-11-

36 4 0
                                    

Endişelerim beynimin içinde tur atmaya başlamıştı. İki cinayet işlemiş ve hala sokaklarda dolaşıyordum. Yakalanmadığıma sevinmek istesem de korkularım buna izin vermiyordu. Tekrardan bir huzur arayışına girmiştim. Sadece bir gün sürmüştü huzurum ve gitgide kısalacaktı huzurlu olduğum günlerin süresi....

Saat 02:47

Uykumdan yoğun kalp atışım yüzünden nefes nefese uyanmıştım.Dışarıdan acı acı yükselen tiz bir ses kulaklarımı tırmalamaya başlamıştı. Ne olduğunu anlamak için kafamı dışarı uzattım. Gördüğüm manzara karşısında bedenimden bir parça sökülüp gitmişti. Yere oturmuştum, birden bu çığlığı en iyi tattığım ana dönmüş ellerimi başımın üstüne koyup sallanmaya başlamıştım. O anı tekrar yaşamıştım beynimde gözümden damlalar süzülmüştü. Erkek kardeşim John bana yardım etmemişti ama ben bu teyzeye yardım edecektim. Sakladığım cam parçalarından birini aldım yanıma.  Gördüğüm manzara karşısında dona kalmıştım. Hiçbir çekiciliği olmayan yaşlı bir teyze ve ona tecavüz etmeye çalışan belki yirmi yaşında belki de daha küçük bir çocuk. Teyzenin çığlıklarını dindirecektim. Yavaş adımlarla ilerleyip teyzeye çaktırmaması için elimle sus anlamında işaret parmağımı dudağıma bastırdım. Siyah saçlı, esmer ve uzun boylu olan çocuğun sırtına camı saplarken çığlık atmıştım. Sanki o an ona camı saplamış gibi hissettim ama o değildi biliyordum. Fışkıran kanlar  ruhumu rahatlatmış, zihnimi özgürleştirmişti.Teyzeye "Hadi toparlan." deyip çocuğu teyzeyle birlikte depoma taşıdık. Küçücük bir kibritle deponun içindeki her şey yok olacaktı. Samanların üzerinde alevlenen  ateşin muazzam sıcaklığı ve parlak görüntüsü içimdeki ahengi yükseltiyordu.Bir kez daha öldürmüştüm. İçimdeki buzla kaplanmış hücreleri yaktığım adamın cesedi bile çözememişti. Ölüme susamıştım. Daha fazla öldürmek daha fazla huzur bulmak istiyordum. Adrenalin seviyem yükselmiş kalp atışlarım hızlanmıştı kaçmak için artık çok az vaktim vardı . Sırt çantamdan başka bir miktar param dışında hiç bir şeyim kalmamıştı. Artık bu şehirden gitmeliydim yakalanmadan.

...

Yoldan geçen bir taksiyi çevirip hava alanına doğru gitmesini söyledim.Bütün karı, soğukluğu arkamda bırakıp gitme fikri çok zor gelse de gitmeliydim artık bu şehirden gitmek zorundaydım. Beyazın masumluğu üzerinde kırmızı kanı gördükçe kar tanelerini muhteşem görüntüsünü göremeyecek olamayışım da beni üzüyordu.Hava alanına gelmiştim arkama dönüp bir parça yaşanmışlık bıraktığım şehri iyice süzdüm. Korkularımdan başka bir duygu kalmamıştı bana. 

Dönüp tereddütsüz bir şekilde yola devam ettim. Binanın kapısından girip gözlerimle bilet alacağım bölüme doğru ilerledim. "İstanbul'a en erken bileti istiyorum." dediğimde dikdörtgenimsi gözlükleri olan kadın bana en erken yarım saat sonra bir uçak olduğunu söyledi. Biletimi alıp bir uçağa geçmek için kontrollerden geçmem on beş dakikamı almıştı. Uçağa binerken merdivenlerden attığım her adım bıraktığım cesetlerle taçlanıyordu. Yerimi bulup oturdum cam kenarıydı. Yükseldikçe özgürleşiyordum. Karanlık bir yolculuğa çıkıyordum. Öyle bir karanlık ki ayın bile aydınlatamadığı bir karanlık. Dünyanın öbür ucuna gidiyordum. Farklı dil, farklı insanlar, farklı bir coğrafya, farklı iklim...

Bulutlar pamuktan yapılmış koruyucularımız, gökyüzünün azizliğinden. Kendimi beynimden nasıl koruyacaktım. Gitgide cinayet işliyor, huzur buluyordum. Kardan sonra bulutları sevmiştim. Gökyüzünde bir kuş gibi süzülüyorduk. Kilometrelerce aşağı da dağlar, denizler, göller ve yeşil alanlar muazzam bir haritayı canlandırıyordu. Uzun bir yolculuk geçirecektim. Uyumazsam bu yolculukla başedemezdim. Uyku ilacı içip uykuya daldım inince anca uyanacaktım.

...

Sonunda gelmiştik. Tarihin yeşerdiği, kültürlerin kesiştiği, maviyle yeşilin buluştuğu şehire iniş yapmıştık. Havayı soluduğum an kendimi yeni bir hayatın içinde bulma umuduyla yaşamaya başlamış tekrar huzurla dolmuştum. Bir taksiye binip deniz kenarına gitmek istediğimi söyledim. Bütün yol insanların bir yerlere yetişme telaşını gözlemledim. Hiçbiri durup yaşadıkları çevreyi izleyecek bir dakikaları yoktu. Oysa bu manzara harikaydı. Deniz kenarına geldiğimde bir bank bulup geldiğim bu şehrin havasını ciğerlerime iyice çekmiş, kuşların ve çocukların cıvıltılarına kulaklarımı alıştırmıştım. Havada uçan martıların karınlarını doyurmak için vapurların peşinden uçmaları onların bile özgürlük alanlarını bir yere kadar olduğunu iyice öğretmişti bu şehir. Uzaklardan başını üstünde bir tepsiyle yürüyüp gevrek diye bağıran adam yaklaşmıştı yanıma. Ondan sattığı gevreklerden çat pat ingilizceyle anlatmaya çalışarak istemiştim. Anlaşılan onun ingilizcesi benden daha iyi olsa gerek beni hemen anlamıştı. Büyük bir gemi vardı karşımda küçük bir kulübeden giriş yapılan ve önünde gelin ve damadın fotoğraf çektirmeye uğraştığı buna anlama verememiştim. Sonradan öğrendiğim bu gemi bir müzeydi. Yürüyerek bütün sahili gezmek istemiştim. Etrafta koşuşturan çocuklar ortama neşe katıyordu. Elimdeki gevrekle deniz kenarındaki kayalıkların üstüne oturmuştum. Arkamda bir çok kafe vardı. Yüzümü denize döndüm ve kısa süre sonra kaybedeceğim huzurumun tadını çıkarmaya devam ettim. Bir yandan da gevreğimi yiyordum. Epey lezzetli yuvarlak, susamlı, hamurdan yapılmış bir simiti andırıyordu. Sadece biraz daha sert, çıtır ve daha lezzetliydi. Az ilerde teknelerinin iplerini çözmeye çalışan adamlar vardı. Yine sonradan öğrenecektim ki balık tutmaya gidecekler. Bu şehri adım adım tanımaya başlamıştım. Sevmiştim bu şehri kaderim kötü olsa da güzel anlarıma eklediğim anılar bu şehirde daha çok olabilirdi...

ANKSİYEKOPATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin