Bölüm 8

284 27 1
                                    


TERESA

Thomas'la birlikte onları bıraktığımız yere geldik. Çoktan küçük bir kamp kurmuştular. Birkaç çocukta  küçük bir ateşin üstünde yemek pişiriyorlardı. Brenda ve lider çocuk yanımıza geldiler ve nereye gittiğimizi , ne aradığımızı sordular. Ayak üstü cevap verip bir köşeye gittik. Yarım saat hiçbir şey yapmadan oturduk. Güneş kayboldu ve kara bulutlar gelmeye başladı. Büyük bir fırtına başlayacağının habercileri gök gürültüsü ve şimşek belirdi. Herkes telaşla toplanmaya başladı. Lider olan çocuk yola devam edemeyeceğimizi söyledi. Güneşin  eskisi gibi olmadığı gibi yağmurunda eskisinden daha çok zararlı bir şey halinde olduğunu öğrendim. Beş dakikadan kısa sürede toplandık ve köyün içerlerine girdik. Yağmur yavaştan atmaya başlamıştı. Yağmur atarken şunu fark ettim ki su damlaları tenimi fena derece yakıyordu. Bunun tek beni etkilemediği açıktı herkes sıkıca örtünmeye başladı. Evlere bakarken aklıma köydeki büyük otel geldi. Onlara aramayı bırakmalarını söyledim. Hep beraber olmalıydık. Risk alamazdık. Koşarak köyün tepesindeki büyük otele geldik. Otele girdiğimizde bir çığlık duydum. Evin pencerelerinden baktığımda  en fazla 12 yaşında olan çocuğun yanmış bedenini gördüm. Yine oluyordu alt dudağım hızlıca titriyor, bacaklarımım titreyerek beni yere düşürdüler. Beni dinlemeyen bacaklarımla yere düşüp başımı kollarımın  arasına aldım. Thomas dehşetle bana baktı ve  beni taşıyarak uzaklaştırdı. Kollarımı hala başımın üzerinden çekmemiştim. Ağlayarak '' TANRIM!'' diye haykırıyordum. Gözümün önünden hiç gitmeyen ölü görüntülerine birisi daha eklenmişti. Thomas saçlarımı okşarken kollarımı yavaşça çözdüm. ''Senin  suçun değildi.'' diye fısıldıyordu. Bende hıçkırarak '' Benim suçumdu sizi buraya getiren bendim. Ben olmasam burada olmayacaktı.'' dedim. Thomas ciddiyetle '' Sen olmasan onun gibi diğerleri de ölecekti. İsyan bizi direk bularak katliam yapacaktı. '' dedi ve beni yerden kaldırdı. Aynı Chuck'ın sonu gibi sonlanması beni üzüyordu.  O da ailesiyle huzurlu bir akşam yemeği yemek istiyor ya da geceleyin annesinin onu öpmesini  düşlüyor olabilirdi.  Hepimiz bunlarını açlığı ile büyüdük. Birlikte akşam yemeği yerine soğuk ve ne olduğu belli olmayan yemekleri yedik ve annemizin öpücüğü yerine silah sesleriyle uyuduk. Eski çocuklar gibi oyun oynamak yerine gerçeği oynadık. Tek düşündüğümüz yaşayacak olmamızdı. Bu şeyler hala da devam ediyordu. Chuck ve o kız gibi daha binlerce çocuk ölmüştü. İsyandayken onlarla çalışarak çocukları kurtardığımızı sanıyordum. Ama tam tersiydi onlardan hayatlarını alıyorduk. Salona baktığımda küçük kızın bedeninin  küllere ayrıldığını gördüm. Artık melekti. Tıpkı diğer çocuklar gibi. Salona girdiğimde Brenda kızın küllerini küçük bir kutuya koyuyordu. Kızın arkadaşlarına'' Onun bir hayali var mıydı ?'' diye sordum. ''Tek bildiğimiz  denizi çok sevdiğiydi. Bize deniz gibi özgür olmak istediğini söylerdi ve onun eskiden olduğu gibi temiz.'' dedi ve hüzünlü gözlerle bir kağıt parçası verdi. Resim hayatımda gördüğüm en iyi deniz çizimiydi. Denizi gerçek olarak görmemiş olsam da bize gösterdikleri kitaplardan biliyordum. Kömürle çizildiğini tahmin ettim.  Kömürle çizilmiş olsa da  kafasındaki her ayrıntıyı çizmişti. Kağıdı katlayarak cebime koydum. Brenda külleri toplamayı bitirdiğini gördüm. Yanına giderek '' Külleri bana versen olmaz mı?'' diye sordum.  Brenda şaşırarak '' Anna'yı tanıyor muydun? Niçin istiyorsun ki?'' demek ismi Anna'ydı . '' Bir sözüm var. Lütfen.'' Brenda önce beni süzdü ve kutuyu elime koydu.  Kutuyu yavaşça çantama koydum. Anna'nın hayali gibi olacaktı. Ona bir deniz bulacaktım büyük ve temiz bir deniz. Ona zarar veremeyecekleri bir deniz.


Selam arkadaşlar! Geç yazdığım için üzgünüm. Aklıma bir türlü bir şey gelmedi. Hikaye hakkında bir şey düşünüyorsanız bana özelden fikir atar mısınız? Yorum atmayı unutmayın. Sizi seviyorum!

Teresa Ölmeseydi   ThomesaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin