\6/

74 5 16
                                    

\6/

Bölüm parçası; Ed Sheeran- Drunk
Yine mi Ed dediğinizi duyar gibiyim ama çok hoş oluyor napayım fjwlfjsjd
-

"Günaydın taze şarkıcı," dedim sıraya otururken. Ed gülümseyip başını sıraya yasladı.
"Sana da, yine siyahlar içindesin," diye mırıldandı.
"O değişim sadece düne özeldi." Sırıttım. Ed doğrulup çantasından boş bir kağıt çıkarttı. Kağıdı masaya koyduktan sonra bana kalem verip amacını açıkladı.
"Bu kağıda, hayatta yapmam/yaptırtmam dediğin şeyleri yazmanı istiyorum. Daha sonra neden istediğimi açıklayacağım."
Nedenini deli gibi merak etsem de, sesimi çıkarmadan kağıdı önüme çektim. Neleri asla yapmazdım?
Birinci maddeyi yazdım yavaşça.

Asla lunaparka gitmem.

Sonra aklıma gelenleri yazmaya devam ettim.

Asla çok renkli giyinmem.
Asla şarkı söylemem.
Asla içmem.

"Bu kadar yeterli mi?" diye sorduğumda Ed listemi elimden alıp göz gezdirdi.
"Kesinlikle yeterli."
Tam nedenini sormak üzereydim ki, Profesör sınıfa girdi ve hayallerim suya düştü.
-
Ders bittiğinde Ed bana hiçbir şey söylemeden hızla sınıftan çıktı. Ortada ne dönüyor anlamamıştım ama elbet açıklardı. Ders arasının bitiminde Ed önden hoca ise arkadan sınıfa girmişlerdi. Ed yanıma oturduğunda hocaya bakarak ona doğru eğildim.
"Artık açıklayacak mısın?" diye fısıldadım.
"Çıkışta anlatayım tamam mı? Sadece üç saat daha sabret."
"Pekala Eddy, sabredeceğim."
-
Çıkışa kadar dakika saymıştım ve Ed benim bu halime sadece gülmüştü. Hoca dersin bittiğini söyleyip sınıftan çıktığında Ed çoktan benim gibi çantasını toparlamıştı. Elimi tutup kapıya doğru yürümeye başladığında arkamızdan insanların hakkımızdaki fısıltılarını duyuyordum.
Bizim arkadaştan fazla olduğumuzu düşünüyorlardı, ama umursamadım.
Onlar sadece önyargı abidesiydi.

