Para... Neredeyse hemen her duygu ile direk ya da dolaylı olarak bağlantılı bir kavram... Peki, para hakkında bildiklerimiz ve inandıklarımız gerçekten doğru mu? Hiç sanmıyorum!
Para da, diğer her şey gibi bize yanlış öğretildi. Para hakkında bildiklerimizin tamamına yakını yalandır. Para ile ilgili duygularımız o kadar karmakarışıktır ki; duygularımız böylesine birbirine girmişken, teknik olarak paranın bize gelmesi de zaten imkânsızdır.
Para hakkında bize söylenen yalanlar, sorumluluğu kendi üzerimizden atmak için sığındığımız mazeretlerdir. Aksi durumda, parasızlıkla ilgili içinde bulunduğumuz çıkmazı nasıl açıklayabiliriz?
Para pistir ve bizim pis olan şeylerle işimiz olmaz. O nedenle; ne yapar eder, o elden ele dolaşan pis kâğıt parçalarını kendimizden uzak tutar ve güya, tertemiz bir hayatı kucaklarız.
Para kötülük getirir... Bu yalan, paranın icat edildiği günden beri kim bilir kaç kez tekrar edilmiştir? Tüm kötülüklerin merkezinde para vardır, böyle düşünenlere göre...
Eğer siz kötü biri değilseniz, kötülük getirecek bir şeyle de işiniz olmaz elbette. O nedenle kötü olan her şeyi def ettiğiniz gibi, parayı da tekmeleyip uzaklara savurur ve gönderirsiniz hayatınızdan.
Size, "Paran mı var, derdin var" diyenler, dertsiz bir hayatın sırrını da sizinle paylaşmış olurlar. Eğer para yoksa dert de yok. İşte bu kadar!
Hem zaten; para zor kazanılır. Ekmek aslanın ağzındadır. Böylesine çetin bir düşman karşısında siz tek başınıza ne yapabilirsiniz ki?
Hemen her duygu, para ile bir şekilde direk ya da dolaylı olarak bağlantılıdır. Para ile ilişkilendirilen şeyler, bizi esaret dolu bir yaşama götürecek yardımcı figüranlardır. Senaryonun başrolünde para olsa da, aslında geri planda bambaşka unsurlar gizlenmektedir.
Günümüzde kölelik tamamen ekonomik sistemler üzerinden organize edilmektedir ve sizin bu sistemin içinde hangi basamakta yer aldığınız, tamamen banka hesaplarınızın kabarıklığı ile ilgilidir.
Modern kölelik sistemi; tıpkı geçmişte olduğu gibi bugün de bizleri; asiller ve köleler diye sınıflara ayırmaktadır. Asiller sınıfında yer alanlar, parasal açıdan özgürdür ve onlar sistemin "Kurban" basamağında yer almazlar.
Köle sınıfında yer alanlar, sistemin en alt basamağındaki kurbanlardır ve her açıdan sorunlu bir hayatları vardır. Çünkü sistem oyunun kurallarını problemler üzerine inşa etmiştir ve parasal problemler bu planın en kusursuz işleyen kontrol mekanizmalarıdır.
Sistem sizi parasal olarak dibe vuracak şekilde programlar ve bu sizin yaşamınızın hemen her alanında dipte olduğunuzu her an hatırlamanızı sağlar. Daha fazlasına sahip olmak için daha çok çalışacak, daha çok tüketecek ve daha çok borçlanacaksınızdır. Tıpkı bir çemberin içinde sonsuza dek koşan sincap gibi, her an hareket halindesinizdir ama nereye gideceğinizi ve bu yolculuğun ne zaman biteceğini bilmezsiniz.
Bu sonsuz döngü içinde oradan oraya koşarken, sağlıklı düşünme yetilerinizi kaybeder ve sonra kaybettiklerinizi tekrar kazanmak için bu defa elinizde kalan son gücünüzü de kullanır ve iyice tükenirsiniz.
Çok ilginçtir ama oyun, aynen bu şekilde kurulmuştur zaten. Hedeflenen budur! Sizin gibi milyonlarca, hatta milyarlarca insanın döndürdüğü bir çarktır işte bu!
Aslında bu tuzağın geri planında yatan güç, iliklerimize kadar işlememiş olsaydı, hiçbirimiz bu dişlinin bir parçası olmayacaktık. Nedir bu geri planda yatan esrarengiz güç: Korku!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yobazite - Raflarda
SachbücherBiz... Din tüccarlarının cennetten arazi satmak için kandırdığı müşteriler... Doktorların önce hasta edip, sonra da tedavi ettiği masum kobaylar... Medyanın "Az Sonra" ninnileriyle mışıl mışıl uyuttuğu reyting oyuncakları... ... Açalım gözümüzü ve...