Burak üzerime doğru yürümeye devam ederken, tam yumruğunu kaldırdığı sırada ben "Allah-u Akbar"diye anırmaya başladığımda araya canım en sevdiğim arkadaşım Engin girdi.
"Burak, tamam abi. Sakin ol." Diyerek Burak'ı benden uzaklaştırdı.
İşte True Friend dediğin!
Ama Burak durur mu, durmadı. "Seni yan yatırır düz sikerim orospu evladı!"
Dur, ne?
Orospu evladı mı?
Sinir katsayım hızlı bir şekilde artarken, Allah'ın verdiği iman gücüyle Burak'a efsane bir yumruk geçirdim.
Önce ben dahil herkes şok oldu. Bir donduk kaldık cümleten. İlk kendine gelen ve bağırmaya başlayan bendim.
"Bir daha sakın! Sakın ağzından bu ve bu tarz bir kelime çıkarma!" Dedim ve arkamı dönüp, çantamı almak için yola koyulmuştum ki, yine Burak'ın o iğrendirici sesini duydum.
"Çıkarsa ne olur, sayın orospu çocuğu!" Diye bağırmıştı. Ellerimi yumruk yapıp, tırnaklarımı etime gecirip sakinleşmeye çalışmıştım. Ancak işe yaramamıştı. Arkamı dönüp Burak'a efsane bir kafa atmıştım,
Engin, Burak'a fırsat vermeden kollarından yakalamış ve benden uzaklaştırmıştı.
Şimdi mi? Şimdi ise, müdür odasında oturduk ve müdürün gelmesini bekliyoruz. Aynı zamanda Burak'ın nefret dolu bakışları altında eziliyorum.
Ellerimle uğraşıp, parmaklarımı kütürdetmeye başlamıştım ve soğuk terler döküyordum.
Tabiki korkmuyorum manyak mısınız! Alt üstü müdür.
Hele yalana bak hele! Seni tanımasak da inansak! Sen sus bir ya! Noled olasıca, yandan yemiş iç ses! Yandan yemiş ne lan? Ne yemişim lan? Sen benden iyi bilirsin diyerek iç sesime 'ahauahuahauha' dedim, göz kırptım ve konuşmayı sonlandırdık.
Çünkü bana 'duyuldu' yaptı ırıspı!
Müdürden uyarı aldık ve bir kere daha olursa, disiplin cezası almakla tehdit edildik.
Sonra birkaç derse girdim, sayfalarca not tuttum ve her zaman olduğu gibi mütüşmel inekliğimi korudum.
Hem müthiş hem mükemmel yani. Anlamışsınızdır siz ayol!
Şu an servisteyim ve saçma salak böğürme sesleri arasında klasik bir şekilde oturuyordum ki, bizim evin önüne geldiğimizi farkederek ayaklandım.
Servisten inerken "Görüşürüz ezik!" Diye böğüren birkaç kişi duysam da, umursamadım. Klasikti ve alışmıştım.
Eve girdiğimde annem mutfaktan, "Rüzgar! Sen mi geldin kuzum?" diye seslenince gözlerimi devirdim. Tabii ki ben gelmiştim! Babam daima zile basar, annemin açmasını beklerdi. Asla anahtarını kullanmazdı.
"Yok dedem geldi anne!" diye böğürürken ayakkabılarımı çıkarmış ve çoktan mutfağa doğru depar atıyordum.
Ne var yani? Açım! Ulan sen ne zaman doydun ki be? Sen kes sesini Allah'ın iç sesi seni! Ay üf sanane be salak!
Anlaşılan benim iç ses, yine regl dönemiydi. E ne yapalım, atsan atılmaz, satsan satılmaz kaşar iç ses!
Kendi kendime tartışmamı bitirdikten sonra tezgahın önünde bir şeyler yapan anneme sinsici yaklaşarak aniden arkadan sarılarak yanağına kocaman bir öpücük kondurmuştum.
Annemden, "Ayy!" nidası yükseldiğinde amacıma ulaştığımı belirterek "Ahauahauhaha!" tarzında böğürmüş idim.
Annemin hazırladığı yemeği öküzce yedikten sonra anneme teşekkür ederek masadan kalkmış odama geçiyordum.
Annem, "Aa! Rüzgar bir pakedin var kuşum" deyince aniden arkamı dönüp gözlerimi fal taşı gibi açmıştım.
Kim bana paket gönderirdi ki? Heyecanla nerede olduğunu sorup, koşa koşa pakedi açmaya gitmiştim.
Birkaç parça kıyafet ve bir not mu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Özder, Rüzgar Özder.
Genç KurguYine sıradan bir pazartesi sabahı. Dağınık saçlarım, beni muşmula gibi gösteren gözlüklerim ve dudağımın kenarında ki kurumuş salya ile aynaya bakıyorum. Evet ben Özder, Rüzgar Özder. 'Bond, James Bond' gibi dediğime yada ismimin havalı olduğuna ba...