BAŞLADIĞINIZ TARİHİ BURAYA BIRAKABİLİRSİNİZ. HOŞ GELDİNİZ.
Aldığım her nefeste acıdığını hissettiğim ciğerlerim ve burnumun yanı sıra git gide dolan gözlerim de içinde bulunduğum durumun tüm gerçekliğiyle yüzüme çarpmasına büyük destekçiydi. Kapana kısılmışlık hissinden daha kötü bir şey varsa o da cidden kapana kısılmaktı. Yanan boğazıma rağmen avazım çıktığı kadar bağırmaktan başka hiçbir çarem yoktu.
"İmdat! Buradayım! Kimse yok mu? Kapı sıkıştı, yalvarırım yardım edin!" Bağırdıkça kaybolduğunu hissettiğim sesim ve kesilen nefesim beni ciddi anlamda zorluyordu. Tam şu an buraya birinin gelmesine deli gibi ihtiyacım vardı ama büyük ihtimalle okulun içi çoktan boşaltılmıştı ve burada yapayalnızdım.
Kapının kilidini, defalarca yaptığım gibi, yana kaydırmayı denemek ve bağırmaktan başka bir çözüm yolu yok gibi gözüküyordu. Defalarca kez tekrarlamama rağmen olan tek şey; gözlerimin git gide bulanıklaşmasından ibaretti.
Bacaklarımın içindeki kemikler yok olmuş, yerini yapısı pek de katı olmayan bir jöle almış gibi hissediyordum. Gözlerime inen perde hem sesimin hem de gözlerimin önüne çekilmiş gibiydi. Bacaklarım artık beni taşıyamayacak haldeydi. Gözlerim yavaşça kapanırken duyduğum son ses bir kırılma sesiydi.
Gözlerimi korku hissinin verdiği dehşet ağırlık ve boğaz kuruluğuyla birlikte araladım. Uyanırken bağırmayı da ihmal etmemiştim ama annem buna çoktan alışmış gibiydi. Benim için çok endişelendiğini ve bazı şeyleri aşmam gerektiğini biliyordum ama o dört duvar arasında yaşadığım şeyi sadece ben biliyordum.
"Annecim, iyi misin?" Benim güzel annem, kafasını içeriye doğru uzatmıştı. Elindeki büyük, üzerinde kar taneleri olan bardaktaki suya bakarak gülümsedim. Siyah, kaküle sahip saçları birbirine girmiş, yeşil badem gözlerinin altındaki mor halkalar ve yüzündeki birkaç kırışıklık güzelliğinden hiçbir şey eksiltmemişti.
"İyiyim, anne," Sesim düşündüğümden çok daha kısık çıkmıştı. Boğazımın kuruduğunu anladığında ise çoktan yanıma oturmuş ve bana suyumu uzatmıştı. Ben suyu içerken, annem de bana benden daha çok heyecanlandığını belirtmek için bir şeyler söylüyordu.
"Bugün birilerinin ilk okul günüymüş," Büyük bir pozitiflikle kurduğu cümleden hemen sonra genişçe gülümsedi. Yüzündeki gülümsemeye dayanamayarak ben de güldüm.
"Anne,o ne ya? Sanki ilkokul birinci sınıfa yeni başlıyorum. Ayrıca yeni okulunda ilk günüymüş falan de bari," Annem şakacı bir ifadeyle kaşlarını çattı.
"Sen çok biliyorsun, Rüya Hanım. Ben Arzu ablana da böyle söyledim, teyzene de. Sana neymiş." dedikten hemen sonra telefonu çaldı. "Sen suyunu bitir ve hazırlan. Kahvaltı edip çıkalım, fıstık." Bana göz kırptıktan sonra odadan çıktı.
Annem özel bir hastanede hemşireydi ve buna rağmen çok sıkı vardiyalar içinde çalıştığı için onu çok sık göremiyordum. Bu benim için çok üzücü olsa da aldığı izinlerde yaptığımız anne-kız günleri şimdilik bize yetiyordu. Gördüğüm rüyanın etkisinden çıkmak adına farklı şeyler düşünmek istesem de aklıma düşen kesik görüntüler çoktan zihnimdeki oluşumlarını tamamlamıştı.
6 Eylül 2017. Hayatımın çeşitli anlamlarda değişebileceğine inandığım ve hayatın gerçeklerinin yüzüme çarptığı o gün. İyi bir anadolu lisesinde okuyordum. Mehmet Çağıran Anadolu Lisesi. Onuncu sınıf öğrencisiydim. Her yıl okulumuzun 'Sonbahar Şenliği' adı altında düzenlediği balo tarzı etkinliğe, annemin üstün çaba ve ısrarları üzerine gitmeyi kabul etmiştim. Giydiğim siyah, sırtında ufak sayılmayacak fakat fazla da göze batmayacak bir dekolteye sahip, dizde biten o elbiseyi ve ayağımdaki yürümeme engel olmaktan başka bir işe yaramadığını düşündüğüm topuklu ayakkabılarımla o gün oraya gitmeye çok hazırdım. Gitmeyi neden kabul ettiğimi çok net bir şekilde hatırlıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YANGIN #wattys2023
ChickLit"Sinirli falan değilsin, Rüya. Sadece kalbin çok kırık," İri parmaklara sahip kemikli ellerinden biri saçlarımın arasına sızdığında yüksek seste seyreden ağlama krizimin sesi yavaşça alçalmaya, sessiz iç çekişlere dönmeye başlamıştı. Kolları belimde...