25 yaşındaydı. Saçları ömrü kadar uzun bir kadındı. Koskoca binalardan ruhunu arındırmalıydı. Üstüne geliyordu şehir. Ama kadın kaçamıyordu. Alıp başını gideceği yerde aklı ona meydan okuyordu. Yorulmuş bedeni bir ekim akşamının rüzgarıyla uçtu gitti. Kapadığı gözlerini açtığında kendini trende buldu. Yollar tren camından bir anıymışcasına akıp gideken özgürlüğüne sarılmış ağlıyordu. Trenin içinde "pamukşeker" diye bağıran seyyara çevirdi yaşlı gözlerini. Bu onun en sevdiği şeydi. Ama eğer bu şehri terk ediyorsa sevdiği şeylerden de vazgeçecekti. O sırada bir zarf çıkardı çantasından bu ilk kez, kendine rastladığı şiirdi. Defalarca okudu sanki bir ülkenin ulusal marşını okurcasına. Daha sonra yırtıp attı. Beynini ellerinin içine almışcasına birer birer yok ediyordu hatıralarını. Son kez baktı hayallerinde küçücük bir karıncayı anımsandıran şehre. Denizleri vardı koskocaman, onun içinde boğulduğu. Gülümsedi. Ellerine aldığı şehri ezdi. Yüreği bir mahşer yerini anımsatıyordu. Onca kalabalığın içinde yapayalnızdı. Yazdığı kelimeleri, çektiği fotoğrafları koydu bir kenara. Yavaş yavaş dönen atlı karıncayı izledi. Bu şehir senelerdir kendini bulmakta zorlandığı şehirdi. Kelebekler vardı umutlarıyla inşa ettiği. Hepsi uçtu gitti. Atlı karınca durduğunda trende durdu. Kadın yeni bir şehrin toprağını ilk kez ayaklarıyla tanıştırdığında sanki bembeyaz bir sayfa açmışcasına yeniden doğdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tek Sayfalık Hayat
Genç KurguKısa kısa kendimi döküyorum satırlara. Belki bin tane içinden rastlarım kendime.