five.

2.1K 208 43
                                    

five.

Güçlü, benden daha yapılı duran kolları omuzlarım üzerinden bana dolandığında, iki yana saçılmış ellerim bel boşluğuna gevşekçe bağlandı. İki erkeğin birbirine sarılması etik mi diyerek tüm anı bozmak istiyordum, kolları o kadar huzur verici hissettirmişti ki, sinir bozucu bir hal alıyordu. Fakat, zaman, “şimdi”lerimizden oluşan sonsuz vakti, anlarımıza bölünmüş gün, ay ve yılı sabit tutmakta istiyordum. İki tarafım birbirleriyle çelişkiye girmişti. Bir kum saati kadar alınan yol durdurulabilir miydi? Çünkü ben zamanın durmasını istiyordum. Eğer sonsuzluk denen bir kavram varsa eğer, o zamana dek durmalıydı zaman.

Saniyeleri saymayı daha önce hiç düşünmemiştim, çünkü hayatta hiçbir zaman bu durumda kalmamıştım. Yabancı, adını delice öğrenmek istediğim, kollarımdaki adam bana saniyeleri bile saydırtabilirdi. Sıcaktı, kollarını bana dolaması çok sıcaktı. Hep bu şekilde, böyle sarılı bir şekilde durmamızı istemem çok mu bencilceydi ? Hiç ayrılasım yoktu çünkü.
Kollarını yavaşça benden ayırırken yüzünde ki küçük tebessümü birçok şekilde anlamdırabilirdim ama o an, yemin ederim, gülüşünden, burnuma dolan kokusundan anlamıştım benim için herhangi biri olmayacağını.

Öyle bir gülüştü ki bu, hafızamda ki tüm anılar, insanlar, gülüşler, ağlayışlar yok oluyor, yerini yalnızca o alıyordu. Tüm bu hissettiklerime inat, tek yapabildiğim sadece yutkunmaktı. Duyularıma yayılan teni, kokusu, sözleri o kadar büyülüydü ki, bunun yanlışlığını o an göremiyordum ama aklım, zihnim biliyordu. O sadece bir yabancıydı. Nasıl ona karşı hissettiklerim veya hissedeceklerim bu kadar keskin olabilirdi?

“Kalp kırıklarım canımı yakıyordu. Sıcak kollarınızı bana armağan ettiğiniz için teşekkür ederim. Bu çok iyi geldi. ” Yabancı, utangaç bir gülümsemeyle beraber önümde eğilirken yalnızca onu izleyebiliyordum. O çok...– Kelime haznemde onu tanımlayacak bir sıfat yoktu. O sadece, yabancıydı işte. Sıcak, güzel gülümsemesi olan, kalbi kırık bir adam.

Onu inceleme fırsatını yeni yeni bulurken, alışveriş merkezinin yakında kapanacağına dair yapılan duyuruyu söyleyen o ince sesli kadını ciddiye alamıyordum. Çünkü bu yabancının üstünde, dikkatimi çeken başka bir şey vardı; öyle bir dükkana sahip olan birinin zorla bile olsa alamayacağı marka bir kapşon. Bu ilgi çekici bir durumdu ama sonuçta onu tanımıyordum. Belki zengin biriydi veyahut bir hırsız. Ama bana yabancı olduğu doğruydu. Parlak gülüşüyle bana bakarken, onu ne kadarda çok tanımak istediğimi farkettim. Çabuk hareketlerle başımla onu selamlarken, ona burada ne aradığımı sorarsa ne diyeceğimi düşündüm. Hiçbir bahane beni kurtarmıyordu.

“Sorun değil. Kalp kırıkları ayaklarınıza batıp sizi acı dolu sızılarla baş başa bırakırken benim size bir sarılma armağan etmemin lafı olmaz. Umarım daha iyisinizdir? ” Nezaketen bir tebessüm verdim. İçimden delicesine adını sormak geliyor, şu hiç hoşlanmadığım siz'li-biz'li konuşmaları bir kenara atmak istiyordum. Lanet derecede beni istila eden düşünceler, sinirimi bozuyordu. İçime Baekhyun kaçmış olabilir miydi?

“Oh, iyiyim. Dükkanda işler pek iyi gitmiyor ama kalbim, sizin sayenizde kırıklarını sarıyor. ” Bana sarfedilen bu kelimelerinin ne anlama geldiği hakkında düşünmedim. O da başka bir anlam çıkartmama müsaade etmeden gülümsedi ve kollarını, üşürmüşçesine kendisine doladı.

“Utandırıyorsunuz, fakat ben bir şey yapmadım. İhtiyacı olan her insan birine sarılmalıdır. ” diyerek takım ceketimin üstüne giydiğim klasik montumu, daha doğrusu beni inceleyen yabancıya karşı utandım. Bu şekilde giyinip gelmemeliydim. Bu kıyafetlerle hiç uyumlu değildik. Tanrım, ne uyumundan bahsediyordum ki.

Yüzünden eksilmeyen o gülümsemeyle beraber göz kenarlı hafif bir edayla kırış kırış olmuş, kaşları ince bir kalem gibi yukarı kalkmıştı. Kıyafetime bir laf söyleyecek gibi oluyor, ardından geri çekiliyordu. Bir süre birbirimizi inceleyip sustuk. Bu sessizliği bozan tek şey, o ince sesli kadının tekrar eden anonsuydu. Kayıttan gelen bir ses olmalıydı ki, kelimeleri aynı şekilde vurguya uğruyor, düz ve monoton sesi tekrara uğruyordu.

“Kai.” Yabancıya gözlerim kitlenirken, aklımda dolanan kadın sesinin analizinden çıkıp karşımdaki yabancı gibi, kaşlarımı kaldırdım. Ne diyordu o?

Anlamadığımı farketmiş olacak ki, o ezber ettiğim gülümsemesini takınıp elini uzattı.

“Adım,Kim Kai. Sarıldığım birine yabancı olmak istemem doğrusu. Sizin adınız nedir?” Bana doğru uzanan elini sıktım. Elleri benimkinden daha soğuk ve daha kalındı. Ama kumral birinden daha esmer olan teni, benim beyazlığımla zıt düşüyordu. Sadece tebessüm ettim.

“Haklısınız. Adım, Oh Sehun; ve lütfen, şu nezaket dilini ortadan kaldıralım. Resmiyetten hoşlanmıyorum. ” Onu tanımak istiyorum derken ciddiydim. Ve ilk adım, ortadaki resmiyeti kaldırmak olmalıydı. Ellerimiz birbirinden ayrıldı ve gözleri -tekrardan- beni süzdü.

“Lafı ağzımdan aldın. Resmiyetten bende pek hoşlanmam fakat, şımarık bir velet gibi görünmek istemediğimden sesimi çıkartamadım. ” Kıkırdadığında, gözleri kısıldı. Benden ayrılan ellerini cebine koydu ve cevabı beklemeden konuştu.

“Resmi giyinmeniz ayrı bir ironi doğuruyor,tabi. Sahi, iş çıkışı mı buraya uğradınız? Çalıştığınız yer kurumsal sanırsam ? ” Kıyafetlerimi ve beni bu kadar dikkatli incelemesi canımı sıkıyordu. Normalde tüm haftasonlarımı ve bulabildiğim her vakitte eşorfman veya dar pantolonlarımdan birini giyerken, onun karşısına böyle çıkmak dediği gibi, ironiydi. Gene de sadece gülümsedim.

“Rahatlığa önem veririm aslında. Çalıştığım yer bir İş Güvenliği firması. Orada da uzman olarak görev alıyorum, fabrikalara iş görüşmesine gideceğim günler veya seminerlere gittiğim vakit bu şekilde giyinirim. ” Uzun soluklu bir açıklamaydı ama kendimi bu şekilde, birine anlatmayalı uzun zaman olmuştu.

Sahi, şu sıralar yeni tanıştım tek kişi- Kai hariç - bir yıl önce hayatımıza giren Chanyeol'dü. Onun bile adını daha bugün öğrenmiştim. Yabancılarla tanışma sorunum olmalıydı.

“Öyle mi ? İyi bir işin olmalı, şu sıralar çok popüler bir meslek. ” Kolumdan tuttu ve  hızla boşalmaya başlayan alışveriş merkezinin yürüyen merdivenlerine ilerlerken konuştu. Benimle temas ettiği üçüncü seferdi ve ben yalnış şekilde yorumlamaya devam ediyordum.

Yaptığım analizlere göre; yakışıklıydı, pahalı giyiniyor, konuşmasını çok nazik sürdürüyor ve olabildiğince mütevazi davranmaya çalışıyordu. Bir alışveriş merkezinde küçük bir dükkanı olabilecek biri değildi. Tekrar söylüyordum. Ayrıca, karamele yakın tondaki saçları boyaydı ve saçlarının, bukle bukle alnına düşmesi de kuaföre uğradığını gösteriyordu. Kesinlikle onu tanımak istiyordum.

Kırmızı rengi tema almış, içi boş kalpler ve ayıcıklar arasında alışveriş merkezinin kapısından çıktık. Tek yaptığımız tek tek ışıkları kapanan Avm'yi seyretmekti. İkimizinde konuşacak çok şeyi var gibiydi ama sustuk.

O an, bu iki yabancının kalplerinin soğukluğu, gökyüzünün gri bulutlarından düşen kar tanelerinin aksine, sıcak bir şömine başındaymışçasına eriyordu. Hatta belki de ısınmaktan daha fazlası gerçekleşiyordu veya, gerçekleşecekti.

··

Ben medyaya kalp fışkırtmakla meşgulüm. İyi geceler sizi gidi pıtırcıklar.

Love Wars || SekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin