Boğuluyormuş gibi hissederek gözlerimi açtığımda hastahanedeydim. Ölememiştim ve daha acısı hala hatırlıyordum. Ne olduğunu anlamaya çalışan gözlerle etrafa bakarken kapıdan 40'lı yaşların sonralarında olduğu belli olan bir doktor girdi "uyanmışsın sonunda" diyerek yanıma çektiği sandalyeye oturdu. Hiç konuşmuyordum ve konuşmamaya kararlıydım. Dalga geçermişcesine sordu.
"Neden intihar etmek istedin diye sormayacağım çünkü bu dünya için alınacak çok güzel bir karar, peki anlatmak ister misin?
Hala boş gözlerle bakıyordum ve şaşkınlığımı çok güzel bir şekilde saklıyordum. Bu ne diyordu? Normal doktorlar bağırır çağırırlar ve boş nasihat verirlerdi, belli ki normal değildi bu adam.
"Konuşmayarak en doğrusunu yapıyorsun çünkü ben olsaydım bende aynısını yapardım, şimdi bir kaç hemşine çağırıp hazırlanmana yardım etmelerini sağlayacağım. Umarım bir daha karşılaşırız."
Adamın yaka kartına baktığımda isim olan kısımda "Giz" yazıyordu. Ne kadarda ismiyle uyumlu bir doktor. Bir kaç dakika sonra odaya 2 tane hemşire geldi. Kolumdaki serumu çıkartırken "Ben buraya nasıl geldim" diyebilmiştim. İçlerinden biri "Hastanenin önüne bırakılmışsın, bize haber geldiğinde yerde öylece yatıyordun. Görevli arkadaşlar taşıdılar, nerdeyse kan kaybından ölecektin ama biri bileğini sağlam sıkmış istersen bi bak" dediği anda kolumu hızla açtım. Bu da neydi? Dikişli ve sargılı olan yerin etrafında 3 parmak izi vardı ve nasıl bir kuvvetle sıkılmıştı ki mosmordu. "Peki kamera kayıtlarından bakabilirmiyiz ki belki bir tanıdığımdır teşekkür etmeliyim" diye tatlı bir bakış attım. Başhekim'le konuşmam gerektiğini söyledi, bir de kendi penyelerinden verdi. Benimkisi kandan gözükmüyordu.
Başhekime çıkıp yalvar yakar izlemeyi başardım. Başhekimle çekilen kamera kayıtlarına bakarken ikimizde şok olmuştuk. Tüylerim diken dikendi ve konuşamıyordum. Simsiyah bir duman beni hastanenin önüne bırakıp havaya karışmıştı. Başhekim bey "lütfen bu odayı terk et" diyerek beni kovdu, hala şoktaydım. Kapının önüne çöktüm ve baya orda oturdum, ayağa kalktığımda yürüyemiyordum. Ordan geçen bir hemşireden telefonunu rica ettim ve verdi. Nilüfer'i arayacaktım zaten başka kimsem yoktu, 3 kere aradım ve üçünde de açmadı. Son çare olarak Aras'ı aradım. Açtı ve hastanenin adını söyleyip soru sormasına izin vermeyip kapattım. Teşekkür ederek telefonu verip hastanenin dışına çıktım ve beklemeye başladım. Sonunda gelmişti, arabadan indi ama o arabadan iner inmez ben binmiştim, inmesiyle binmesi bir oldu. Kolumu gördüğünde kafasını cama çevirip sessizce ağlamaya başladı. Bende ağlamaya başladım. Eve gitmek istemediğimi söyledim. Uzun süren mesafeden sonra beni ıssız bir yer olan deniz kenarına getirdi. O kadar halsiz o kadar yorgundum ki kapıyı açmaya bile gücüm yetmiyordu. Aras arabadan indi. Bana bakamıyordu. Hava yağmurluydu ve akşam olmak üzereydi. Arabadan indiğinde arabanın tekerine sert bir tekme atıp elleriyle kafasını bastırıp ağlıyordu. Artık ağlayacak gücüm kalmamış sadece alışık olduğum bir durummuş gibi seyrediyordum. Arabanın üstüne oturup sigara yaktı. Sigara kadar yüreğide yanıyordu. Birden sağnak bir yağmur yağmaya başladı, sigarasını elleriyle korudu, sonra vazgeçip denize fırlattı. Arabanın üstünden inip benim kapımı açtı ve yaralı olan kolumdan sımsıkı tutup beni dışarıya çekti. Ne yaptığını anlamıyordum ama ağlamaktan gözleri kısılmış ve canının yanması yüzüne yansıyordu. Beni dışarıya çıkardığında denizin kenarına getirip kolunu bıraktı. Yağan yağmur daha da hızlanmıştı.
"Ben güneşi beklemişim gecenin en ortasında. Gülüşün için, güzelliğin için değil ben kalbini açıp orda kaybolduğum için seni sevdim. Sen hiç gelmeyen, geldiğini sandığın adam için ölüp biterken ben en uzun geçen gecenin sabahında seni kurtuluş bilip hayaline sarıldım. Sana kıyamadım be. Beni sevmedin ama sana minnettarım bana karşılıksız aşkı öğrettin. Hiç gördün mü daha önce senden başkasına baktığımı? Görmedim. Ama artık göreceksin. Bakıyorum işte şuan bir başkasına, sen artık eski sen değilsin. Küçükken bir civcivin vardı, sürekli oynardın ezip büzerdin sonra öldürler, 4 gün okula gitmeyip ağlamıştın. Başkasına kıyamayan insan nasıl olurda bir piç uğruna kendi canını acıtırdı. Kaldır kafanı gökyüzüne. Gökyüzü yok ortak, sen ateşinle yanıp tutuşurken o senin gözyaşlarınla mutlu olacak."
Cümleleri hançer gibi kalbime saplanmıştı. İkimizde yağmurun altında sırıl sıklam olmuştuk ve gözyaşlarımız yağmura karışarak süzülüyordu. Uzun uzun dinledim ve artık dayanamadım. Söylediği o kadar şeye o kadar çaresizliğe karşı tek kelime edemiyordum. Haklıydı. Ama şöyle bir şey vardı ki ben Aras'ı sevmek isterken bile olmuyordu, Gökmen'den vazgeçemiyordum, vazgeçtim tamam diyordum Aras'la başlayacağım diyordum ama hep bir kuvvet buna engel oluyordu. Tek kelime etmeden arabaya doğru yürümeye başladım. Soğuktan çenem titriyordu, yürürken birden omuzlarımdan tutup beni kendine çevirdi. Gözlerimin içine bak dedi. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Gözümün üstünü öptü ve onun sıcak yaş damlaları yanağımdan süzülüyordu. Hızla çekilip arabaya bindim ve dizlerimi göğsümle birleştirip cam tarafına döndüm. O da binmişti ve arabayı çslıştırdı. Yağmur hala hızla yağıyordu.
***
Beni evin önüne getirdiğinde Nilüfer ve Karya camda bekliyordu. Beni görünce dışarıya çıkıp kollarımdan tutup içeriye götürdüler. Salona girdiğimizde elektrikler kesildi. Karya cebinden çakmak çıkarıp yaktı ve Aras'la beni oturttu. İkimizde sırıl sıklamdık. Mum bulana kadar elektrikler geldi, Karya ve Aras giyecek bir şeyler bulurken bizde Nilüfer'le odama gittik uzun bir süre konuşmadık ve ben giyindim. Salona geçtiğimizde kimseden ses çıkmıyordu kimimiz duvarı, kimimiz halının desenlerini izliyordu. Sessizliği Nilüfer bozarak "kahve isteyen" dedi. Onu uzun zamandır bu kadar ciddi görüyordum. Kimse içmek istemeyince tekrar oturdu yerine. Bir kaç dakika sonra halıya bakarak "not bırakmana sevindim" dedi. Üzülmüştü ve Kayra'da ona bakınca üzülüyordu. Nilüfer ayağa kalktı ve "Artık yüzleş Arya o evlendi ve mutlu. Kendi hayatını çöplüğe ve acı havuzuna çevirirken beni babanı ve seni seven herkesi düşün. Banyodaki kan gölünü ve saçlarını görünce hatta temizlerken neler hissettiğimi düşünebiliyor musun. Biz şu üç kişi seni severken senin kimsenin sevgisine ihtiyacın yok" dedi ve kalkıp kafamı boynuna gömüp ağladım. "Kaçmak istedim" dedim. Beni affettiğini gözlerinde görür görmez doğruldum ve gidip Aras'ın yanına oturdum. Ona bininci şansı vermeliydim belkide. Oturur oturmaz Aras kalkıp "gitsem iyi olacak, dinlenin" dedi. "Burda kalmanı istiyorum" dedim. Önce bileğime sonra bana bakıp geri oturdu. Karya ve Nilüfer yatmaya gitti. Aras'la başbaşa kaldık ve hiç konuşmadık. Koltuğa uzanıp uyuya kaldım. Sabah kalktığımda hiç uyumamış başımda hala beni izliyordu. 'Günaydın' dedikten sonra teşekkür ettim ve lavaboya gittim. Lavabonun kapısını açar açmaz gözüme küvet, yerler, her yer kan içinde aynanın kaşısında ben çırılçıplağım ve elimde makas aynaya bakıyorum. Önce rüya görüyorum sandım gözlerimi kapatıp açtım artık aynaya değil kendime bakıyordum. Koşarak ve ağlayarak Aras'ın yanına gittim kucağına atlayarak sarıldım. Resmen gözlerim yuvasından çıkacak gibiydi ve dilim tutulmuştu. Aras "ne oldu" dedi banyoyu gösterdim gidip bakacağım dedi. Arkasına saklanarak gittim kapıyı açtığında hiçbir şey yoktu. "Ama...ama burda...az önce...." sarıldı. ve yanımda durmasını istedim. Ellerimi ve yüzümü yıkamama yardım etti. Sonra içeri götürdü. Mutfağa girdiğimizde Karya ve Nilüfer çoktan kahvaltı hazırlamış bizi bekliyordu, Aras oturdu bende odama gittim ve telefonu aradım. Yine bildirim yağmıştı. Facebook'a girdim, anasayfada gezerken Gökmen karşıma çıktı. Önce gözlerimi kapattım sonra ne olur düğün fotoğrafları olmasın diyerek açtım tam bakıyordum ki bileğimden kanlar süzülmeye başladı dikişim açılmıştı muhtemelen. Umursamayıp telefonu elime aldım ve bakmaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Okyanus Ve Gökyüzü
Fantasy"Zihnime bir dövme yapıyormuşcasına, kimsesiz bir nakışı işliyormuşcasına söylenen yalanlar... Annem bir Tanrıça... Babam ise bir Tanrı...kötülüğün maskesini indirdikleri sebebiyle çıkacak olan bir savaş... Ve ben okyanusun ortasında kalmış gökyüzün...