Kampüs kapısından çıkıp otobüslere doğru yürürken benden önce Ed konuşmaya başladı.
"İkimiz de bugün zincirlerimizi kıracağız."
"Ne?" diye sordum anlamadığımı belirterek.
"Hayatta yapmam dediğimiz şeyleri yapacağız."
Bunu duyduğum an Ed'in benimkini sımsıkı tutan elinden kurtulmaya çalıştım. Kaçmam gerekiyordu, cidden ben o listeye hayatta yapmayacağım şeyleri yazmıştım. Ed aniden elimi bırakıp kollarını karnıma sardı.
"Bırak beni!" Bağırdım çırpınırken.
Kahkaha atıp beni otobüse doğru sürüklerken hala çırpınıyordum. Bir ara tam kurtulmuştum ki, Ed beni sırtına atıp otobüse götürdü.
"Pis sapık!" diye bağırdım sırtına yumruklarımı ard arda geçirirken. Ed sadece gülüyordu. Otobüse beni zorla bindirdikten sonra kapılar kapandı ve ben pes edip Ed'e en uzak koltuğa oturdum. Tabii yanımdakine oturabileceğini hiç düşünememiş olmam benim suçum değildi.
Başımı pencereye çevirip onu görmezden gelmeye çalıştığımda Ed kıkırdadı.
"Çok komik ve şirin görünüyorsun."
Cevap vermeyip camdan dışarı bakmaya devam ettim.
"Merak etme, ben de bugün hayatta yapmam dediğim şeyleri yapacağım. Yani bu sana özel bir uygulama değil. Bugün tamamen zıt bir biz olacağız."
Onu umursamıyor gibi görünsem de, biraz düşününce mantıklı ve eğlenceli gelmişti.
"Ama tek bir maddeyi öldürsen bile yapmam," dedim kabullenmiş olduğumu belirterek.
"Hangi madde?" diye sordu Ed.
"Cidden ben içki içmem, içemem. Zaten dini bir mesele bu."
"Ah afedersin, ben bu yönünü hiç düşünmemiştim," diye hayıflandı Ed. Yüz ifadesinde bariz bir pişmanlık görülüyordu.
"O halde ikimiz de birer madde silme hakkına sahibiz."
Başımla onu onaylarken aklıma gelen şeyi sordum.
"Senin asla yapmam dediğin şeyler neler peki?"
Düşündü birkaç dakika. Sonra saymaya başladı.
"Kendi adımı dövme olarak yaptırmam.
Bu maddeyi sileceğim. Asla bir örümceğe dokunamam, bu benim fobim. Yapacağımı düşündükçe bile ürperiyorum."
Güldüm onun bu haline. Gerçekten korkmuş görünüyordu.
"Asla pembe tişört giymem, beni gay sanmalarından korkuyorum," dediğinde kahkaha attım. Gittikçe eğlenceli olmaya başlıyordu.
"Bir de... Palyaçolar..." diye fısıldadığında gülmeye devam ediyordum.
"Onlardan çok korkmuşumdur her zaman. Sanırım küçükken izlediğim korku filmlerinden sonra böyle bir fobim ortaya çıktı..."
Ed'in üstüne gelen bir palyaçoyu hayal edince gülmemek elde değildi. Kaçışını düşünemiyordum bile.
İneceğimiz durağa geldiğimizde önden ben, arkadan Ed dışarı çıktık. Elimi tutup beni gideceğimiz yere yönlendirirken çevreyi inceliyordum. Kaldırımların üstündeki içi çimen dolu kare alanlar hoş görünüyordu. Etrafta bisiklet süren gençler ve oyun oynayan çocuklar oldukça mutlu görünüyorlardı. Ben ise yine siyah görünüyor olmalıydım...
"Geldik..." diye mırıldandığında başımı Ed'in baktığı yere çevirdim. Lunapark... Ah, hayır!
"Sakın kaçmaya çalışma, seni anında yakalayabilirim."
Çaresizlikle omuzlarım aşağı çökerken Ed'in adımlarına uyum sağladım. Ed iki tane bilet aldıktan sonra çevreye bakındı.
"Evet, ilk neye binmek istersin?"
Somurtmamı bozmadan parmağımla çocuklar için yapılmış olan gondolu gösterdim. Ed kahkaha atarken ben dudaklarımı büzmüş ve kaşlarımı çatmış bir şekilde etrafa bakınıyordum.
"Korku tüneline ne dersin?" diye sorup sırıttı. Omuz silkerken cevapladım.
"Hiçbiriyle alakalı bir korkum yok. Hangisini istersen binerim," dedim. Ed şaşkın bakışlarını benim gözlerime çevirdiğinde ciddi olduğumu görmüştü.
"Nasıl yani, kamikaze ya da discovery falan seni korkutmuyor mu?"
Başımı iki yana salladım.
"Roller coaster?" (Hız treni)
"Burada katlanılabilecek tek şey diyebilirim."
Ed elimi tutup beni roller coastera götürmeye başladığında hala onun üstüne yürüyen palyaçoyu görmek için sabırsızlanıyordum.
Uzun sıraya küfrettiğimde Ed işaret parmağını dudağıma bastırdı. Beklemekten nefret ediyordum.
"Her türlü bahsine girerim ki, pamuk şekeri de sevmiyorsun."
"Ve her türlü bahsini de kazanırsın," diye cevaplayıp kıkırdadım.
Gözlerini devirip cebinden telefonunu çıkardı. Benim telefonum ise, her daim şarjı dolu bir şekilde yanımdaydı; fakat hep kapalıydı. Akşamları açıp Ceyda'dan ya da Rüzgar'dan bir şey var mı diye bakıp geri kapatırdım.
Ceyda, ortağımın kızı; Rüzgar ise şirketimi şu anda yöneten kuzenimdi.
Sıra bize gelene kadar boş boş etrafı incelemiş ve sıkılmıştım. Ortalarda bir yere oturup görevlinin güvenlik kontrolünü yapmasını bekledik.
"Biletiniz?" diye soran yakışıklı görevli göz kırptı bana. Ed'in rahatsızca kıpırdandığını fark edip biletlerimizi uzattım. Önümüzdeki demir korumayı kontrol ettikten sonra gitti.
Tüm kontroller bittiğinde, trenden cızırtılı bir ses çıktı ardından yavaş denebilecek bir şekilde hareket etmeye başladık. Gittikçe hızlanırken yüzüme çarpan rüzgar ile gözlerimi kapatıp saçlarımı uçuşturmasının mutluluğunu yaşıyordum. Tepeye çıktık, çıktık ve... Sımsıkı tutunup bekledim. Aniden aşağı düşmeye başladığımızda herkes çığlık atmaya ve bağırmaya başlamıştı. Sadece ben hala gözlerim kapalı bir şekilde gülümsüyordum.
Tren yavaşladığında gözlerimi açıp Ed'e baktım. İrilttiği gözleri beni inceliyordu.
"İnsan olduğuna emin misin?"
Kahkaha attım.
"Evet eminim."
Alet tekrar hızlanırken Ed söyleniyordu.
"Kalp krizi geçirmezsem başka bir sorun olmaz."
Ben ise hala gülüyordum bu komik haline.
Trenden indiğimizde Ed midesini boşaltmak için koşar adımlarla lavaboya gitti.
"Uhm... Meraba."
Tanıdık erkek sesiyle arkama döndüğümde bunun bana göz kırpan görevli olduğunu fark ettim.
"Meraba," diye mırıldanırken tek kaşımı kaldırdım.
Bu daha çok,
"Ne söyleyeceksen söyle ve git," demekti benim için.
"Acaba, bana telefon num-"
Sözünü kesen şey Ed'in bağırmasıydı.
"Tanrım, ölüyordum!"
Başımı Ed'e çevirip hafifçe gülümsediğimde görevliyi fark edip ciddileşmişti.
"Buyrun bir sorun varsa ben yardımcı olayım," derken elini belime koydu.
"Ha-hanımefendiye, şey için ş-şey ben işimin başına döneyim en iyisi."
Yanımızdan kaçarcasına uzaklaşan adama birkaç saniye bakıp Ed'e döndüm. Göz devirip belimdeki eliyle beni sağ tarafa yönlendirdi.
"Nereye gidiyoruz?"
Sorum havada asılı kalmıştı, sadece ayaklarımı merakla onun yönlendirdiği yere sürüklüyordum.
Lunaparkın çıkışına geldiğimizde kapıdan birkaç adım ilerde George -Ed'in yakın arkadaşı- bize başıyla selam verdi.
"İşte dostum. Hepsi burada."
Elindeki poşeti Ed'e uzattığında şimdiden içinde ne olduğunu merak etmeye başlamıştım.
Kalan konuşmayı dinlemek yerine tırnaklarımı kemirmek ve çığlık atanları izlemek daha çok ilgimi çekmişti.
"Gidiyoruz," dedi Ed gülümsemesini kaybederek.
Beni lavabonun önüne getirdikten sonra büyük poşetten ufak bir poşet çıkardı ve bana verdi.
"Giyin ve gel."
Üstelemeyip tuvalet kabinlerinden birine girdim. Poşete elimi sokup çıkan şeye baktığımda kaşlarımın çatılmasına engel olamamıştım.
Bu... Gökkuşağıyla kaplı bir tişörttü!
Asla giymem dediklerimin başını çekiyordu...
Çaresizce iğrenç tişörtü giyip kendi siyah tişörtümü poşete tıkıştırdım.
Lavabodan çıktığımda tam Ed'e söylenecektim ki gördüğüm şeyle önce gözlerim kocaman açıldı, sonra kahkahalarım dudaklarımdan kaçıverdi.
Ed, ellerini yüzüne kapatmış ağlar gibi bir ses çıkarıyordu.
"Pembenin bu denli yakıştığı başka birini görmemiştim," deyip tekrar kahkaha attım. Pembe bir tişört giymişti...
"Gülme. Ben memnun muyum sanki böyle olmaktan?"
"Zincirlerimizi kıracağız İrem, çok zıt olacağız İrem..."
Taklidini yaptıktan sonra gülmeye devam ettim. Bu kez Ed de bana katılmıştı.
"Sen de pembe bok sıçan tek boynuzlu at gibi olmuşsun."
Bir süre de buna güldük. Sonra Ed elimi tutup,
"Gidelim," dedi.
"Tamam."
-
Lunaparktan sonra Ed beni bir kafe-bara götürdü. Karaoke sahnesini gördüğüm an şimşekler çaktı aklımda.
"Asla şarkı söylemem." Temalı zincirimi kıracaktım.
"Ed..." diye hayıflandım.
Yanımızdan geçen kızlar Ed'e ve mükemmel tişörtüne bakıp kıkırdadılar.
"Ah, lanet olsun!"
Sırıttım onun bu haline. Benim tişörtüme kimse bir tepki vermezken onu gören herkes gay muamelesi yapıyordu.
"En azından şöyle düşün, bir daha bu insanlardan hiç birini görmeyeceksin."
O sırada yanımıza bir çocuk geldi.
"Selam Edward."
Ed gözlerini kapatıp dudaklarını birbirine bastırırken sanki o an yerin dibine girmek istiyor gibiydi.
Gözlerini açtığında karşısındaki çocuk ona tuhaf bakışlar atıyordu.
"Güzel tişört, adamım. Ama seni bu renkle beklemiyordum," deyip güldüğünde ona katıldım.
Çocuğun bakışları bana döndü.
"Ben Leo, Ed'in kadim dostuyum," deyip elini uzattığında Ed'in tuttuğu elimi ondan ayırıp Leo'nunkinin üstüne koydum.
"İrem ve adım Türk olduğum için böyle farklı."
Onun da bunu soracağını bildiğimden hemen söylemiştim.
Hala el sıkıştığımızı fark edip elimi çektiğimde gülümsedi.
"Burada ne yapıyorsun Leo?"
Ed'in sorusuna ensesini kaşıyarak cevap verdi.
"Helen'dan ayrılma meselesini halledeceğim birazdan. Tabii gelebilirse."
"Senin adına sevindim," deyip elini dostça sırtına vurdu Ed.
"Böyle davrandığın zaman anneme benziyorsun Ed," deyip güldüğünde ben de kıkırdadım.
"Kes şunu Lel. Bu tişört meselesinden de tek bir kişiye bahsettiğini duymayayım."
Ed'e dikkatli bir şekilde baktığım zaman yanaklarının kızardığını fark etmiştim. Sırıtarak kulağına doğru eğildim.
"Bir varmış, bir yokmuş... Yanakları kıpkırmızı tişörtü pespembe bir Ed'cik varmış."
Ed kaşlarını çattığında gülüp ondan uzaklaştım.
"Ah, Helen da geldi. Görüşürüz Ed ve tanıştığıma memnun oldum güzel bayan," dedikten sonra yanımızdan ayrıldı Leo.
"Şarkı söyleme vaktin de gelmiş," deyip alaylı bir bakış atan Ed'e gözlerimi kısarak karşılık verdim.
"SÖYLEMEYECEĞİM."
Başını iki yana salladı, şu an aşırı sinir bozucu görünüyordu.
"SÖYLEYECEKSİN."
Bana emir vermesi sabrımı taşıran son damlaydı.
"Bana emir veremezsin gerizekalı! Sana hayır diyorsam hayırdır, hayatımdaki yerin yalnızca bir haftadan ibaretken bana asla karışamazsın! Anladın mı?!"
"Anladım!" diye bağırdı Ed benim gibi.
Sonra ise... Hızla gitti. Arkasında sinirli, üzgün ve pişman bir ben bırakarak...

HOPE ❌SHEERAN❌Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin