Mehlika Sultan 3

24 0 0
                                    

Günlerim tam da tahmin ettiğim gibi geçiyordu. Sabah 8 den önce kalkmaya özen gösteriyor, kahvaltımın ardından Mehlika Sultanla karşılıklı keyif kahvesi içiyor, içerken de hoş sohbetler ediyorduk. Başlarda her gün ne pişireceğim kaygısı taşısam da Mehlika Sultanı tanıdıkça neyi yiyip neyi yemediğini az çok öğrendikçe pratik tarifler uyguluyor bazen de kafadan sallıyordum. Aslında internetimiz olsaydı hayat çok daha eğlenceli ve pratik olurdu. Hedef listeme bunu en kısa zamanda yazmalıydım.
Semt pazarının yerini öğrenmem hiç zor olmadı çünkü evden çıkıp 200 metre sonra sola dönünce pazar tam karşımda beliriyordu. Çeşit oldukça fazla; fiyatları nispeten diğer pazarlara göre daha yüksekti. Zengin muhitinde sistem böyle işliyordu demek.
Mehlika Sultan kitap gibi kadındı. Her gün bir sayfa okuyor her sayfada da bambaşka bir hayatla karşılaşıyordum. Hala ailesi hakkında bir bilgim yoktu. Arada Aysel abladan bahsediyor onu ne kadar sevdiğini hissediyordum. Ancak kafamda oturmayan bazı şeyler vardı. Mesela hiç evlenmiş miydi? Evlendiyse çocuğu olmuş muydu? Ve bunlar olduysa eğer şu an neredeydiler? Neden bu koca evde yalnız yaşıyordu. Zengin olduğu belliydi ama bu değirmenin suyu nerden geliyordu hepsini merak ediyordum. Haddimi aşmaktan korktuğum için bu soruların hepsini daha sonra sorabilmek umuduyla hafızamın bir köşesine kaydediyorum.
Bu eve geldim geleli sadece bir kişi ile tanışma fırsatım olmuştu o da yan komşumuz Bergüzar hanım teyzeydi. Hanım teyze şeklinde hitap etmemi kendisi uygun görmüştü. Sanırım buralarda hitap şekilleri önemliydi. Bergüzar hanım teyze de en az Mehlika Sultan kadar tatlı bir bayandı. Dediklerine göre gençlik yıllarında tanışmışlar ve o gün bugündür hiç ayrılmamışlardı. Bergüzar teyze eşini 11 yıl önce kaybetmiş tek kızları olan Zeynep de torunu Murat'ı dünyaya getirirken vefat etmişti. Yıllarca torununu iyi bir evlat olarak yetiştirmek için özen göstermiş onun eğitimi için hiçbir masraftan kaçınmamıştı. Torunu Murat anneannesine layık bir torun olarak mimar olmuş şehrin öte yakasında kendi ofisini açmıştı. Bergüzar hanım teyzeden ilk oturumda edindiğim bilgiler bunlardı. Ne tuhaftır ki Mehlika Sultan gibi o da benle ilgili hiçbir şey sormamıştı. Bana " sen de artık benim torunum sayılırsın arada ziyaretime gel" diyordu.
Karmaşık duygular içindeydim. Mesela geldiğimden beri hiç ailemi aramamış, arama isteği bile duymamıştım. Uzun zamandır aile sıcaklığından mahrum yaşamış şimdi birden bir ailenin içinde bulmuştum kendimi. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum.
Geldiğimden beri Aysel ablaya iki kere mektup yazmış beni bu dünya tatlısı kadınla tanıştırdığı için ona dualar etmiştim.
Mehlika Sultanın kitaplığı mini bir kütüphane gibiydi.her türden kitabı bulmak mümkün,okumak da serbestti. Her akşam şöminenin yanındaki berjerlere geçip mumları yakıp -Mehlika Sultan mum yakmadan okumaya başlamazdı- kendi kabuğumuza çekilir bir süre sonra o odasına ben de hayal dünyama doğru yol alırdım. Bana aldırdığı meyvelerin hiçbirini yemez çürümesin bozulmasın diye zorla bana yedirirdi. Günlük tutmam konusunda da bana ısrar ederdi. Her seferinde geçiştirir, yazmayı yıllar öncesinde bıraktığımı asla itiraf edemezdim. Çünkü yazarsam içimdeki karanlık kuyudan çıkmak isteyen bir sürü yarasa olacak her yerimi kemirip kanatacaktı. Yaralarım yeni yeni sarılıyorken tekrar kanatmak istemiyordum. O yüzden bolca okuyor karanlık kuyumdan anca bu şekilde kaçabiliyordum
Çarşambaların benim için anlamı vardı. Pazara gitme bahanesiyle hava alıyor güneşten olabildiğince yararlanıyordum. Bazı pazarcılarla neredeyse dost olmuştuk. Sebze almak için Hafize ablaya; meyve için Hamza abiye gidiyordum benim için en Tazesini seçip poşetime dolduruyorlardı ben de mükafat olarak aldığım her şeyden 1 kilo fazla alıp bütçelerine katkı sağlamaya çalışıyordum. Şimdilik elimden gelen buydu. Yine bir çarşamba elim kolum dolu dönerken az daha buzlanan yolda yere kapaklanıyordum. Sağ elimdeki poşetlerden biri yere düştü. eğilirken tekrar düşmekten korkuyordum
" durun ben size yardım edeyim" dedi bir ses. Berem neredeyse gözlerime kadar indiği için yüzünü tam seçemiyordum kafamı geriye doğru atıp kalan boşluktan görmeye çalıştım. Tanımıyordum
" teşekkürler ben hallederim" dedim
" emin misiniz? " dedi sanki biraz alaycıydı sesi
" evet eminim çekilir misiniz önümden!" dedim sinirlenmek üzereydim zaten burnum akıyor ama silemiyordum bir de burada oyalanmak istemiyordum.
" haha bari berenizi düzeltmeme izin verin çünkü önünüzü sağlıklı göremediğinizi düşünüyorum" dedi ve kemikli bir el beremi göz kapaklarımdan çekti. Oldukça iyi giyimli saçı başı bakımlı biriydi. Tam da bu semte uygundu yani.
" teşekkürler ama gerek yoktu!" dedim. Pişkin pişkin sırıtıp
"bence vardı. Ama önemli değil" dedi dişleri ne kadar da beyazdı. Temiz kokuyordu ayrıca. o an kendimden utandım. Kırmızı bir burun, beremin altından çıkan saçma sapan saçlarım, bileğime kadar ıslanan İspanyol paça kot pantolonum ve burnumu sildiğim için yol yol sümük izi olan eldivenlerimle gerçekten çok utanmıştım. Ayrıca bu soğukta deodorant sıkma ihtiyacı da hissetmemiştim. Sırıtırken bir eliyle de düşen poşetimi bana uzatıyordu ben de boşta kalan parmaklarımdan biriyle almaya çalıştım
" gerçekten yardım edebilirim" dedi bu kez ses tonu ciddiydi
" gerçekten teşekkür ederim " dedim bu kez daha yumuşaktım.
" Peki o halde siz bilirsiniz. İyi günler" dedi ve gitti. Akan burnum ve donan ayak parmaklarımla başbaşa kalmıştım. Giderken havada parfümünü bıraktı çok hafif bir kokuydu istemsizce kokuyu içime çektim sonra da kendi kendime kızıp evin yolunu tuttum
O gün sürekli sakarlık yapıyordum. Yemek yaparken parmağımı kestim. Cam tencere kapağını düşürüp tuzla buz ettim. Dağılan milyonlarca cam parçasını temizlemek için elektrik süpürgesini almaya gittiğimde ayak serçe parmağımı servis sehpasına çarptım. Tam anlamıyla iğrenç bir gündü. Pazardan eve gelince direkt aynaya baktım ve korkttuğum başıma gelmişti domates gibi bir burun, akmış göz kalemi, boynuma yanağıma yapışmış saçlar... Kendimden nefret ediyordum. Tamam hava inanılmaz derecede soğuk olabilirdi ama her zaman Mehlika Sultan gibi bakımlı ve mis kokulu olmalıydım. Hemen bu etkiden kurtulmak istiyordum. Önce su almış ayakkabılarımı altına gazete serip yanan şöminenin önüne koydum. Sonra koşar adım odama çıkıp paçası ıslanmış kotumu çıkarıp yumuşacık polar pijamamı giydim. Mehlika Sultan gündüz vakti evde pijamalarla dolaşmaktan hoşlanmıyordu ama şu an üzerime giyebileceğim daha güzel bir kıyafetim yoktu. Olanları da artık giymek istemiyordum biraz daha para biriktirip alışveriş yapmalıydım. Hedef listeme alışveriş diye not iliştirdim. Beremi de artık görmek istemiyordum çünkü alnıma gelen lastik yeri artık sünmüştü ve onun yüzünden bugün rezil olmuştum. Bence şömineye atmalı ve cayır cayır yanışını seyretmeliydim
Polar pijamam ve Mehlika Sultanın hediye ettiği pandufumu ayağıma geçirip mutfağa indim. Mehlika Sultan hiç konuşmuyor ancak gözleriyle beni tepeden tırnağa inceliyordu. Mutfağa girerken bile hala beni izlediğini hissedebiliyordum.
Pazardan aldıklarımı dolaba yerleştirip ayağa kalktığım sırada yüreğim ağzıma geldi. Mehlika Sultan dibime kadar girmiş gözlüğünün sapını kemiriyordu
" anlat dinliyorum" dedi gözlerinde muazzam bir ışık vardı
" neyi" dedim göz temasından kaçınarak
" bilmem. Sana bir şeyler olmuş. Ne oldu anlat hadi"
" valla bir şey olmadı ne olmuş ki?"
" Peki. o halde neden eve girer girmez aynaya yapışıp kendini inceledin?"
Şimdi gözlerimin ta içine bakması yetmezmiş gibi bakarken bir de tek kaşını kaldırmıştı. Nerden görmüştü ki eve anahtarla girmiştim ve girdiğimde salonda görünmüyordu.
Hay aksi..
" ha  o mu? Şey. Hava çok soğuk da burnum üşümüştü burnuma baktım" dedim bundan daha saçma bir cevap olamazdı
"Hmm demek burnuna baktın. Peki neden aynanın karşısında sessiz sinema oynar gibi taklit yapıyordun? Sahi kimi taklit ediyordun öyle. İtiraf etmeliyim ki taklit yeteneğin sıfır"  dedi kahkahayı bastı. İşte şimdi gerçekten yerin dibine girmek ve bir daha oradan çıkmamak istiyordum
Bir cevap bulmaya çalışırken gözlerimi kaç kere kırptığımı hatırlamıyorum. Zor durumda olduğumu anlamış olacak ki omzumu sıkıp göz kırptı ve sallanan sandalyesine ağır çekimle yerleşti.
Kulaklarım yanıyordu. Her yerimi alev basmıştı. Polar pijamam ağır geliyor ve oracıkta soyunmak istiyordum. En iyisi kahve yapıp hiçbir şey olmamış gibi davranmaktı.
Bol köpüklü kahveyi pişirmeye koyulurken zihnimi bir türlü o beyaz dişliden alamıyordum. Taşan kahve köpüğüyle kendime gelsem de Mehlika Sultanın uzaktan bana baktığını hissedebiliyordum.

Mevsimsiz DüşlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin