geldim, bursluyum. Sınıfımı ve dolabımın anahtarlarını isteyecektim," dedim hızlıca. Müdür bey elini uzatıp gülümserken konuştu.
"Ben Jordan Hayer, Bay Hayer diyebilirsin. Türkiye'den sadece birkaç öğrenci bu okula gelebildi, oldukça başarılı ve özel olmalısın. Anahtarların..." deyip duraksadı. Ardından çekmecesini açıp içinden bir çok anahtarla çevrili bir anahtarlık çıkardı. Bir süre uğraştıktan sonra aradığını bulup gülümseyerek onu anahtarlıktan ayırdı. Bana uzattığı iki anahtarı aldığımda açıklama yaptı.
"Yedek anahtarını evinde bulundurmanı tavsiye ederim. Diğerine bir şey olursa onu kullanırsın. Sınıfın 1/J sınıfı İrem Çiçek. Tekrar hoşgeldin," deyip gülümsedi. Ben de başımla onaylayıp odadan çıktım. Adımı ve soyadımı söylemeye çalışmıştı ama 'ç' harflerini 'c' sayıyor ve ona göre okuyordu. Boş bakışlarımla koridorda yürürken neşeli insanları görüyor ve içimdeki eski günlerin özlemi kendini belli etmeye başlıyordu. Eskiden ben de böyleydim sanırım. Neşeli, sosyal, mutlu, hiçbir derdi olmayan...
"Ve bir ailesi olan..." diye tamamladı içimdeki kırgın ses.
Şimdi ise, saydıklarımın hiçbiri yoktu. Onların yerine; kızgın, kırgın, mutsuz, tek bir arkadaşı dahi olmayan, ailesiz... Böyle olmuştu tam olarak. Gökkuşağım beni terk edip yerini siyahlara, grilere bırakmıştı. Uzun saçlarım kadar dağınık zihnim, uçsuz bucaksız bir acıyla kıvranan kalbimle baş başa kalmıştım. Benim tek dostum kendimdi, başkaları beni kendim kadar iyi anlayamazdı. Bir aileye duyduğum özlemi anlamazdı kimse. Belki onlar bir maske ile gizli tutuyorlardı acılarını, kırıklarını, nefretlerini... Ama ben yapamıyordum. Ben gökkuşağını yakıp, oluşan siyah küllerimle yaşamaya başlamıştım. Gökkuşağının son hali olan kapkara küllerimle...
Sınıfa girdiğimde bir hayal kırıklığı yaşadım. Binlerce hayal kırıklığımın arasına bir tanesi daha eklenmişti. Sıralar tekli değil, çiftliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HOPE ❌SHEERAN❌
FanfictionÖlüydüm, en nefes alanlarından ve en yaşamaktan nefret edenlerinden... Geçen sene deliler gibi kazanmak için çalıştığım üniversite bile artık buzdan bir kaleydi. Sadece acılarımı hatırlatan bir simgeydi her şey... Kayıplarım gizliydi her baktığım ye...